D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

80 sene önce cumhurbaşkanlığı

80 sene önce cumhurbaşkanlığı

Tarihin gerekliliği hususunda çok şey söylenir. Galiba en temel olanı insanoğlunun bitmez tükenmez “bilmek” arzusudur. Geçmişi bilmek, bugünü anlamak için önemli ipuçları verir bize.

Türkiye Cumhuriyeti 90 yaşında. Bu uzun bir insan ömrü. Yani, cumhuriyetin ilan edildiği yıl doğup hâlâ yaşayanlar var. Biz 90 yıl öncesine değil, 80. Yıl öncesine bakarak bilgi tazelemesi yapmak istiyoruz. Maksadımız, bir dönemi idealize etmek veya zemmetmek değil. Türkiye’nin geçmişinden hisse çıkarmak.

“Türkiye Cumhuriyeti lider odaklı kuruldu” desek yanlış olmaz. Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale savaşından beri ülkenin gündeminde olan bir şahsiyetti. Mondros Mütarekesi’nden sonra, Anadolu’da işgalci güçlere karşı mukavemet düşüncesi hükümet merkezini de meşgul etmiştir. Bunun sonucunda Paşa, son padişah Vahidetdin’e yakınlığının da bir sonucu olarak, Anadolu’ya olağanüstü yetkilerle görevlendirilmiştir. İşte sonradan bir nevi milat olarak görülmek istenen 19 Mayıs 1919 böyle bir başlangıçtır.

Milli Mücadele başarıyla sürdürülürken, zaferin sahibinin iktidarın da sahibi olacağı gerçeği gözden uzak tutulmuştur. Nitekim, zafer kazanıldıktan sonra dünya güçleriyle masaya oturanlar artık Osmanlı Devleti adına değil, henüz adı konulmamış bir yönetim için çaba göstermektedirler.

Cumhuriyeti idaresi, barıştan sonra mücadelenin liderinin tertibi olarak ilan edilmiştir. En açık delili, Paşa’nın meşhur Nutkudur. Cumhuriyeti ilan etmek için Milli Mücadele’yi birlikte yürüttüğü birçok “arkadaş”ını haberdar etmeyi dahi gerekli görmeyen Paşa, kurduğu devletin başkanı olmuştur.

Anayasa arkadan gelir (1924). Anayasa’ya göre, hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Milletin yegâne ve hakiki temsilcisi TBMM’dir. Meclis, icra salâhiyetini (yetkisini), kendi tarafından müntahap (seçilmiş) Reisicumhur ve onun tâyin edeceği bir İcra Vekilleri Heyeti (bakanlar kurulu) marifetiyle istimal eder (kullanır).”

Halen yürürlükte olan Anayasa bazı farklı ibareler ihtiva ediyor bu konuda. “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.”

Son Anayasa’da fazladan iki husus var. Birincisi bakanların atamasının ve görevlerine son verilmesinin başbakanın teklifi üzerine olacağı. O zamandan farklı olarak cumhurbaşkanının bakanlar kuruluna uygun gördüğü hallerde başkanlık  yapma yetkisi de zikrediliyor. Atatürk’ün de zaman zaman kabine toplantılarına katıldığı biliniyor.

Türkiye’nin tek parti döneminde birden fazla başbakan olmuşsa da, sonradan “ikinci adam”lık vasfı yakıştırılan İsmet Paşa’nın çok uzun süre başbakanlık yaptığını, böylece dönemle özdeşleştiğini biliyoruz.

Mustafa Kemal Paşa’nın sadakatından emin olduğu İsmet Paşa’yı koruyup kolladığı, önce Mudanya Mütarekesi için görevlendirdiği, daha sonra da beklentinin aksine Lozan Konferansı’na baş delege olarak yetkilendirdiği biliniyor.

Paşa Lozan dönüşünden bir süre sonra başvekil yapılmış, ancak Atatürk’ün vefatından bir sene kadar önce başbakanlık görevinden uzaklaştırılmıştır. Bu uzun süre içinde, Cumhurbaşkanı ile başbakanın ilişkileri her zaman güllük gülistanlık olmamıştır tahmin edileceği üzere.

Atatürk, kendisiyle özdeşleyen cumhuriyetin başı olarak kabine üzerinde de ciddi tesirde bulunmuştur. Başbakanı emerivakilerle bakan değiştirmeye defalarca mecbur etmiştir. Bunlardan en meşhuru 81 sene önce, Dr. Reşit Galib’in Maarif Vekili yapılmasıdır. İstanbul’da Dolmabahçe sarayında bulunulurken, Atatürk mevcut Maarif Vekili’nin istifa etmesini sağlamış, yerine geçecek isim olan Reşit Galib’i de Ankara’daki başvekili telefonla arattırarak kabul ettirmek istemiştir. İsmet Paşa önce direnmiş, fakat bir süre sonra kabul etmek zorunda kalmıştır. Reşit Galib’in ertesi sene görevden alınması da yine Atatürk’ün zorlamasıyla olmuştur…

Arada olup bitenleri teker teker saymaya gerek yok. Neticede, Atatürk, İsmet Paşa’nın iktidardan uzaklaşmasını istemiş ve yerine Celâl Bayar’ı başbakan yapmıştır. Başbakan olduktan sonra da, neleri yapıp yapamayacağını konuşmuştur. Buna bakılırsa, Celâl Bayar’a çok az iş kalmış olmaktadır! Dış işleri, valilerin ve yüksek bürokrasinin tayinleri Cumhurbaşkanı’na aittir. Başbakan’a kalan neredeyse küçük memurların tayini ve iktisat işleridir!

80 yıl içinde köprünün altından çok sular akmıştır. 21. yüzyılın başında yeni bir oyun kurucu ortaya çıkmış ve Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir sistem arayışına girmiştir. 1930 ile bugün arasında ciddi farklar vardır. En önemlisi, Türkiye’nin demokratik sistemle yönetilen bir ülke olmasıdır. 1930’ların Türkiyesinde Cumhurbaşkanı, tek parti içinden istediğini başbakan yapabilirdi. Bugün seçim kazanmış partinin genel başkanından başka bir başbakan tayini, normal şartlarda mümkün olabilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi