Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Paralel Yapı’ya “rakip” oldukları için mi ortadan kaldırıldılar?

Paralel Yapı’ya “rakip” oldukları için mi ortadan kaldırıldılar?

Dile kolay... Tam “21 yıl” geçmiş... Oysa ben, o günü “dün gibi” hatırlıyorum... Merhum Turgut Özal’ın naaşı Fatih Camii avlusundan alınıp, Topkapı’ya doğru bir “insan seli” ile götürülürken, bir “üstgeçit”e çıkmış, oradan “karanfil”ler atmıştım.

Dile kolay;

Aradan “21 yıl” geçmiş...

Dün, “vefatının 21. yıldönümü” vesilesiyle, Topkapı’daki Anıtmezar’da bir “anma töreni” düzenlenmiş...

Törene, merhum Özal’ın eşi Semra Özal, çocukları Ahmet ve Efe Özal, gelini Sinem Özal, torunu Serra Özal, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Emniyet Müdürü Selami Altınok, Garnizon Komutanı Tuğgeneral Orhan Çınar ile sevenleri katılmış...

Törenin ardından, merhum Adnan Menderes’in de mezarı ziyaret edilmiş ve “dualar” okunmuş!..

Allah, ruhlarını şad etsin...

SORUŞTURMA NE SAFHADA?

Törenlerin ardından, oğlu Ahmet Özal’a uzatılmış mikrofonlar... “Turgut Özal’ın ölümüne ilişkin soruşturma”nın ne safhada olduğu sorulunca, Ahmet Özal demiş ki;

“Bilmiyorum hâlâ devam ediyor. Açılan davalar var. Adli Tıp raporunun üzerinde oynanan oyunlar olduğu yazıldı, çizildi. Raporun eksik parçaları var. Birileri engellemeye çalışıyor. Kimlerin engellediğini bilmiyoruz. Mutlaka onlar da çıkacaktır... Adli Tıp’la ilgili de orada çalışan teknisyenlerin tehdit aldıklarını biliyoruz. Bunların hepsi biliniyor... Bir gün ortaya çıkacaktır, kimin engellemeye çalıştığı.”

Topluma sorsanız, insanların çoğu, tıpkı Ahmet Özal gibi, “Turgut Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğünü” söyleyeceklerdir!..

İyi de, “kim” zehirledi?..

“Niye” zehirledi?..

Merhum Turgut Özal’ın; “Paralel kadrolaşma” konusunda “son derece hoşgörülü” davrandığını ve hatta “Paralelci’lerin önlerini açtığını” biliyoruz... En azından, “Başbakanlığı” döneminde böyleydi...

Acaba, Turgut Özal “Cumhurbaşkanı” olduktan sonra “bazı gerçekleri” gördü de, “Paralel’in nasırlarına basmaya” başlayınca, birileri “cezalandırma” yoluna mı gitti?!?..

Ahmet Özal’ın dediği gibi;

Bunlar, bir gün ortaya çıkacaktır!.. Hem “soruşturmanın derinleşmesi”ni isteyen, hem de “soruşturmayı engelleyenler”in “aynı çevreler” olduğu bir gün ortaya çıkacaktır!..

RAKİP İSTEMİYORLAR!

“Turgut Özal’ın vefat yıldönümü” vesilesiyle, gözümün önünden merhum Necmettin Erbakan’lar, merhum Esad Coşan’lar, merhum Hızır Ali Muratoğlu ve Bayram Ali Öztürk hocalar geçti...

Deniz Feneri geçti,

İHH geçti,

İHL geçti,

TÜRGEV geçti...

“17-25 Aralık” geçti!..

Bunlar, niye gözümün önünden geçti, biliyor musunuz?.. Bu “isim” ve “kuruluş”lar; “Paralel Yapı’nın önündeki engel”ler ya da “onların rakipleri” idi!..

“Bunlar ortadan kaldırılmadıkça, Paralel Yapı’nın dal-budak salması ve devlet kadrolarının kılcal damarlarına sızması” mümkün değildi!..

Bunlar “ortadan kaldırılmalı”ydı ki; meydan Paralel Yapı’ya kalsın ve istedikleri gibi at oynatabilsinler!..

İLK KALKIŞMA DENİZ FENERİ

Bir avukat, geçenlerde diyordu ki;

“Hemen herkes, Paralel Yapı’nın 7 Şubat MİT krizi ile kalkışma başlattığını söyler... Ama, ondan da önce Deniz Feneri olayı vardır!..

Deniz Feneri’ni, kendi yardım kuruluşlarına rakip olarak gören Paralel Yapı, Alman Hükümeti ile işbirliğine girip, Deniz Feneri’ni ortadan kaldırmaya ve toplum nezdinde itibarını sıfırlamaya çalışmıştır!..

Bu, ilk kalkışmalarıdır!..

Çünkü, Paralel Yapı; kendisine rakip ve önünde engel istememektedir!.. Rakip ve engel olması muhtemel kişi ve kuruluşları, tek tek safdışı etmek gibi bir strateji izlemektedirler!..

Bu strateji, siyasetçiler için de geçerlidir, Yargı ve Emniyetçiler için de... Sendikalar için de geçerlidir, gazeteler ve televizyonlar için de... Kişi ve kuruluşlar için de geçerlidir, STK’lar için de!..

Hele bakın tabloya...

Nerede hangi kişi ve kuruluş ön plâna çıkmışsa, onun karşısında mutlaka Paralel Yapı’nın bir kuruluşu vardır!..

Paralel Yapı’ya mensup kişi ve kuruluşların öne çıkması için de; onların itibarsızlaştırılması, ötekileştirilmesi, bu da olmazsa yok edilmesi gerekir ki, izledikleri strateji budur.”

CİNAYETLER ARAŞTIRILMALI

Avukat arkadaşın bu söyledikleri, bana ister istemez; “Turgut Özal’ın zehirlenmesi”nde, “Erbakan’ın Hükümet’ten düşürülmesi”nde, “Esad Coşan Hocaefendi’nin şüpheli bir trafik kazası ile ölmesi”nde, “Bayram Ali Öztürk ve Hızır Ali Muratoğlu hocaların suikast sonucu öldürülmeleri”nde, “Paralel Yapı’nın bir parmağı olabileceği” ihtimalini düşündürttü!..

Sadece bunlar da değil, “Müslümanların üzerine yıkılan başka cinayetler” de iyi araştırılırsa, altından “Paralel Yapı’nın çıkabileceğini” düşünüyorum...

Hele hatırlayın o “cinayet”leri!..

l 18 Mayıs 1998- Nakşibendi Tarikatı’nın önde gelen isimlerinden Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi’nin damadı Çukurbostan Camii İmamı Hızır Ali Muratoğlu, ders verdiği Fatih İsmailağa Camii’nde çirkin bir saldırıya uğradı. İmam Hızır Ali Muratoğlu aldığı 7 kurşun yarasıyla ağır yaralanarak, hastaneye kaldırılırken yolda hayatını kaybetti.

l 4 Eylül 2006- Fatih’te, Nakşibendi şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun imam olan damadının 8 yıl önce öldürüldüğü İsmail Ağa Camii’nde yine kan döküldü... Sabah namazı sonrasındaki sohbet sırasında emekli imam Bayram Ali Öztürk (54) kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Saldırgan cemaat tarafından linç edildi.

Ve Esad Coşan Hocaefendi...

Esad Coşan Hocaefendi, benim gözümde “tebliğin zirvesi”ndeki isimlerden biriydi... Hocaefendi, gerek “söylem”leri ve gerek “eylem”leriyle, hâlâ “yaşamaya” ve hâlâ “tebliğ”e devam ediyor... Cenab-ı Allah; ondan ve “hizmetlerini sürdürenlerden” razı olsun...

Biliyorsunuz, 14 Nisan 1938’de Çanakkale’de doğan M. Esad Coşan Hocaefendi, 4 Şubat 2001’de, Avustralya’da mevcut camileri ziyaret ve teftiş amacıyla yaptığı bir seyahat esnasında, hâlâ sebebi anlaşılamayan bir “trafik kazası”(!) sonucu Hakk’a yürümüştü.

Şimdi, düşünüyorum da;

Esad Coşan Hocaefendi’yi, “yurtdışına gitmesi” için “uyaran”(!) acaba kimdi veya kimlerdi?..

Esad Hocaefendi’nin “yurtdışında geçirdiği kaza”(!) ile, onu “yurtdışına gitmesi için uyaran”(!) kişiler arasında bir “bağlantı” var mıdır?..

Hasılı kelâm, “Paralel Yapı’nın önünde bir engel” olarak görülen “kişi ve kuruluşlar”a yönelik “operasyon”lar, “kaza”(!)lar ve “suikast”lar yeniden ele alınmalı ve bunlarda “Paralel Yapı’nın bir parmağı” olup-olmadığı ortaya çıkarılmalıdır!..

“Turgut Özal’ın vefatının 21. yıldönümü”nde bunları düşündüm...

Biri bunları düşünmeli değil mi?.. 

Dokumacı istifa etmemiş, görevden alınmış!

“Paralel”de oyun bitmez... 

16 Nisan günü, “Önce tahrif, sonra tahrik” başlıklı haberimizde dediğimiz gibi; Kayseri’de Tuğgeneral Rıdvan Ulugüler’in imzasının bulunduğu belgeyi “tahrif” ederek, “TSK’nın sistemi”ne yüklerken “suçüstü” olan “Paralel Yapı’nın 3 astsubayı”nın; hem sahte belge hazırladığı, hem de, esnafı “sizi fişliyorlar” diye “tahrik” ettiği ortaya çıkmıştı!..

Bu “3 astsubay”ın avukatı Mustafa Dokumacı da, “TÜBİTAK Hukuk Müşaviri” idi... Bunu, “Dokumacı’nın kendisi” söylüyordu...

Ne var ki; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, bir açıklama yapıp; “Hayır” diyordu... “Haberde adı geçen Mustafa Dokumacı, 2 Aralık 2013 tarihinde TÜBİTAK Hukuk Daire Başkanlığı’na vekalet görevi ile işe başlamış, ancak 7 Nisan 2014 tarihinde TÜBİTAK ile ilişiği kalmamıştır...  Aynı tarihte, söz konusu müşavirliğe başka bir atama gerçekleşmiştir.”

Demek oluyor ki, adam “görevden alınmasına” rağmen, kendini hâlâ “TÜBİTAK Hukuk Müşaviri” olarak yutturuyor!..

Sanayi Bakanlığı, bu açıklamayı iyi ki yaptı da; Dokumacı’nın “istifa etmediğini”, tam aksine “7 Nisan’da kovulduğunu” öğrendik...

Dedim ya, Paralel’de oyun bitmez!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi