Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Zeynep ablam öldü!

Zeynep ablam öldü!

Beş ablam, bir de ben: Şaka-şamata bir çocukluk… Derken ayrılıklar, buluşmalar, sevinçler, hüzünler, paylaşımlar arasında bir yaşanmışlık…

İnsan, yaşarken pek fark etmiyor elindeki nimetleri, ancak kaybedince anlıyoruz, kaybettiğimizin kıymetini…

Çok sevdiğimizi, çok alıştığımızı, çok bağlandığımızı öldükten sonra fark ediyoruz…

Ölüm: “Ahirete doğum”dur aslında: Dünyaya doğumdan daha kutsal, daha etkileyici, daha anlamlı, daha uyarıcı bir mucize… 

Tek fark şu ki, dünyaya geldiğimizde biz ağlıyoruz, gittiğimizde yakınlarımız ağlıyor! Çünkü her gidişin ardında kocaman, doldurulamaz bir boşluk kalıyor…

Toprağa düşen her yakınınızla birlikte, yüreğinizin bir parçası da toprağa düşüyor…

Teselli ararken, Bediüzzaman Hazretlerinin ölümün mahiyetini anlatan o nefis tespitleri çıkıyor karşınıza:

“Mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki: 

“Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” (Mektubat 20. Mektup sh. 220)… 

“Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenâya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelinin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.” (Mektubat 20. Mektup sh. 223).

Hafif hüzünlü bir tebessüm eşliğinde Yahya Kemal’in muhteşem dizelerini mırıldanmaya başlıyorsunuz:

“Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde;

“Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter…

“Ve serin serviler altında kalan kabrinde,

“Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter”. 

Dün (17 Nisan 2014), Zeynep ablamı, insanların fikrettiği, kuşların zikrettiği Eyüp Sultan Mezarlığı’nda ebediyete uğurladık…

Ağabeyi Mehmed Emin Birinci’nin ve diğer Nur talebelerinin yanına defnettik…

“Anne” der gibi “Abla” dediğim beş ablamdan biriydi. Bunundışında hiçbir unvanı yoktu. Bu yüzden Türkiye, onun ölümünden hiç etkilenmedi…

Büyük defin merasimi yapılmadı. Maddi anlamda “Büyük adam”lar cenazesine katılmadı. Çelenkler gönderilmedi. Nutuklar atılmadı. Gazete ilanları verilmedi. Bayraklar yarıya inmedi. Bandolar “cenaze marşı” çalmadı (çalmasın zaten)…

Makamsız, mevkisizdi çünkü. Yaşadığı gibi sessiz sedasız öldü, şamatasız defnedildi!

Bütün özelliği, adını taşıdığı Hz. Zeynep çizgisinde yaşamasıydı… Bu ona yeter!

Sevilenler ölümlü, ama sevgi ölümsüzdür. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi