Kimlik olarak Adalet

Kimlik olarak Adalet

Cumartesi günkü yazımda Doç. Burhanettin Duran'ın makalesine atfen Adalet kavramının AK Parti'nin özgün bir kimlik iddiasını kanıtlayabileceği son derece geniş bir siyaset alanını işaret ettiğinden bahsetmiştim. Ancak partinin bu konudaki anlayışını sergileme veya ifade etme konusunda yeterince istekli göründüğü söylenemez. İsminde “adalet” sözcüğü bulunan bir iktidar partisinin, parti programındaki bir-iki sayfalık tanıtımın dışında, şu ana kadar kavramın içeriği, felsefesi, sorunları üzerine kayda değer bir söylemde bulunmamış olması biraz izaha muhtaç değil mi? Kanaatimce, “muhafazakâr demokrasi” gibi partiye sonradan yapıştırılan bir kimlik üzerine yapılan sempozyumdan veya söylemlerden daha fazlasını hak ediyor adalet kavramı.

Gerçekten de altı yıldır iktidarda bulunan yedi yaşındaki partinin kimliğini tanımlamak üzere kendine seçtiği ismin kalkınma ayağında sergilediği performans konusunda selef hükümetlere ve muhaliflerine nazaran ciddi bir fark ortaya koymuş olduğu açık. Yine de ekonominin yönetimi konusunda ortaya koyduğu fark bir siyasi partinin ortaya koyması beklenen farktan ziyade bir teknik kadronun teknik becerisi olarak da değerlendirilebilecek bir konudur.

Siyaset partilerle yapılır ve partiler zaten liberal (teorinin değilse bile) ideolojinin baskısı altında bir fark ortaya koyamadıkları ekonomik alanda sadece daha iyi performans iddialarıyla var olmaya çalışıyorlar. Oysa parti varlığı bu farktan ötesini gerektirir. Daha iyi kalkınma iddiası taşımakla bir parti kimliği tebarüz ettirilmez. Parti kimliği ancak dünyaya karşı daha farklı bir duruşla, farklı epistemolojik kaynaklardan beslenmeyle ifade edilir.

Herkesin kabul ettiği bir gerçektir ki, 2002 yılına kadar Ecevit hükümetince Kemal Derviş yönetiminde izlenen ekonomik politika teorik olarak AK Parti'nin sonradan uyguladığıyla aynıydı. Ancak yine de aynı programın daha mükemmeli bile olsa o yönetimle başarıya ulaşma şansı hiç yoktu. çünkü siyaset sadece teoride bazı programların uygulanması değil, bunları kimin uyguladığı, nasıl bir niyet ve yaklaşımla uyguladığı da büyük bir fark ortaya koyuyor.

Siyaset tek taraflı işleyen bir süreç değil, onun bir de yönetilenler ayağı vardır ki, onlar nezdinde bir güven ve rıza tesis edilmedikçe ne kadar mükemmel olursa olsun, hiçbir ekonomik veya siyasi programın uygulanma şansı yoktur.

AK Parti'nin kimliği içinde “Adalet” ve “Kalkınma” unsurlarının çok güçlü bir dengesi olduğunda da kuşku yok. Adalet unsuru tam da parti kimliğinin kitlelerce bir sözleşme esası gibi görüldüğü ve arkasından bu partinin kalkınma programının veya pratiklerinin tanınmasını temin eden bir diyalog süreci gibi çalışıyor.

Ancak bu diyalogun AK Parti'ye sınırsız bir kredi açmış olduğunu düşünmemek gerekiyor. Partinin kalkınma programına adalet sözleşmesi çerçevesinde tanınan prim başarısız bir ekonomi politikası, adil olmayan bir dağılım, yolsuzluk ve yozlaşma durumunda tıkanma sürecine girer.

Türk siyasi hayatında Adalet bir kavram, değer ve siyasi kimlik olarak Adnan Menderes'e ve Demokrat Parti'ye karşı işlenmiş büyük zulmü de ima eden bir zemine dayanarak Adalet Partisi tarafından kullanılmıştır. Ancak kurulduktan hemen sonra partinin başına geçen Süleyman Demirel'in siyaset tarzı adalet kavramının hiç bir adalet vaadi olmayan içi boş bir kavrama dönüşmesine hizmet etti. Sağ muhafazakâr iktidarlar döneminde adalet kavramı kurulu eşitsizliklerin tanrı'nın bir kaderi gibi görüldüğü ve bu haliyle yeterince adil addedilerek meşrulaştırıldığı bir ideolojinin hizmetine koşuldu. O kadar ki süreç Muğla üniversitesinden Dr. Necdet Subaşı'nın Adalet Sempozyumu'nda kaydettiği gibi tam bir “adalet kaybı” ile ifade edilebilecek bir noktaya geldi.

Toplum hayatının merkezinde duran bir değer ve standart olarak adaletin kaybı bir toplumun dirlik ve düzeninin de en büyük tehdididir. çünkü çok iyi bildiğimiz gibi adalet mülkün temelidir. Adalet kaybı mülkün temellükünde sadece gücü ve marifeti yetenin hükmünü geçerli kılan bir düzen tesis eder. Ekonomik, kültürel ve siyasal bölüşüm konusunda bir türlü o ortak standardı yaratamıyor oluşumuz da bununla ilgilidir. Adalet kaybını telafi edecek bir farkı ortaya koyabilecek bir kurucu siyaset oluşamıyor.

Ak Parti'nin bu kurucu siyaseti üstlenme noktasına yaklaşmış olduğu bir ölçüde doğrudur. Ekonomi alanındaki başarısını bile adalet anlayışı veya pratiği konusunda toplumun önemli kesimleriyle olan sözleşmesine şimdiye kadar sadık kaldığını göstermesine borçludur. Bu adalet duygusundaki bir zedelenme uygulayacağı ekonomik programı da güvenilmezleştirir, işlemez hale getirir.

Fehmi Koru'nun dünkü yazısında isabetle belirttiği gibi AK Parti'yi bekleyen en büyük tehlike bundan sonra herhangi bir kapatılma davası değil yolsuzluk ve yozlaşma görüntüleridir ki bunlar sadece AK Parti'ye değil toplumdaki adalet duygusuna da büyük bir darbe vurur.

Tabii ki CHP'nin bir iftira potansiyeli her zaman mevcuttur. Ama iftira ihtimalinin varlığı sadece bu iddialara dayanarak yargısız infazı engellemelidir. Yoksa bu iddiaların tam bir şeffaflıkla irdelenmesini ve halkta güçlü bir adalet duygusunu besleyen fırsatlara dönüştürülmesini engellememelidir. Bunun için CHP'ye teşekkür bile edilmelidir.

Kötü niyetle bile olsa varlığı ve takibi, toplumda AK Parti'nin de iddiası olan adalet değerinin güçlenmesine, adalet kaybının telafisine hizmet edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi