Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Kahkaha mı, Hüzün mü?-2

Kahkaha mı, Hüzün mü?-2

Ey azizan! Bu yazımızı neşretme sebebini bir daha anlatalım:  

 

Devletlü bir kişimiz bir toplantıda hâlisâne niyetle edepten hayâdan bahsetmiş ve kadın kişilerin (erkekler de dahil) kahkaha atmasının iffet ve din anlayışımıza uygun olmadığını anlatmış. Laikçi, statükocu, Atatürkçü, liberal… ne kadar modern-ecinni ve zübbe taifesi varsa, “Sen misin kahkahaya karşı çıkan ortaçağ yobazı!..” yollu arkasından demediğini koymamışlar.

Bu ülke böylesine eblehlerin çoğaldığı talihsizliği yaşıyor şu sıralar. En eblehçe olanını da, İslâm âlimi olan babasının mezarda kemiklerini sızlatan cumhurbaşkanı adayı ve ahmaklığın numunesi olan İhsanoğlu söylemiş: “Kadınlarımızın gülmesine herkesin şen kahkahalarının duyulmasına ülkemizin her şeyden daha çok ihtiyacı vardır! Kadınlarımız kahkaha atıyorsa ümit var demektir!..”

Türkiye’nin zavallı monşerleri, intelijansıyası, laikleri, Atatürkçüleri… Müslüman kültürünü, âdabını ve dahi kahkahanın iffetsizlik olduğunu bilmiyorlar. Sadede geliyorum. Kahkahanın ne menem bir davranış olduğunu tebliğ için yazımızın ikinci bölümünü huzura çıkarıyoruz:
                                                        
BATILILAR “TANRILARINDAN” KOPTUKLARINDAN BU YANA KAHKAHA ATIYORLAR

Kahkaha modernizmin yani Batılıların ürünüdür. Dinlerine ve “Tanrılarına” inanmayı bıraktıklarından bu yana kahkaha atıyor, dünyanın nimetlerine kahkaha atarak seviniyorlar. Bundandır ki sık sık kahkaha festivalleri yapıyorlar. Kahkaha attıran tiyatrolar ve oyunlar, Batılıların Îsa Aleyhisselâm’ın hüznüne ihanetidir.

Kahkaha menfaatçi ve sömürmeye meyyaldir. Batılılar, hüznü terk edip kahkaha atmaya başladıklarından bu yana ülkeleri zalimce sömürgeleştirmeye başladılar. Dünyayı kahkahanın zaferiyle elde etmektir gayeleri.      

Kahkaha teorileri hızla yayılıyor. Zavallı Batılılar mutluluk hormonu salgılamak ve gevşemek için gülmeyi “Gelotoloji” adıyla bilim hâline getirerek, kahkahayı sürekli hâle sokmaya çalışıyorlar. Oysa gevşemek, insanın en âdi fiillerinden biridir. İnsanın, hilkatini bozarak gülmeme iradesini elinde alacaklar. Öyle ki, insan günlük hayatın her anını gülerek, kahkaha atarak geçirecek. Bu, yaratılışa aykırı ve çürümüşlüğün işaretidir. Anlaşılıyor ki bundan böyle Batılılar gülme komasından çıkamayacaklar.     

MODERNLER, “TANRI’NIN SIKICI BUYRUKLARINDAN” KURTULMAK İÇİN KAHKAHAYA BOĞULUYORLAR

Modernler, kahkaha yogasıyla gevşemeye, “stres atmaya” çalışıp güçlendiklerini sanan budalalardır.  Ölümden korktukları için kahkahaya sarılıyorlar. Bunlara göre kahkaha “özgürlüktür”,  dinin ve “Tanrının sıkıcı buyrukları”ndan kurtulmaktır. Zavallılığın böylesi var mıdır?

Gülme yogası Batılıları kuşatmış durumda. “Şimdi gülme vakti” diyen kitaplar, kasetler, tişörtler, saatler gırla gidiyor. Kahkaha ve gülmeyi bir ideoloji gibi disiplin hâline getiren militan dernekler var. Kendilerine “Kahkaha komandoları” diyen gruplar tramvaylara, otobüslere binip kahkaha kasetlerini yolculara zorla dinletiyorlar ve “Anti-depresanlarınızı atın gitsin, küresel kahkaha salgınına katılın” diye slogan atıyorlar. Sinirleri bozulan yolcular mecburen gülmeye başlayınca, başka vasıtalara geçip faaliyetlerini icra ediyorlar.

ELLİ ÜLKEDE BEŞ BİNDEN FAZLA “GÜLME KULÜPLERİ”

Bunlara göre iyi bir gülücü, bu salgını bir günde on kişiye bulaştırabilir. Bu güruhun bugün elli ülkede beş binin üzerindeki “Gülme Kulübü” icra-yı faaliyet içindedir. Bazı yerlerde kiliseleri gülme tâlimi yapılan mekâna dönüştürmüşler. Reklâmlarında gülme ve kahkaha tâlimlerinin kanser hastalığından tutun da sayısız hastalıklara şifa olduğu beyan ediliyor. İnsanlar spor salonlarında bir araya gelip toplu halde kahkaha atıyor, sonra da mutlu olduklarını söylüyorlar. İnsan, hilkatine bu kadar yabancılaşabilir ancak.

Batılılara göre gülmek, bilmek ve mutlulukla aynı mânaya geliyor. İnsan ne kadar gülerse o kadar iyi bilir ve mutlu olur. Kahkaha ilaç gibidir ve ölüme kafa tutmaktır. Gülmek, bilgiyi ve zekayı gösterir. Batılı kafanın gönlü ve “Tanrısı” olmayınca zekayı kutsadığını biliyorduk. Fakat kahkaha atmanın zekayı daha da güçlendireceği düşüncesi bu güruhun yeni uydurduğu bir yoga felsefesidir.
                     
Darvinciler gülmenin menşeini hayvanlara kadar indirmiş ve aralarında akrabalık kurmuşlar. Maymunun dudakların açıp kapamasını gülmek zannetmişler. Bu anlayışa göre insanın Yaratıcısı olmadığı için hüznü yoktur. Dolayısıyla insan gülen bir hayvandır.

HÜZÜN VEREN “TANRI”DAN KAHKAHA ATAN “TANRI”YA İLTİCA ETTİLER

Batı’nın en “Ruhçu” adamı Bergson hüzün değil, “Gülme” üstüne kitap yazmış. Hayret! W. Blake adlı felsefecinin dediği daha acayip. Batılının hazcı hayatının bir parçası olan kahkahayı fetiş hâline getirmiş. “Bağlayanları lanetle, gevşetenleri kutsa” diyor. Yani, bağlayan dinin buyruklarını protesto et; gevşetenleri, yani kahkaha gibi haz verenleri yaşat, tavsiyesinde bulunuyor. Sözde materyalist olmayan felsefeci Grayling de, “Dünyanın anlamsızlığı içinde kahkahanın insanı zinde tuttuğunu…” ifade etmiş.

Batılılar ve taklitçileri bütün modernler böyledirler işte. Dinlerini terk edip, hüzün veren “Tanrı”dan kahkaha atan “Tanrı”ya iltica ettiler. Yaradan’dan, ahiret inancından, yani gurbet ve hüzünden koptukları için bunalım içindedirler.

Bundan dolayıdır ki suni gülme icat ettiler ve kahkahayı felsefeleştirdiler. Hüznü tanımadıkları için bunalımın karşısına gülmeyi koydular. Bunalanlar kahkaha atıyor, bunalımlarını kahkaha “terapileriyle” savuşturacaklarını sanıyorlar. Oysa kahkaha ruhları âbad edemez.
               
AĞIR BİR SUAL: “NEYE GÜLÜYORUZ, NİYE GÜLÜYORUZ?”
      
Gülmenin edep ve ölçüsünü ilmihalleştiren Ali Yurtgezen hoca, irfanımızdan bihaber zamâne insanına “Neye gülüyoruz, niye gülüyoruz?” diye ağır bir sual soruyor:

“Gülmekse unutmanın, gafletin, kaybolmuşluğun işareti olduğu için hoş karşılanmamış, bayağılık sayılmıştır müslüman terbiyesinde. İstanbul’lar feth eylediğimiz zamanlarda çocukların terbiyesi için el kitabı hükmünde yazılmış ‘Ta’lim-i Edeb” kitapları vardı. Bu kitaplarda, ‘Gülerek konuşmak, çok gülmek ayıptır; namazda gülmenin namazı fasit eylediğini bildiğin halde, yeryüzünün mescit kılındığını, her an Allah’ın huzurunda bulunduğunu unutup, olura olmaza niye gülersin?’ ikazları yer alırdı. 18. asırda ‘Gülelim, eğlenelim, kâm alalım dünyadan’ mısraını mırıldandığımız sıralar Osmanlı Devleti çatırdamaya başlamıştı. Nihayet ‘melâli anlamayan bir neslin’ bütün eski değerleri yer ile yeksan ettiği günden beri Süper Güçler’in ayak işlerini yapıyor, ekmeğini yiyor, kılıcını çalıyoruz. Bugün artık melâli anlamayan nesle aşina olmakla kalmadık, ‘melâl’i kelime olarak da lügatimizden çıkardık. Artık mutluluğu gülmenin neticesi kabul ediyoruz. Mutlu olmak için de bol bol gülüyor, kahkahalar atıyor, güle güle ölüyoruz. (…) Kalbin ölümüne, mutlak mânada helâke yol açan illetlerden biri de çok gülmektir. Onun için Hz. Peygamber s.a.v., ‘Çok gülmeyin, zira gülmenin çoğu kalbi öldürür’ buyurmuştur. Bu açık ve net ikaza rağmen nasıl oldu da ‘güle güle ölme’ye imrenen, gülüp eğlenmeyi, şamatayı, maskaralığı benimseyen bir topluluk haline geldik? Hayatı boyunca hiç yüksek sesle gülmemiş bir peygamberin ümmeti, bu ölçüsüzlüğü nasıl ve nereden peyda etti?“
       
“MÜSLÜMANIN YÜKSEK SESLE GÜLMESİ DE ASIK SURATLI OLMASI DA NEZAKETSİZLİKTİR”

“Gülmenin itidali tebessümdür” diyen Ali Yurtgezen hoca, Hz. Peygamberimizin sünnetini hatırlatıyor: “Miraç hadisesinden sonraki günlerde mahzunlaşan Rasul-i Ekrem s.a.v., bu halinden sual edildiğinde, ‘Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurmuştur. Tasavvuf uluları da ‘Cennette duran bir adamın ağlaması ne kadar garip ise, dünyada bulunan bir kimsenin gülmesi, o nispette şaşılacak şeydir’ demişlerdir. Buna rağmen, ciddiyet ve ağırbaşlılık esas olmakla birlikte, gülmek beşerî bir tepki, hatta bazen bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla gülmenin büsbütün yasaklanması söz konusu değildir. (…) Gülmekle alakalı bütün ikaz ve yasaklar aslında bir ifratı, aşırılığı önlemeye, edep çizgisini muhafazaya yöneliktir. Edep, hadde riayettir. Gülmenin haddi de tebessümdür. Hz. Peygamber s.a.v. tebessüm eder, nadiren mübarek dişleri görünecek şekilde gülerdi. Türkçede ‘gülümseme’ diye karşılansa da ‘tebessüm, gülme kategorisine girmez. Mesela hüzne mani değildir. Yahut mahzun olmak tebessümü engellemez. ‘Gülmek’ten, ahireti unutmuş olma hâlinin tezahürünü, bir ölçüsüzlüğü anlamak gerekir. Dolayısıyla meseleyi ‘Gülmeyelim de somurtalım mı?’ gibi bir ifrat tefrit ekseninde polemiğe mahkum etmek doğru değildir. Nitekim müslümanların birbirlerine karşı mütebessim, yani güler yüzlü olması istenmiştir. Yüksek sesle ve çok gülmek nasıl nezaketsizlikse, asık suratlı olmak da nezaketsizliktir.”

Bu satırlar bize, tebessümle verdiğiniz sadakanın hayrını, kahkaha ile heba etmeyin, diyor. Tebessüm dinginlik hâli iken kahkaha çılgınlık hâlidir. Tebessümde ne kadar kendinizi bilir, kendinizde olursanız, kahkahada bir o kadar kendinizi kaybeder, kendinizden uzaklaşırsınız.

Kahkaha, Sünnetullah’tan uzaklaşmış bir refahın ve hoyratlığın tezahürüdür. Allah Resûlünün bir kez dahi kahkahayla gülmemiş olması, en neşeli hallerinde bile tebessümle yetinmesi, mübarek gönlündeki hüzündendir. Müslümanca derdi ve mesuliyeti olan kahkaha ile gülmez; hüznü var çünkü.

ilbeyali@hotmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi