D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Radikal’de tarihçi!

Radikal’de tarihçi!

Onun için en iyi tanımlama bu galiba!

Gerçi artık Radikal diye basılı bir gazete yok. Anlayacağınız sanal gazete! Sanal gazeteye uygun sanal tarihçi!

Historyan mı, histeriyan mı? Orası meçhul. Bu hatunun yanlış yunluş yazıları hakkında sütundaşım iki yazı yazmıştı: “Ayşe ne zaman hür olabilir” ve “Ayşe’ye hürriyet!”

Bu iki yazıya bakarak bu hatunun ne kadar cahil, ne kadar ipe sapa gelmez bir “yorumcu” olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Bizim bu hatunun yazılarını okumaya pek vaktimiz olmuyor. Fakat, Mehmed Âkif’e el (ve dil) uzattığını görünce, ilgilenmek zorunda kaldık. 

Ekmeleddin Bey’in cumhurbaşkanlığı adaylığı babasının Mehmet Âkif’in Mısır yâranı listesinde ilk sırada olmasıyla bir hafıza tazelemesini yol açtı. Bir de İhsanoğlu, -her halde kazaen- İstiklâl Marşı ile Çanakkale şehitlerini karıştırınca, öyle doğru dürüst değerlerimizle ilgilenmeyen kesimde bir merak uyanmış olmalı. Ayşe hanım aktüel merakların üzerine gidiyor, gazetecilik de bunu gerektiriyor. 

Sanal tarihçi Türk edebiyatının üzerinde en çok yazılmış, konuşulmuş simalarının başında gelen Mehmed Âkif’le ilgili öyle yanlışlar yapıyor ki, insanın “hoop! diplomayı hangi kasaptan aldın” diyesi geliyor.

Yazıdaki yanlışların tamamını düzeltmek daha uzun bir yazı gerektirir! Biz sütunumuzun elverdiği kadar, birkaç mühim hataya temas edebileceğiz. 

“1918’de Şeyhülislamlık dairesine bağlı olarak kurulan Dar’ül  Hikmet-ül İslâmiye...” Önce kurumun adını doğru yazmak lazım: Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye. “Burada kâtiplik yapan Mehmed Âkif, 1919’da Kuva-yı Milliye’yi desteklemek için Bandırma’da yaptığı konuşma yüzünden görevden alınınca Anadolu’ya geçmiş ve Burdur milletvekili olarak TBMM’ye alınmış.”

Mehmed Âkif evet, bu kurumun kâtibi, yani genel sekreteri idi. Fakat, 20 Ocak 1920’de üyeliğe de tayin edildi. Demek ki, 1919’da görevden alınması imkânsız! Ya Bandırma konuşması? Hiçbir kaynakta doğrulamak mümkün değil! Peki Âkif, bu kurumdaki görevinden ne zaman azledildi? 3 Mayıs 1920’de. “Vazifesinden izin almadan ayrıldığı” gerekçesiyle! 

Mehmed Âkif, 1920’nin Ocağında Balıkesir’e gitmiş, 23 Ocak’ta Zağanos Paşa Camii’nde Millî Mücadele’yi destekleyen meşhur vaazını vermiştir. 1920 Nisan başında, M. Kemal Paşa tarafından mücadelenin manevî cephesini kuvvetlendirmek maksadıyla “İslâm şairi” sıfatıyla Ankara’ya davet edilmiştir. Ali Şükrü Bey’le uzun bir yolculuktan sonra Ankara’ya 24 Nisan’da ulaşmıştır. Akif’ten milletvekili olması istenmiş, İzmit, Biga ve Burdur onu seçmiş, o Burdur’un seçimini kabul etmiştir. 

“Ankara’da ev bulamadığı için Taceddin Dergâhı’na misafir edilmiş!” Âkif’i Taceddin şeyhi davet etmiş ve kendi evi olduğu için dergâhın şeyh evini ona ve arkadaşlarına tahsis etmiştir. Nitekim, Mehmet Âkif ailesini getirdikten sonra, Ankara’da bir ev tutmuş ve o eve yerleşmiştir. 

İstiklâl Marşı yarışmasında seçilen diğer altı şiir Mehmet Akif’in şiirinden daha fazla ‘milli’ öğeler taşımaktaymış. “Örneğin bu şiirlerde ‘Türk’ sözü geçerken Akif’in şiirinde sadece ümmet anlamına gelen ‘ırk’ terimi vardır.” Bu salakça iddiayı nasıl düzeltelim? Irk nasıl ümmet mânasına gelir? Ey etimologlar uyumayın!

İstiklâl Marşı’nın Meclis’te nasıl kabul edildiğini merak ediyorsunuz değil mi? Ayşe Hür kimsenin bilmediği, bilemeyeceği hakikati yazıyor: “Hamdullah Suphi’nin el kaldırma usulüyle yaptığı oylamada Akif’in şiiri çoğunluk oyuyla ‘İstiklal Marşı’ olarak kabul edilir.”

Ey akıl! Hamdullah Subhi Meclis’te hangi sıfatla oylama yaptırıyor? Meclis’te oylamayı başkan yaptırır. O gün Meclis Başkanı Dr. Adnan (Adıvar)’dır!

“İstanbul’da arkadaşlarının ‘Aziz Âkif’ diye andığı şair, Ankara’da ‘Arap Akif’, ‘mürteci Âkif’ diye alaya alınmaya başlayınca, 1922 yılının Aralık ayında ‘sağlık gerekçesi’ ile milletvekilliğinden istifa eder.”

Mehmet Akif 40 yıl düşünse, böyle mazeret bulup istifa edemezdi! Çünkü yalandan hiç hazetmezdi! Bu kadın bilmeden ahkâm kesmeye ne kadar devam edecek ve bu saçmalıklara rağmen el üstünde tutulacak? Rezaletin daniskası. Mehmed Âkif, 1. TBMM kendini feshettikten sonra, yani Meclis kapandıktan sonra, görevi bittiği için İstanbul’a dönmüştür. 1923’ün Mayıs ayı başlarıdır…

Mehmet Âkif’in 1923’de Mısır’a gitmesini Ali Şükrü bey’in öldürülmesine bağlaması, senaryoculuktaki yeteneğini gösteriyor. Ey sinemacılar, diziciler: İşte size dişinize göre muhteşem bir senarist.

Mehmet Âkif, Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine 1923 Ekiminde Mısır’a gitti, 1924 baharında döndü. 1924 Ekiminde tekrar gitti. 1925 Mayısında geldi, 1925 Ekiminde gitti ve 1936 Haziranına kadar orada kaldı… 

“1924 yılında en ünlü eseri olan Safahat Türkiye’de basılır ama, Mehmet Akif 1926 kışından sonra bir daha Türkiye’ye dönmez.” Safahat’ın altı kitabı 1928’de bir arada İstanbul’da basılmıştır. 1924’te basılan Safahat’ın 6. Kitabı Âsım’dır. Gölgeler ise 1933’te Mısır’da basılmıştır!

Siz zannediyor musunuz ki, Mehmet Akif 27 Aralık 1936’da Mısır Apartımanı’nda vefat etti? Hayır! Gerçeği radikal tarihçiden öğrenin: “Ve ‘İstiklâl Marşı Şairi’, 27 Aralık 1936’da Alemdağı’ndaki Baltacı Çiftliği’nde hayata gözlerini kapar.” 

Ne kadar romantik bir senaryo finali değil mi?

Ve yazının sonunda kalabalık bir bibliyografya. İçinde bir tane bile Mehmed Âkif’li ilgili temel kitap yok. Dücane’nin Bir Kur’an Şairi hariç!

Sütundaşım boşuna söylememiş: “Bu hatunun yaptığı hataları bir orta mektep talebesi yapsa, sittin sene sınıfta kalır!” 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi