Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Milletin mesajı... Eski defter kapanmadan yeni defter açılmaz!

Milletin mesajı... Eski defter kapanmadan yeni defter açılmaz!

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (sav) bir “Hadis-i Şerif”inde buyurur ki; “3 şey için çok geçtir: Ağızdan çıkan söz, Yaydan çıkan ok, Geçen zaman.”

AK Parti’nin, içte ve dışta adeta “yedi düvele karşı” savaşıp, aldığı “yüzde 46” oydan sonra, bazıları “seçim öncesi olanların unutulup, yeni bir beyaz sayfa açılmasını” istiyorlar ki, buna AK Parti Milletvekili Süleyman Gündüz de dahil...

Süleyman Gündüz, seçim sonuçları üzerine yazdığı yazıda demiş ki;

“Seçim sonrasında ayrıştırıcı siyaset dilinin bütünleştirmeye yönelmesi gerekir. Bu kısır döngüden çıkıp, sabırla, adaletle, kin ve öç alma duygusuna alan bırakmadan, kırmadan, dökmeden ortaya çıkan tahribatın telafi edilmesi gerekir. Başka Türkiye yok; yaralarımızı birlikte saracağız, bu gerilimli ortamdan el ele çıkacağız.”

AĞA İLE KÂHYA

Süleyman Gündüz’ün bu “tavsiye”(!)si, bana “Ağa ile Kâhya”nın hikâyesini hatırlattı... Hikâyeyi bilirsiniz!

“Ağa” ile “Kâhya”, binmişler “fayton” türü bir arabaya, düşmüşler “kasaba”nın yoluna!..

Giderlerken, “ağa”nın gözüne; çok affedersiniz üzerinden hâlâ buhar yükselen bir “manda pisliği” takılmış... Durdurmuş arabayı, dönmüş “kâhya”ya:

“Kâhya” demiş, “Şu manda pisliğinden bir parmak yersen, bu at da, bu araba da, köydeki kâşane de, çiftlik de senin olacak!”

Nihayetinde, “kâhya” da bir insan... Bir an, “zenginlik, güç ve şöhret hırsı”na kapılıp, almış bir parmak, götürmüş ağzına!..

“Tamam” demiş ağa;

“Mal varlığımın tamamı senin... Şimdi gel, sen benim koltuğuma otur, arabayı ben süreceğim!”

Anlayacağınız, “rol”ler değişmiş...

Sadece “rol”ler değil, “mal, mülk ve şöhret” de el değiştirmiş!..

Ağa olmuş “kâhya”, kâhya olmuş “ağa!”

Kasabaya “yeni sıfatları” ile varmışlar...

Alışverişlerini yapıp, dönüşe geçmişler!

Yine; kâhya ağanın yerinde, ağa da kâhyanın!..

Ne var ki; “kâhya”nın içi rahat değil!..

Ya köylü sorarsa, ya “bu serveti manda pisliğine borçluyum!” demek zorunda kalırsa!..

Bu düşünceler içinde köye dönerlerken, gelmişler, “manda pisliği”nin olduğu yere... “Çiçeği burnunda ağa” dönmüş “eski ağa”ya:

“Heeyy ağa” demiş, “Şundan bir parmak da sen yer misin?”

Ardından eklemiş:

“Yersen, bana verdiğin her şey, yine senin olsun!”

Ağa, arabanın durmasını bile beklemeden, hızla atlamış aşağı!..

Gerisi malûm!..

Her şey eskisi gibi!..

Köye yaklaştıklarında, “ağa”, dönmüş “kâhya”sına...

“Köyden çıktığımızda ben ağaydım... Kasabaya indiğimizde sen ağaydın... Köye girerken, ben yine ağa, sen yine kâhyasın!... İyi de; biz o boku niye yedik?”

BU SEÇİMİ NİYE YAPTIK?

Süleyman Gündüz’ün tavsiyesi de, bu hikâyeyi andırmıyor mu?..

Ortaya çıkan tahribatı “kırmadan, dökmeden” telâfi edeceksek, biz bu “seçim”i niye yaptık?..

Başbakan Erdoğan demiyor mu;

“Bu bir İstiklâl mücadelesidir...

Bu, Türkiye’nin İstiklâl Savaşı’dır!”

Ortada bir “savaş” varsa, orada “kırılan” da olacaktır, “dökülen” de!..

“Vurulan” da olacaktır,

‘Yaralanan” da!..

Sen, sana karşı; “darbe amaçlı kirli 17-25 Aralık Operasyonu”ndan tutun da, “insanların ve hatta devletin yatak odaları”nı dinlemeye/görüntülemeye, “kaset”lemeye, “tapele”meye, “montaj”lamaya, “dublaj”lamaya ve “şantaj”lamaya varıncaya kadar, “bütün silâhları” kullanan adamları hoş görecek, yaptıklarını yanlarına kâr bırakacak ve hiç “hesap” sormayacaksın, öyle mi?..
 

İyi de, o zaman, biz bu “seçim”i niye yaptık, “Fetullah Gülen Örgütü ve onun ittifak kurduğu cuntacı zihniyet” ile niye mücadele ettik!..

Süleyman Gündüz ve onun gibiler belki bunun farkında olmayabilirler ama “cephe”de bulunan insanlar, hemen her gün bir “korku” yaşadılar!..

“Ya başarırlarsa!”

Bazı “tuzu kuru”ların, bugün kalkıp da “ayrıştırıcı siyaset dili”nden bahsetmesi, “bütünleştirme”yi istemesi, “romantik bir talep”ten öteye gitmez!..

Çünkü, “gerçekçi” değildir!..

Öyle veya böyle; “Türkiye’yi yüz milyarlarca dolar zarara sokanlar”dan, “casusluğun daniskası”nı yapanlardan, “insanların yatak odalarına ve banyolarına kamera yerleştirip, sapıkça kaydedenler”den, mutlaka hesap sorulmalı ve bu “devlet içinde devlet”e, bu “Paralel Yapı”ya hakettiği ceza verilmelidir!..

“Yapanın yanına kâr kalmadığı” mutlaka gösterilmeli, eğer açılacaksa, ancak ondan sonra “beyaz bir sayfa” açılmalıdır!..

Aksi halde; millet, bunun hesabını AK Parti’den sorar, “mesajımı niye almadın” diyerek AK Parti’yi cezalandırır!..

Öyle ya;

Bu millet, niye “referandum” havasında koştu sandığa, niye “katılım rekoru” kırdı ve niye Erdoğan’ın arkasında durdu?..

“Paralel’le uzlaşsın” diye mi?

“Darbecilerden hesap sormasın, onlara hoşgörü göstersin” diye mi?..

Geçiniz onu!..

ÖNCE HESAP SORULSUN!

“Kirli 17-25 Aralık Operasyonları”nı yapanlardan “Adana’da MİT TIR’larını durduranlar”dan “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı dinleyerek casusluk suçu işleyenler”den ve “Dışişleri’ndeki gizli toplantı”yı dinleyip, servis ederek “Türkiye’ye ihanet” edenlerden hesap sorulmadıkça bu “defter” kapanmaz, hele hele “yeni bir defter, yeni bir sayfa” hiç açılmaz!..

Süleyman Gündüz de, onun gibi “romantik”ler de bunu bilsinler!..

“Yeni bir defter, yeni bir sayfa” mı açalım?.. Tamam, açalım... Ama önce, eski deftere “darbe plânları” yapanlar, “itibar suikastları” ile insanları “karalayanlar” tesbit edilsin ve onlardan hesap sorulsun!..

Belki, ondan sonra!..

Yoksa; biz bu seçimi niye yaptık ki?..

GÜLERCE’DEN İTİRAFLAR!

Yazının başında, Peygamber Efendimiz’in, “3 şey için çok geçtir” şeklindeki Hadis-i Şerif’inden söz ettim...

“Ağızdan çıkan söz, yaydan çıkan ok ve geçmiş zaman için, çok geçtir!”

İsterdim ki;

Bugün söylenen sözler, “daha önceden” söylenseydi!.. Evet; “kavga” başlamadan, “Firavun, Karun, tımarhanelik deli” hakaretleri ve “beddua”lar edilmeden!..

“AK Parti’nin,  seçimden yüzde 46 ile çıkması”ndan ve “Erdoğan’a güvenoyu” verilmesinden sonra, ne söylersen söyle!.. Hiçbir kıymet-i harbiyesi olmaz!..

Sözü, “Gülen Cemaati’nin önemli isimleri”nden ve aynı zamanda “Zaman yazarı” olan Hüseyin Gülerce’nin “itiraf”larına getirmek istiyorum.

Hüseyin Gülerce, gazeteci Hadi Özışık ile yaptığı söyleşide, “Cemaat’in 4 önemli yanlışı”nı sıralamış ve demiş ki;

“l 1- Hizmet baştan beri yanlış yaptı... Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na savaş açtı... Gezi’den itibaren Başbakan’a hakaret etmeye başladılar.

l 2- Üslubumuzu  kaybettik... Namus bildiğimiz üslubumuzu... Biz bunu bıraktık, hükümetle savaşa girdik... Diyaloğu bıraktık çatışmacı dil kullandık.

l 3- Siyasallaştık... CHP için kapı kapı dolaşıp oy istedik.

l 4- Hizmet hep çoğunlukla hareket etti. Hep öyle yoluna devam etti. İlk defa çoğunluğun karşısına çıktı ve kaybetti. Orijinalini kaybetti, yara aldı.”

Lütfen dikkat; tüm bunları, biz baştan beri söylüyoruz... Ama Hüseyin Gülerce, yeni yeni “itiraf” ediyor!..

Çok geç, çook!..

GÜLEN DE Mİ TEMSİL ETMİYOR?

Buyrun, bir “itiraf” daha;

“30 Mart’ta AK Parti’nin elde ettiği başarıya rağmen, Hizmet, yanlışta ısrar ediyor... Bu yanlış, Hizmet’i temsil vasfı olmayan kişiler tarafından yapılıyor.

İnsanların tanıdığı bildiği Hizmet bu değil... Hizmet yara aldı. Hizmet’i tanınmaz hale getirdiler. İnsanların güveni sarsıldı. Hoşgörü vardı bizde, diyalog vardı bizde, insanların gönlüne girmeyi istiyorduk... Biz ne yaptık peki? Kapı kapı dolaşıp CHP için oy istedik.”

Tamam da, “Hizmet’i temsil vasfı olmayanlar” kimler?..

“Cemaat’in kullandıklarını ve Cemaat’i kullananları” biliyoruz da, “Cemaat’in televizyonları ve gazeteleri”ne ne diyeceğiz?

Erdoğan’ı “düşman” ve “hain” ilân eden, “saldırgan” üslûplarının dozajını sürekli arttıran Zaman’a ne diyeceğiz, Samanyolu’na ne diyeceğiz, Bugün’e ne diyeceğiz, Kanaltürk’e ne diyeceğiz?.. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na ne diyeceğiz, Cihan Haber Ajansı’nın provokasyonlarına ne diyeceğiz, Today’s Zaman’ın gammazcılığına ve en önemlisi de “Fetullah Gülen’in hakaret ve bedduaları”na ne diyeceğiz?.. “Yurt ve ev”lerdeki “beddua seansları”na ne diyeceğiz?..

Hadi, hepsi bir tarafa da; Fetullah Gülen’in de mi “Hizmet’i temsil vasfı” yok?..

Ne yani; “Hizmet’i kendi ayarlarından çıkaran” ve onu “tanınmaz” hâle getirip, “güven ve itibar”ını sarsan, Fetullah Gülen ve onun “emir erleri” değil midir?..

MERHAMET Mİ, ŞEFKAT Mİ?

Hüseyin Gülerce, Pensilvanya’daki Fetullah Gülen’e seslenmek yerine, kalkmış Ankara’daki Başbakan Tayyip Erdoğan’a sesleniyor ve diyor ki;

“Başbakan’ın bundan sonra Hizmet Hareketi’ne karşı, şefkatli, merhametli ve demokrat tavırlarla sadece hukukun üstünlüğüne riayet edeceğine inanıyorum.”

Hay hay, emriniz olur!..

“Burada mı yersiniz,

Paket mi yapalım?”

“Şefkat”miş, “merhamet”miş, “hukukun üstünlüğü” imiş!. Ya hu, bu kelimeleri lügatlerden silip, Tayyip Erdoğan’ın üzerine “düşmanın üzerine çullanır gibi çullanan” sizin adamlarınız değil miydi?..

Hâlâ da saldırmıyorlar mı?..

Haa, “7 katlı piramit”in “ilk katı”na elbette dokunulmaz... Ama, “karar vericiler”in oturduğu “üst katlar”dakilere “şefkat” ve “merhamet” gösterilirse var ya, işte o zaman, önce ben “isyan” ederim, önce millet isyan eder!..

Arkadaş; “hukuk ve kanunlar çerçevesinde” bu hesap sorulacak ve “Paralel Yapı”ya hakettiği ceza verilecek!..

Ondan sonra “yeni bir defter” mi açılır, yeni bir “kitap” veya “ansiklopedi” mi açılır, ben orasına karışmam!..

Hesap sorulmazsa, ben sorarım;

“Bu seçimi niye yaptık?”

 **********************************************************

MHP’liler CHP’ye oy verdi... Peki ya CHP’liler?!?

Dün akşam, Ülke TV’de, “Aptallıklarına doymasınlar” dediğim için, MHP’liler bana çok kızmış, Ülke TV’yi “telefon ve mesaj yağmuru”na tutup, “tepki”lerini dile getirmişler!..

Peki, ben böyle söylemekte haksız mıyım?.. Niye “Aptallık” dedim, önce onu düşünsünler ve “bana” değil, gitsinler Devlet Bahçeli’ye tepki göstersinler, ondan hesap sorsunlar.

Tablo gayet net ve açık... Bir “anlaşma” gereği; “CHP’nin güçlü olduğu yerlerde MHP’liler CHP’yi, MHP’nin güçlü olduğu yerde de CHP’liler MHP’yi destekleyecek”ti...

Gelin görün ki; İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok il ve Beylikdüzü/Sarıyer gibi ilçelerde MHP’liler “CHP adayları”na oy verdi... Ama, “MHP’nin güçlü olduğu yerler”de, CHP’liler “MHP adayı”na değil, “kendi adayları”na oy verdiler... CHP’liler, eğer “MHP adayları”na oy verselerdi, tablo bambaşka olurdu!..

Demek istediğim şu:

MHP’liler, “CHP’den kazık” yediler... İşte bu yüzden “aptallık”larına, “enayilik”lerine doymasınlar dedim... Hâlâ da bunu diyorum... Bana kızacaklarına, açsınlar “oy tablosu”nu, incelesinler... “Az farkla kaybettikleri” şehirlerdeki “CHP oyları”na baksınlar ve “CHP tarafından nasıl aldatıldıklarını” görsünler!..


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi