Faruk Köse

Faruk Köse

Milletin egemenliği nasıl sağlanır?

Milletin egemenliği nasıl sağlanır?

Dünkü yazıda, “Düşünce özgürlüğü ve zihnin esareti” başlığı altında müslümanların birbirlerinin “düşünce üretimi”ni ve “fikirlerini ifade etme”sini engellemesinden söz etmiştim. Aslında bugün konunun diğer boyutunu, “ölçüsüz düşünce özgürlüğü”nü ve “düşünce özgürlüğüm var” diye kişilerin nasıl da haddi aşabildiklerini ele almak, özgürlüğü kısıtlamayacak ve fakat özgürlüğü anarşiye ve zarara da dönüştürmeyecek “stratejik düşünce planlaması”na değinmek istiyordum. Zira konunun bu yönüne temas etmezsem birşeyler eksik kalacak, bazı “hatalı algılar” oluşabilecekti. Ne var ki, bugün 23 Nisan, önemli bir gün. Bu yüzden plânladığım konuyu erteleyip, günün önemine uygun bir konuyu yazmaya karar verdim.

Hani “egemenlik ulusundur” deniyor ya, buradaki “sosyal gerçeklik”e uymayan “ulus”u “millet” kavramıyla değiştirerek konuya girmek istiyorum. Madem ki “egemenlik milletindir”, o halde şu suale cevap bulmalıyız: “Milletin egemenliği nasıl sağlanır?”

“Devletli hayat” içinde “egemenlik” kavramı ile “Devleti yönetme gücü” kastediliyor da olsa, esasında “Devletli hayatın bütün alanlarını ve niteliklerini biçimlendirme”yi anlamalıyız. Bu manada egemenlik sahibinin, devletli hayatın bütün “güç unsurları”nın yanında, “kurumsal ve hukuksal yapı”sı, “iş ve işleyiş”i gibi hususlarda, “tümüyle ve tam olarak” yetkili, gerçekten “sözü dinlenir” olması önemlidir. Milletin egemenliğini sağlamak, bu hususlarda “ilk emri veren”in de, “son sözü söyleyen”in de millet olması demektir.

Yani Milletin egemenliği, Devletin kurumsal ve hukuksal yapısının milletin inanç, kültür, gelenek, kimlik ve kişilik değerlerine göre biçimlendirilmesi; devletli hayatın milletin değerlerine göre yaşanması; iş ve işleyişin de milletin onayıyla yürütülmesi halinde sağlanmış olur.

Millete göre kurulmayan bir devlette milletin egemenliği sözkonusu olamaz. Bir de devlet örgütü milleti değiştirmeye, dönüştürmeye kalkışıyorsa, hiç olamaz. Bu yüzden, aslolan, “devlete göre bir millet” üretmek değil, “millete göre bir devlet” kurmaktır.

Bu kapsamda, eğer millet yıllar içinde “baskı”yla, “zor”la, “devrimler”le, “yasa ve silah gücü”yle “değiştirilip dönüştürülmüş”se, asli “kimlik ve kişilik değerleri”nden, “kültür ve gelenekler”inden, “inanç ilkeleri”nden uzaklaştırılmışsa...

İşte bu durumda, eğer milletin egemenliğini sağlamak istiyorsak, öncelikle milleti aslına döndürmeliyiz. Zira, “aslından uzaklaştırılarak dönüştürülmüş bir milletin egemenliği”, esasında milletin egemenliği değil, “dönüştürenlerin ideolojik egemenliği”dir. Bir yerde, tam da dünkü yazıda işaret ettiğim gibi, “zihni esir alınmış, beyin faaliyetleri bloklanıp kanalize edilmiş ve sahiplerin yönlendirmelerine uygun kıvama getirilmiş bir millet”in egemenliğinin sağlanması, milletin egemenliğinin sağlanması anlamına gelmez.

Eğer egemenlik milletin ise, millet, kendisiyle ilgili her şeye kendi istediği gibi karar verebilmeli, söz hakkı milletin olmalıdır. Bu kapsamda Millet, sadece kendisini kim(ler)in yöneteceğini değil, aynı zamanda ve esas olarak, “ne” ile, “nasıl”, “hangi yasalar”a göre, “ne tür bir rejim/sistem” ile yönetileceğini de belirleme yetkisini haiz olduğunda, milletin egemenliği sağlanmış olur.

Eğer “devletin gücü olan egemenlik” doğrudan doğruya ve gerçekten fonksiyoner olarak milletin elinde bulunursa, milletin egemenliği var demektir. Bunun için;

“Devlet”in ve “Devletli hayat”ın kontrolünün belirli kişi ya da kişilerin, grupların, soyların, ırkların, politik yapılanmaların vs. elinde olmaması, “korunan, dokunulmayan, otoritesi mutlak kabul edilen” ideoloji, sistem, şahıs ya da kadroların bulunmaması, “hukuksal ve kurumsal yapısıyla devletin kontrolü”nün, “sosyal ve kültürel yapısıyla devletli hayatın işleyişi”nin, “asli kimlik ve kişilik değerleri”ne kavuşmuş olan “milletin iradesi”ne bağlı bulunması lazımdır.

Şimdi konuyu ülkemiz ölçeğinde biraz daha somutlaştıralım.

Türkiye’de; millete rağmen yapılan “Kemalist devrimler” iptal edilmeden, “Kemalist ilkeler”in devleti biçimlendirmesine son verilmeden, “kurumsal ve hukuksal sistem/rejim” Milletin “asli kimlik ve kişilik değerleri”ni teşkil eden “İslam”a göre yeniden biçimlendirilmeden, “Seçim ve temsil sistemi”nin “siyasal parti disiplini”yle işlevsiz bırakılmasına son verilmeden, Milleti özünden koparan bütün engelle(mele)r, blokajlar kaldırılmadan... gerçekten “milletin egemenliği” sağlanmış olamaz.

Hal böyle olunca, her yıl 23 Nisan’da “ulusal egemenlik” denen bir bayramı kutlar, “egemenlik avuntusu”yla kendimizi kandırıp dururuz.

“Gerçek egemenler”in tahakkümü ise sürer, gider.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Faruk Köse Arşivi