Faruk Köse

Faruk Köse

Kavgaya taraf olmak...

Kavgaya taraf olmak...

Gün gelir fırtına diner, sular durulur, kavga sona erer. Ama “kırılan gönüller”e ne olur, onu bilemem. Müslümanların arasına giren “güven bunalımı” aşılır mı, onu da bilemem. Müslümanların birbirlerine karşı yürüttüğü “şedit kampanya”nın, “kirli propaganda”nın, “algı terörü”nün açtığı yaralar tedavi edilir mi, onu hiç bilemem.

Bu hususta durduğum yeri biliyorsunuz. İki müslüman grup arasındaki kavgada, “birinin yanında olup diğerine karşı çatışma”yı doğru bulmuyorum. 

Her ne kadar “çok ağır eleştiriler” alsam da, hatta yazdığım aynı cümlelerden hareket ederek, “vasat duruş”u algılamaktan aciz olan “her iki kesimin fanatikleri” de beni “diğerinin yandaşı bir hain” olmakla suçlayıp eleştirse de, bu tutumumu değiştirmeyecek, “müslümanların arasındaki kavgada taraf olma”yacağım.

Müslümanların arasındaki sorunlarda yangını körükleyen, barışa çomak sokan, çatışmaya malzeme sağlayan bir pozisyon almayacağım.

Elbette “hakkın tarafı”nda olmamanın “haksızlığı ihya” anlamına geldiğini biliyorum. Bunun içindir ki, “haksızlıklar”ın, “yanlışlıklar”ın, “suçlar”ın, “günahlar”ın vs. müsamahasız bir şekilde, sonuna kadar karşısındayım. Ama bu duruş, “haksızlar”ı,“yanlış yapanlar”ı, “suçlular”ı, “günahkârlar”ı tümden defterden silmekle değil, yeniden kazanmanın yollarını aramakla olursa makul olur diye düşünüyorum.

“Hakk”ın her zaman ve her durumda yanındayım. Ama “haklı”nın, “itidal, insaf, adalet ve akl-ı selimden uzak, duygusal ve subjektif değerlendirmeler”le haksızları imha etmesinin yanında değilim; haksızlığı giderirken haksızı, suçu önlerken suçluyu, günahı yok ederken günahkârı silmemek, kazanmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bakış açımızı değiştirdiğimizde göremediğimiz başka şeyleri de görebiliriz. “Duygusal tarafgirlik”le yola çıkarsak, “adaleti zulme kurban etmek” gibi bir vahamete sebep olabiliriz.

Müslümanların hata yapabileceğini biliyor, “hataları red”detsem de, “müslüman kardeşlerimi hatalarıyla kabul etme”nin, sorunların “vasat duruş”la aşılmasını bekleyip “vahdeti bozmama”nın telaşındayım.

Bu arada, kavganın karşı tarafına kızdık diye “Laik-Kemalist devlete taraftar olma”yı da, rejime karşıyız diye “anarşi ve kaos”a davetiye çıkarmayı da yanlış buluyor; bu hengâmede gönlü ve aklı dingin tutup “sosyal asayiş”i sağlamak gerektiğini düşünüyorum.

İşte bu hassasiyetimden ötürü, -ne derece başarıyorum bilemem ama-, “Fethullah Gülen Cemaati” ile “Ak Parti” arasındaki çatışmada “orta yol”u takip etmeye, “barışa katkı” sağlayacak “itidalli bir üslup” tutturmaya özen gösteriyorum.

Yazdığım aynı yazı(lar)dan ötürü “Cemaatçiler” tarafından “Ak Parti yandaşı” olmakla, “Particiler” tarafından “Cemaat yandaşı” olmakla suçlansam da, “itidal çizgisi”nden ayrılmayı düşünmüyorum. “Hatalı olanlar”ı ayıklayıp “geri kazanım hanesi”ne yazdıktan sonra, “hatalar”ı terk edip “doğru çizgi”de buluşarak, “toplumsal bütünlük”ü bozmayacak, müslümanların “küresel habis güçler”in tahakkümüne girmelerini önleyecek bir zemin oluşturmanın daha hayırlı olduğu noktasından hareket ediyorum.

Bu kapsamda, Cemaat’i eleştirsem de silip süpürmedim, Parti’yi eleştirsem de imhasını isteyenlere katılmadım. Ak Parti içinde “kirlenmişler”in, Fethullah Gülen Cemaati içinde de hatalı hamlelere alet olan “kullanılmışlar”ın bulunabileceğini, hatta kilit mevkilerde hainlerin bile olmasının mümkün olduğunu; ancak iki camianın, bunu gerekçe göstererek tutuştuğu kavgayı “birbirini yok etme”ye kadar vardırmaması gerektiğini, “makul ve adil olan”ın bu olduğunu düşünmeye devam ediyorum.

Bunun için;

Müslümanlar “politik taraf”ına, ya da “sosyolojik grup”una ters gelen bir grubu “karşı grup hanesi”ne yazıp da onu neredeyse “iman dairesi”nden bile çıkarmaya kalkışmamalı.

Müslümanlar, “kâfirin hatırı” için müslüman kardeşine “karşı tavır” almamalı, “cephe” açmamalı, “düşmanca tutum” belirlememeli.

Müslümanlar, “kendi çalışma metodu”nun gereği olan bazı “mevziler”i elinde tutmak, bazı “kurumlar”ı yaşatmak için “Allah ve İslam düşmanları”yla kirli işbirliği içine girmemeli; müslüman kardeşine karşı cephe açmamalı.

Müslümanlar, “hoş görünmek, hoşnutluğunu kazanmak” için “İslam’ın hüküm ve esasları”nı kâfirlerin hoşlanacağı hale dönüştürmeye, ya da “kâfirlerin hoşlanmayacağı ilahi hükümler”i gizleyip üstünü örtmeye, yok saymaya kalkışmamalı.

Müslümanlar, “politik ikbal endişesi” ve “iktidar hırsı”yla, ya da etrafındaki “çıkarcı alkışlayanlar takımı”nın goygoylarıyla havaya gelip de diğer müslümanları “düşman hanesi”ne yazarak imha etmeye, ya da rakip gördüğü gruptakileri “topyekün suçlu” sayıp cezalandırmaya kalkışmamalı.

Müslümanlar, “kat’i delil” olmadan birbirlerini “birilerinin uşağı olmak”la suçlamamalı.

Eğer “Allah’a iman” ediyorsanız, gayeniz “Allah’ın rızası”nı kazanmaksa, o halde gelin, aranızda “Allah’ın hükümleri, Kur’an” hakem olsun!

Kanaatlerinizi, arzularınızı, çalışma takviminizi, metodolojinizi, çıkar ilişkilerinizi Allah’ın razı olacağı, Rasulünün çizdiği istikamete göre gözden geçirin; içinizdeki buna uymayanları atın; kendinizi Kur’an ve Sünnet ışığında tashih edin!

Allah’tan korkun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
Faruk Köse Arşivi