Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Dinimizi parçalayıp dünyamıza yamadık!

Dinimizi parçalayıp dünyamıza yamadık!

Lale Devri Müslümanları gibiyiz. Ramazan’ın başlangıcı olan hilâl görülünce, zevkü sefalarına devam edebilmek için, hilâlin görülmediğine fetva arayan, nefislerinin esiri olup kendinden geçmiş Müslümanlar en büyük problem bugün. Üstadın dediği gibi: Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek. Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?..

Allah’a davet görevini icra eden ulema, mütefekkir ve yazarların kısa bir zaman öncesine kadar devletin düşünceyi beyan etmesine sınırlamalar getiren yasalarına dikkat ederek konuşma ve yazma mecburiyetindeydi. Şimdi gelinen noktada ise artık devlet, bu tür sınırlamalar yapmayıp, rahat bir fikir ve düşünce hürriyeti ortamı sağlamaya çalışıyor. Yirmi yıl önce devlet televizyonunda Cuma akşamları din saatinde konuşan diyanet görevlileri, âyetlerden hadislerden kimsenin rahatını kaçırmayan konuları seçerek konuşuyorlar, Peygamber Efendimizi, insan hakları yönüyle öne çıkarıyorlardı. Çünkü devletin; Şeriat’ı olan bir Peygamber’in tanıtılmasına tahammül edemeyeceği biliniyordu. Şimdilerde ise, daha farklı bir durumla karşı karşıyayız.

Şeriat’ı olan bir Peygamberi hakem tayin edemiyoruz. Hayata müdahale eden bir din bizi rahatsız ediyor. ‘Vahyin Kutsalı’ yerine kendi kutsalını tercih eden bir yapı ile karşı karşıyayız bugün. Dünyevîleşme tehlikesine dikkat çekip, ‘Dine hizmet edenler’in lüks, israf, konfor içinde yaşayışları, servet üzerine servet yığmaları doğal hale geldi. Normal yiyip içmelerin, gezmelerin, tatile gitmelerin bile mükemmel sofralarda, lüks otellerde, ‘tatilya’larda, merasimlerle yapılır hale getirildi. Bununla da yetinilmedi, başkalarını da tahrik, teşvik, özenti içine sokarak,‘sade hayat’ unutuldu/unutturuldu. ‘Lale Devri Müslümanları’ gibiyiz. Ramazan’ın başlangıcı olan hilâl görülünce, zevkü sefalarına devam edebilmek için, hilâlin görülmediğine fetva arayan, nefislerinin esiri olup kendinden geçmiş Müslümanlar en büyük problem bugün. Üstadın dediği gibi:

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek.

Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Her iki dönemin de ortak sonucu olarak önemli bir gerçeği öne çıkarmaya mecburuz. Bu endişeler ve yaşanan olaylar, ne Peygamber aleyhisselamın Şeriat’ıyla, ahlâkıyla, insanlığın umudu olarak kökleşmesine engel olabildi, ne de önemsenen tepki sahiplerinin bakışlarında olumlu bir gelişme sağlanabildi. Davetçiler, din hizmetinde bulunanlar, yazar-çizerler sadece verdikleri tavizlerle baş başa kaldılar o kadar.

Yeni bir üslup iddiasıyla ortaya çıkıp ‘yeni bir din söylemi’yle dinin hakikatlerinin tebliğine, irşadına sessiz kalarak gelinebilecek bir seviye yoktur. Gençlerin ‘Peygamber’imiz çok iyi bir insanmış’ tarzındaki beyanlarının televizyon ekranlarına taşınması sağlanmış olabilir. Sağlanmıştır da. Şeriat’tan ürkmesinler diye insanlara plastik güller dağıtılıp, hayatın bütünü yerine yılın bir haftası Peygamber Efendimize ayrılıp, bu faaliyetler büyük bir alaka görünce de teşvik edilmiştir. Peki, bundan İslam ne kazanmış, Sünnet ne kadar yayılmış, münkerat ne kadar gerilemiştir? İşte bütün mesele bu!

Başörtülülerin ve namaz kılanların çoğalması, cemaat-dernek-vakıf hizmetlerinin artış göstermesi, İslam’dan uzak toplumu ne kadar etkilemiş, haramların işlenmesine ne kadar mani olunmuş, boşanmaların artması ne ölçüde önlenip, ailenin korunup kollanması sağlanmış, basit maddi sıkıntılar yüzünden Müslümanların bankaya faize bulaşmasına ne derece engel olunmuş, buna bakılmalıdır. Yaşlıların, hastaların, muhtaçların ilahi emanetler gibi muhafaza edilmesi sağlanabilmiş midir? İslâm, hayat tarzımızdır. Dinimiz ve Peygamberimiz, bizlerin hayat rehberidir. Dolayısıyla dindarlığın ölçüsü, hayata yansıyan tecellisidir. Toplumun hali, İslami hizmetlerin aksi sedasıdır.

İnsanda dine meyletme arzusu fıtridir. Tabii seyrinde giden bir hayat yaşayan insan, bir zaman gecikmiş olsa bile sonunda dine meyleder. Dinden hem dünya huzuru, hem âhiret teminatı beklentisi, insanın en yaygın beklentilerindendir. Bu sebeple de din algısı içinde bulunan bütün toplumlarda o dini, toplum üzerinde uygulayan bir kitle hep buluna gelmiştir.

Değişim, yukarıdan aşağıya mı aşağıdan yukarıya mı olmuştur? Dini temsil niteliği taşıyanlar mı değiştiler de Müslüman kitleler, onlara uydu; yoksa din hizmeti görenler değiştiği için Müslüman kitleler, onları mı taklit ettiler? Cevap hangisi olursa olsun değişen bir şey olmayacaktır. Bir değişme, erime hatta kör taklit, tartışılmayacak kadar açık bir şekilde ortadadır. Faillerinin bilinmesi veya bilinmemesi bir şeyi değiştirmeyecektir.

Müslümanların, ilim ve hizmet yolunda önünde duran şahsiyetlerin görevleri, fitne fırtınalarına karşı gemiyi korumak, deldirmemek değil mi? Belki herkes fırtınaya kapılabilirdi ama, onlar en son eriyen olmalıydılar. Tuzu kokutmamalıydılar. Şahsi hatalarıyla kötü örnek olup dinden soğutmamalıydılar. Ümmetin umuduyla oynanmamalıydı. İmanın ahlakı olan ‘güven duygusu’ zedelenmemeliydi. Haklı beklenti; onların yıkılmayıp erimemeleriydi. Müslümanlara müessif olaylar yaşatılmamalıydı.

(Devamı yarın)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi