Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

24 temmuz 1908'den 24 temmuz 1923'e

24 temmuz 1908'den 24 temmuz 1923'e

Cennet-mekân Sultan Abdülhamid Han, 1876'da açılan 1. Meşrutiyet Meclisi'ndeki siyasî manzarayı iyi teşhis etmişti. 2 yıl sonra meclisi kapattı. Azınlıkların ağırlığını ve Müslüman  vekillerin yetersiz oluşunu farketti ve bu kararı tereddüt etmeden aldı.

Meşrutiyet sevdalısı ittihatçılara, Ermeni ve Yahudiler'i kastederek "Filan filanları nazır mı yapacaksınız?" diye daima  karşı çıktı. Ancak bu duruma, 1908'e kadar dayanabildi. 24 Temmuz 1908'de 2. Meşrutiyet'in ilânından hemen sonra, Padişah haklı çıktı ve  Gabriel Noradunkyan isimli Ermeni, Nâfia ve Ticâret Nâzırı oldu. 1912'de  ise Hâriciye Nâzırlığı görevine getirildi. Balkanlar'daki 75 bin askerin terhis edilmesine sebeb olan bu melun, Balkan fâciasının  müsebbiblerindendir. Daha sonra, Paris Barış Konferansı'nda ve Lozan  Konferansı'nda, Ermeniler'e toprak koparmak için karşımıza dikilme cesâretini bile gösterdi.

Bir başka misal ise Hayım Nahum Efendi.  2. Meşrutiyet'in ilanından sonra hahambaşı seçildi ve 1919'a kadar bu görevi sürdürdü. Hahambaşı seçilmesinde ittihatçılar ile kurduğu ilişkilerin ehemmiyeti büyüktür. 1919'a kadar hahambaşılıkla birlikte, Osmanlı Devleti'ni yıkım sürecine götüren birçok diplomatik oyunun içinde yer aldı. Daha sonra ise 1926'ya kadar Avrupa'da, kurulmakta olan yeni Türkiye'nin lehinde çalışmalarda bulundu. Bir Yahudi'nin bu gayretinin sebebini iyi düşünmek lâzım. Muhakkak ki bir çıkarı,  bir vazifesi  vardı. Lozan barış görüşmelerinde Türk heyetinde yer aldı ve anlaşmanın imzalanması için çok emek verdi.

Bu iki misali özellikle verdim. Üzerinde çok düşünmenizi tavsiye ediyorum. İki azınlık mensubu, iki hâin, ikisi de Osmanlı vatandaşı… İkisinin de Osmanlı yıkılınca hesâbı var. Müslüman topraklarında gözü var. 24 Temmuz 1908'de başlayan yıkılma ve dağılma sürecinin noktalandığı 24 Temmuz 1923'e kadar boş durmadılar. Aynı gün başlayan ihânet süreci, 15 yıl sonra aynı gün noktalandı. Ben, Lozan Anlaşması'nın 2. Meşrutiyet'in ilânı  ile aynı gün olmasının tesâdüf olduğunu sanmıyorum.

Osmanlı'nın ekmeğini yiyen iki azınlık mensubundan Noradunkyan, aleni olarak karşımıza dikildi.

Nahum ise oyunu kuralına göre sinsice oynadı. Bu millete zafermiş gibi dayatılan Lozan'ın baş kahramanlarındandır. Hizmetlerinin karşılığı olarak yeni Türkiye devletinden  "efendi"  ünvanı bile aldı.  Çünkü işini lâyıkıyla yapmıştı. Türkiye'de işi bitince 1926'da, Mısır hahambaşısı oldu. Vazifesine orada devam etti.  Vazifesinin ne olduğunu anladınız sanırım. İsrail Devleti'ne doğru adım adım yaklaşırken bunun karşısında duracak güçleri birer birer susturmak ve  bertaraf etmek. Sultan Abdülhamid Han'ı bertaraf ettikleri gibi…

Aşağıdaki satırlar Nihal Atsız'a âit. Çanakkale'ye Yürüyüş  yazısından bazı cümleler. Atsız, sıkı bir Yahudi düşmanı olduğu için Lozan'ın ne olduğunu, kimlerin eseri olduğunu iyi biliyordu. Normalde bu satırlar kime âit desem Mustafa Armağan ya da Kadir Mısıroğlu aklınıza gelebilir.  Bu satırlar, 1933 yılında yazılmış. Bugün, Kemalizme, andımıza ve Lozan'a methiyeler düzen Türkçüler'e ithaf etmek istiyorum.

"Ey hukukçu efendiler!... Ey hukuk profesörleri, ey hukuk talebesi!... Lozan bizim tarihimizin en şanlı sayfası değildir. Eğer tarihimizi bilmiyorsanız cehaletinizden utanın. Eğer bildiğiniz halde kasıtla değiştiriyorsanız dalkavukluğunuzdan yüzünüz kızarsın. Siz her yıl Lozan barışının imzalandığı günde toplanır, başınızda yahudi dönmesi bir müderris olduğu halde bugünü kutlar, sulhunun Avrupalılarla müsavi şartta imzalanan ilk muahede olduğunu haykırırsınız.

Siz yalan söylüyorsunuz! Lozan Avrupalılarla müsavi şartta imzalanan ilk muahede değildir. Avrupalılardan toprak alarak, krallarını haraca bağlıyarak, kumandanlarını önümüzde diz çöktürerek imzaladığımız muahedeleri ne çabuk unuttunuz? Lozan ancak “Sevr”le kıyas edildiği zaman büyük bir kıymet alır. Yoksa Lozan başlı başına alındığı zaman hiçbir vakit bir zafer değildir. Evet! Daha düne kadar ”Süfera-i saltanat-ı seniyyeden” diye imza atan hocanız için Cumhuriyet devrinde Lozanı başka türlü anlatmaya imkan yoktu. Çünkü o saltanatın kölesi olduğu gibi Cumhuriyet'in de kölesi olmak mecburiyetindeydi.

Fakat ya siz?... Ya siz gençler? Eğer siz Lozan’ın ne demek olduğunu anlamak istiyorsanız ve gözleriniz Lozan Muahedesi'yle tanıdığımız ecnebi mekteplerini görmüyorsa Çanakkale savaşının olduğu yerlere gidin. Abidelerini ve abidelerimizi görün. Türk yurdunun en kutlu parçasını İngiltere haline sokan manzaraya bakın. O mukaddes topraklarda insanın içinde riya kalmıyor. O riyasız dakikada hükmünüzü verin!

“Lozan avrupalılarla müsavi şartta imzaladığımız ilk muahededir” demek şimdiye kadar esir hayatı yaşamış olduğumuzu kabul etmek demektir. Yalandır efendiler! Ya bilgisizsiniz, ya da dalkavuksunuz! Biz Lozan Muahedesi'yle topraklarımızın büyük bir kısmını kaybettik. Boğazları herkese açtık. Buraları tahkim etmemeyi kabul ettik. İçimizde propaganda yapan alçak papazların mekteplerine müsaade verdik. Ve... Vatanımızda düşman abidelerinin yükselmesine razı olduk.

Sizin kutluladığınız Lozan bu mudur? Milli hayatta, milli düşüncede kanaatkarlığa miskinlik derler. Bu kadarını ebedi bir zafer gibi kabul etmekle miskinleştiğinizin farkında mısınız? "

Evet! Aradan  90 yol geçti. Bu kadar miskinlik artık yetmez mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi