Faruk Köse

Faruk Köse

Timokratik Demokrasi

Timokratik Demokrasi

İpleri elinde tutan “derin diktatörler”, bireysel ve toplumsal hayatı yönetip yönlendirmek için “Demokrasi”yi icad ettiler. Ancak “Demokrasi” adıyla yapılan “diktatörce işler” “Mutlakiyet”ten farksızdı. “Demokrasi’ye zarar gelmesin” söylemi buna karşı duruşların da önünü aldı. Nihayet “diktatörlük”e son verme iddiasındaki “Demokrasi”, örtülü bir “Diktatörlük”e dönüştü.

Şunu anlamış olduk: Demokrasi, teorisi itibariyle uygulanması mümkün olmayan, insanların beyhude yere peşinde koştukları, belli bir zümrenin “gizli saltanat”ına “meşruiyet kılıfı” olarak kullanılan “hayali” bir sistem tasavvuru, “pratikten yoksun” bir düşüncedir.

“Demokrasi”nin en önemli vaadi olan “yönetimin halk tarafından doğrudan kararlar alınarak yürütülmesi”nin imkânsız olduğu görüldü. “Derin/Etkin güçler” bunu farkedince, “demokrasi teorisi” tevil edilip “temsili demokrasi” keşfedildi. Bu keşif, tarihin en sinsi ve zalim “monarşi”sine yol açtı: “Demokratik Monarşizm...”

Ne yazık ki insanlar, “demokrasi söylemi”ni süsleyen vaadlerle öylesine kandırıldı, demokrasi teorisine öylesine inandırıldı ki, sonunda toplum, “mutlak monarşiler”den daha çok “iktidarın kölesi” haline getirildi.

Kandırmaca, “parlamento, hükümet, yargı kurumları ve devlet/cumhur başkanı” şeklinde “temsili demokrasi” adıyla üretilen sistemle kalmadı. Bu “yeni demokrasi biçimi”nin pratiği, “yeni demokrasi söylemi”ni yansıtmaz oldu. Mesela “parlamentonun halkın genel iradesini yansıtıyor olması” teorisinin, hakikatle bağdaşmadığı görüldü. Çünkü Parlamento üyelerini halk değil, belli bir zümre/sınıf belirlemekte ve halktan, seçimini bunlar arasından yapması istenmekteydi. Pek çok aday arasında oyların dağılması mümkün olduğundan, azınlığın tercihleri parlamentoda üstünlüğü ele geçirebilmekteydi. Halkın tamamı da istese, belirlenen “düşünce ve sistem”in haricinde hiçbir tercih, halkın temsilcisi olarak yönetime gelemiyordu.

Yani toplum, “tayin edilmiş bir rejim/sistem”e göre, “belirlenmiş adaylar” arasından, “öngörülen sayıda kişi”yi tercih etmenin ötesinde etkinlik/yetkinlik sahibi değildi. Toplumun tamamı da istese, “demokratik yollar”la rejimi/sistemi değiştirip dönüştürmesi de mümkün değildi.

Demek ki, demokrasilerde parlamentoların “halkı temsil yeterliliği” yoktur. İdareciler ise otoritelerinin meşruiyetini halktan almazlar. Bundan ötürü, parlamentolarda yapılan “yasalar” ile devlet “tüzel kişiliği”nin aldığı kararlar; her zaman “toplumsal çıkarlar/ihtiyaçlar”ı gözetmez. “Demokrasi söylemi”nde olduğunun aksine, “Demokrasi pratiği”nde idareci, “halkın genel iradesi”ni temsil eden parlamento önünde sorumluluk hissetmez, hesap vermez. Rejimin işleyiş kurallarıyla siyaset yapmanın mekanizmaları bakımından, kararlar esasta Parlamento çoğunluğunun onayıyla alınmaz; Parlamento, önüne getirilenin altına muhakkak imza atar.

Bu dediklerimizin doğruluğunu şu suallerin cevaplarını bularak test edebilirsiniz:

Parlamento, “iktidarın seçilmemiş sahipleri”nin iradelerine karşı durabilir mi? Onların şahıslarına, iktidarına, nizamına mukabil karar alıp icra etme cüretini gösterebilir mi? Egemen “kurumsal ve hukuksal sistem/yapı”yı ta’dil edebilme gücünü haiz mi? İktidarın seçilmemiş sahiplerinden hesap sorabilir mi, onların iradelerinin aksine nizamnameler geliştirebilir mi, temsil ettiği halka karşı yapılan siyasi, sosyal, iktisadi, adli/yasal ve benzeri zulmü, tahakkümü, haksızlığı önleyebilir mi? Yasa yaparken, gerçekten “halkın genel iradesi”ne mutlaka uyar mı? “Kurucular”ın kurduğu sistemin hayatiyeti adına kısıtlanan özgürlüklerin önünü açabilir mi? Toplumun “temel değerler”ini, “genel eğilim”ini yansıtan özgürlüklerin baskılanmasını, işlevsiz bırakılmasını önleyebilir mi? Bu zamana kadar hangi Parlamento halkın temsilcisiydi de “demokrasi gereği” Parlamentonun dediği oldu?

İşin özü şu: “Demokrasi”; insanlığa “saâdet” getiremedi. “Temel hak ve özgürlükler”i sağlayamadı. “Adalet”i ikame edemedi. Bilâkis insanların “kimlik ve kişilik değerleri”ni taşımalarını ve geliştirmelerini engelledi. Baskıyı, zulmü, tahakkümü, zilleti, monarşizmi önleyemedi, hatta farklı biçimlerini besledi. İnsanları ya hürriyet adına bireyselleştirip kişiliksizleştirdi, ya da düzeni sağlama adına katı ve sert bir tahakküm altına aldı. Milli irade adı altında belli bir zümrenin iktidarına meşruiyet kazandırdı. “Düşünce”yi bloke etti, “düşünce üretimi”ni durdurdu. Söylemindeki yaldızlı vaadleri yerine getiremedi.

Ancak bunlar toplumun geneli için sağlanamasa da, belirli zümreler için sorun olmadı. Teoride aksi olsa da, pratikte mesela siyasal haklar, “yalnızca varlıklı sınıfa tanınan imtiyaz” olarak değer buldu. Anayasalardaki “eşit haklar” herkesin yararlanabileceği haklar olmaktan çıktı. Ekonomi politikalarıyla “dost, akraba ve yandaşları kayırma” üzerine kurulu deveran dönüp durdu. Sistem, istisnaları olsa da, esasta ve çoğunlukla “varlıklı kesimleri önceleyip tepeye çıkaran bir sistem” oldu. Bu sistemde dar gelirliye, varlıklı olmayana, elit sınıfa giremeyene fiilen yer verilmedi.

Böylece “Demokrasi” evrimleşti, “siyasal iktidarın yalnız servet sahiplerinin elinde bulunduğu bir sistem/yönetim biçimi” olan “Timokrasi”ye dönüştü.

Bugün “Demokrasi” denen, aslında “Timokratik Demokrasi”dir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi