Faruk Köse

Faruk Köse

Kantarın topuzu ve ayar

Kantarın topuzu ve ayar

Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklar neden bu kadar şedit, bu kadar vahşi oluyor? Hem de “Allah’ın hükmü” tam aksini buyururken... Öyle ya, hani “mü’minler birbirlerine karşı merhametli, kâfirlere karşı şiddetli” olacaklardı? “Müslümanlar arası ihtilaflar”da“merhamet”ten eser görebilen var mı?

Biz müslümanlar, ne zamana kadar “ihtilaf ahlâkı”ndan habersiz yaşayacağız?

Haklı olmak” ya da “haklı olduğuna inanmak”, seninle aynı tarafta bulunanlara “kin ve düşmanlık yapma”yı, “onlarla bağları koparma”yı, “köprüleri yıkma”yı, “irtibatı kesme”yi, “meclisinin dışına çıkarma”yı, “yolları ayırma”yı, “bitirmeye/batırmaya çalışma”yı da haklı kılar mı?

Ya da, “senin için olmazsa olmaz zannettiğin bir hak”kını elde etmek, “seninle aynı inancı paylaşanlar”a karşı “inancının düşmanları”yla birlik olup ortak cephe kurmayı da haklı kılar mı?

“Günübirlik faydalar” için, “anlık çıkarlar” adına, “özel metodoloji”nden ötürü, bugün için “işine öyle geliyor diye”; sana, ideallerine, inancına, “ana dava”na tamamen aykırı, zıt, düşman olan bir “rejim”e, “çıkar grubu”na, “politik grup”a vs. payanda olman, destek vermen, taraftarlık yapman “haklı ve meşru” mu?

“Kantarın topuzu”nu kaçırınca, “ayar” bozulunca her şey tersine dönebiliyor. “Dost”lar “düşman”a dönüşebiliyor, “senden olan”la “sana düşman olan” yer değiştirebiliyor, it izi at izine karışabiliyor.

Bazı anlaşmazlıklar vardır, onları kesinlikle “akl-ı selim”le mütalâa etmek lazım. Hem üzerini örterek içten içe büyümesine müsaade etmemek, hem de hadsiz ve gereksiz yere kaşıyıp derinleştirmemek lazım. Anında, ama “kendi miktarınca” değerlendirmek, devam eden “hayat süreci”nden ayrı tutmadan, “neye, nasıl, ne kadar etki edeceği”ni hesaba katarak, “kesin çözüm”e kavuşturana kadar çözüme odaklanmak lazım.

Elindeki taşı atmakta haklı olabilirsin. Ancak sadece haklıyım diye taşı atmanın her zaman meşru olmayacağını da bilmelisin. Attığın taşın nereye çarpacağını da düşünmelisin. Çarptığı yerde neyi/neleri ezeceğini de hesab etmelisin. Ezdiklerinin sosyal, siyasal, kültürel ve diğer hususiyetleriyle çevre üzerinde oluşturacağı etkileri de düşünmelisin. Bu etkilerin neleri getireceğini, neleri götüreceğini, hangi sonuçları üreteceğini de hesaba katmalısın. Bu etkileşimden nasıl bir gelecek doğacağını, geleceğe nasıl bir miras kalacağını da öngörmelisin. Bütün bunlardan sorumlu olduğunu da bilmelisin.

Bu yüzden, kimseyle “ipleri koparmamak”, yarın yüz yüze bakmak durumunda olduğun insanların bugün yüzüne tükürmemek, yarın yan yana gelmek zorunda olduklarını bugün yanına yaklaşamayacak hale getirmemek, yarın omuz omuza vermek zorunda olduklarını bugün omuzlarından tutup uzaklara fırlatmamak, yarın aynı yola koyulmak zorunda olduklarınla bugün bir daha “yol birliği” yapamayacak hale getirecek şekilde yolları ayırmamak lazım.

Müslümanların imtihanları çok çetin. Ancak müslümanlar, bu çetin imtihanlardan alnı ak, gönlü pak, yolu berrak bir şekilde çıkmayı maalesef başaramadılar.

Bir düşünün; yüzlerce yıl önce vukû bulmuş Kerbela hadisesini ele alalım. O günün iktidar sahipleri, kendilerince haklı olduklarını düşünüyorlardı. İktidarlarına karşı bir başkaldırı vardı ve asayiş adına, otoritenin zaafa uğramaması adına, huzur ve sükûnet adına, veya bilmem ne adına başkaldırıyı ezmek “devlet refleksi” olarak gerekli görülmüştü. Yani, sadece o gün için elindeki taşı atmakta haklı olduklarını düşünen bir iktidar sınıfı vardı ve o taşı atıp, Kerbela’yı kana buladılar.

Ancak bu kan, aradan geçen 1333 yıla rağmen daha hâlâ temizlenemedi; Ümmet’in, “bir daha birleşmemek üzere” iki ana cepheye ayrılmasına sebep oldu.

Buradan anlıyoruz ki, haklı olduğunu zannetmek, haklı olduğun anlamına gelmiyor.

Velev ki haklı ol, eğer hakkını almak daha büyük bir haksızlığa, daha büyük bir vahamete yol açacaksa, bağrına taş basıp o haktan vazgeçmen daha doğrudur.

Hülâsa; “algı”larımıza, “ilgi”lerimize, “bilgi”lerimize, “hal”lerimiz, “kal”lerimize, “yol”larımıza “ayar” çekmeliyiz. Geleceğimizi ipotek altına alacak bir şey yapmamalıyız.

En büyük ayarı da “müslümanca duruş”umuza çekmeliyiz. Mesela:

Birileri “iktidar savaşı” veriyor diye, bu savaşta “imanımıza-inancımıza ters bir rejim”e payanda olma, faaliyetlerini “Laik Rejim”in esaslarına uygun olarak yapanlara, ya da “İslam ve müslüman düşmanı habis odaklar”la ittifak kuranlara destek verme gibi bir yanlışa düşmek, “hayatı İslam’a göre düzenleme”yi esas alan müslümanların duruşu olamaz. Ancak, olup bitenler bir şekilde bizi etkiliyorsa, buna kayıtsız kalmak da olmaz.

O yüzden, “Demokratik-Laik-Kemalist rejim”e taraftar olmadan olup bitenlerde nasıl tavır alınır, nereye kadar nasıl durulur, buna çok dikkat etmeliyiz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Faruk Köse Arşivi