Faruk Köse

Faruk Köse

Şahıs kültü ve organizasyonal efsanenin çöküşü

Şahıs kültü ve organizasyonal efsanenin çöküşü

Son üç yazıdır üzerinde durduğum “Ümmet birliği” veya “müslümanların vahdeti” konusuna, kısmet olursa ileride tekrar dönmek üzere, “günümüzdeki İslami cemaat ve kanaat önderlerinin İslam davasına verdikleri zararlar”dan bazılarını hatırlatarak bugün nokta koymak istiyorum.

En büyük zarar, ”tefrika...” Bunun “kardeşlik”e zarar verecek “tekfir” hastalığına yol açması... Bunun sonucu, “müslümanların iktidarları”nın yıkılmasıyla tağutların iktidar olması; “Hükmullah”ın çiğnenmesi, “Hududullah”ın aşılması...

“Olması gereken” gibi organize olunmadığı için, İslam davasının “olabilirlik”ine dair kanaatlerin körelmesi, “İslam davası”nın başarıya ulaşabileceğine dair umutların sönmesi... “İslam’ın hayata yeniden hakim olacağı”, yeryüzü iktidarının kurulacağı umudunun kırılıp bu hususta “fiili inançsızlık” oluşması... Bunun, İslam’ın geçmişte yaşanan bir “ideal” ve “ütopik bir anı” olarak algılanmasına yol açması...

Sosyal, politik ya da “dini” grupların, zaman içinde “amaca ulaşmak için her araç meşru ve mübahtır” anlayışıyla “helal-haram çizgisi”nden sapması... Böylece, insanları çağırdıkları “Hududullah”ı önce kendilerinin aşması, insanlar üzerinde tatbik edecekleri “Hükmullah”ı önce kendilerinin çiğnemesi...

“Çıkarcı/Faydacı” bir yaklaşımla hareket edilmesi... Meselelere “İslam’ın evrensel değerleri” ve “müslümanların tümünün çıkarları” penceresinden bakması, “grup çıkarları”nın öncelenmesi... İslam’ın ve “İslam davası”nın evrenselliğinin kavranılmaması, evrensel İslam’ın ve İslam davasının bölgeselleştirilmesi, grupsallaştırılması, hedeflerinden saptırılması... İslam’ın hayata hakim olmadığı bir halde “fayda” umulması... Böylece “nitelik”ten çok “nicelik”e önem verilmesi...

“Sosyal ve siyasal bilinçlenme”nin ve bunun ardından “sosyal ve siyasal değişim”in sağlanmaması... Hatta bunu sağlayacak “metodoloji”nin, “yapılanma biçimi”nin ve “hedef”in olmayışı... “Küçük tatminler”den “büyük etkiler” oluşturarak “kendine özel takipçi”ler toplamanın yeterli görülmesi... “Bedel” ödemeye hazır olmayan, “dünyevi tatminler”in peşinde koşan bir yapı kurulması...

“İslam dairesi”nde bile olsa, kendileri için belirledikleri kulvarda olmayan müslümanların dışlanması, iteklenmesi, kendinden uzaklaştırılması, ondan uzak durulması, yakınlaşma yoluna gidilmemesi... Diğer müslüman grup ve şahıslarla bir arada olmak için “Kelime-i Tevhid ortak paydası”nın yeterli görülmemesi, kalpleri birbirine ısındıracak yollardan kaçınılması... Müslümanlarla “ortak paydalar”ın artırılıp geliştirilmesine çalışılmaması... En azından “ortak düşman”a karşı diğer grupların/şahısların sahiplenilmemesi...

Sadece iktidara talip olmak yeterli sayılıp, İslam’ın “birey ve toplum ölçeği”nde, “içsel ve dışsal olarak” hazmedilmesinin, öğrenilmesinin, yaşanmasının ihmal edilmesi... İslam’ın bütünüyle değil parça parça hayata hakim kılınmasına çalışılması; bu esnada önceliklerin kendi şartlarına ve ufkuna, çıkarlarına ve temayüllerine göre belirlenmesi...

İbadetle, iyilikle, zikirle, “emr-i bi’l-maruf”la yetinip; teşri, icra, tebliğ ve kaza işlevlerinin terkedilmesi; cihad, İslam Devleti, Hilafet gibi ana hedeflerin hafifsenmesi...

“İhlas”tan uzaklaşıp “Allah’ın rızasını kazanma, O’nun hükümlerini ve hudutlarını hayatına ve hayata hakim kılma” gayesinden sapılması... Bunun için cihad idealinin, dünyevi menfaatlere, otorite ve makam-mevki sahibi olmaya, baş olmaya, saygı görmeye, ad yapıp nam salmaya doğru hatalı bir evrimleşmeye dönüşmesi...

Allah’ın hükümlerinin hakem olmadığı bir memlekette/ortamda önce istilayı kırmak, ardından da bağımsız vatanda İslam’ı her şeyiyle otorite kılarak İslâm ahkâmını tatbik etmek şeklindeki “hedef”ten sapılması...

“İdeolojik gevezelik”in yaygınlaşması, “ameli yozlaşma”nın zirveye çıkarak “salih amel”in terkedilmesi... “Emrolunduğunu emrolunduğu gibi yapanlar”ın ayıplanıp horlanması... İslam’ın, “önünde engeller bulunan, ulaşılamayan, bulanık mefhumlara hapsedilmiş, ancak önderlere itaatle yaşanabilecek bir hayal” olarak tasavvur edilir olması... Dinin hükümleri yaşanmadığından, pratikteki aksaklıkların hükümlere maledilmesi... Böylece bozulmanın hız kazanıp toplumsallaşması...

İçimizdeki “ihtilaflar”ın dışarıdan körüklenmesine izin verilmesi... “Ortak düşman”ın, rakip oarak görülen diğer müslüman gruba taarruzundan hoşlanılması... Böylece “ayrılık”ın derinleşmesi...

“Müslümanların vahdeti” olmazsa, işte “İslam davası”na bu tür zararlar gelir ve bunu getiren de davayı sürdürdüğünü söyleyenler olur. Farklı grupların her biri kendi grubunun öncülerine/rehberlerine “mükemmellik payesi” verir, kendi liderini gereğinden fazla ve olduğundan çok büyütür. Bu, diğerlerini kötülemeye, hatta düşmanlık etmeye kadar varır. Sonuçta bir “şahıs kültü” oluşur ve herkes mensubu olduğu sosyal, politik ya da sair organizasyonu efsaneleştirir. Kimse de “kült”üne dokundurmadığından, “efsane”sine laf ettirmediğinden, “İslam kardeşliği”nin, “Ümmet birliği”nin önü tıkanmış olur.

Bugün için “Ümmet birliği”nin, “müslümanların vahdeti”nin önündeki en büyük engel, “şahıs kültü”nün girdabına kapılan ve fakat içinde bulunduğu durumu anlamaktan aciz olan müslümanların, “kurumsal/organizasyonal efsaneler”in avuntusuyla vaktini öldürüyor olmasıdır. “Politik önderler”in ve “Cemaat liderleri”nin “şahıs kültü” haline getirildiği, “organizasyonlar”ın efsaneleştirildiği bir ortamda, “akıl perdelenmiş, düşünce bloke olmuş”tur.

Ancak gün gelip kült haline getirilen şahısların balonu söndüğünde, ya da gözde büyütülen ve olmadık payeler yakıştırılan kurumların ya da organizasyonların efsaneleri çöktüğünde, işte o gün müslümanların unufak olacağı, darmadağınık bir halde, geleceğe ve “İslami başarı”ya dair bütün umutlarının söneceği kapkara bir gün olacaktır.

Hesabı sorulmayacak hiçbir suç yoktur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Faruk Köse Arşivi