Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İçkisiz lokantada “Türkiye’nin Başbakanı&rdqu

İçkisiz lokantada “Türkiye’nin Başbakanı&rdqu

İnsanlar, elbette “kendi yaptıklarından” veya yapmak isteyip de “yapamadıklarından” sorumludur... İnsanı bağlayan, kendisinin “söylem” veya “eylem”leridir... Bu, böyle olmasına böyledir de; bir de; insanları “kendi istedikleri yere oturtan” başkaları vardır... Biz, bunu; “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” sözüyle izah ederiz... Gerçekten de, “şeyhler uçmaz” ama müritler; şeyhlerine “olağanüstü güçler” yüklerler.. Onları kâh “uçurur”lar, kâh “deniz üstünde yürütür”ler!.. Çünkü, onların gözünde, şeyhleri “olağanüstü güçlere sahip”tir ve “eşi bulunmaz birer adam”dırlar!.. Böyle gördüğü, böyle inandığı için “mürit” olmuştur!.. Şeyh, eğer “normal bir insan”sa, ona niye “mürit” olunsun ki?!?..
Peki, şeyhlerine “olağanüstü güç”ler yükleyenler, sadece “mürit”ler midir?..
Bir de, tabiri caizse, “Atatürk’ün müritleri” var ki; onlar da Atatürk’e “olağanüstü güçler” yükleyip, onu kâh “uçuruyor”, kâh “ilâh”laştırıyor!..
Aslında, “şeyh”ler de “Atatürk” de, bazı “meziyet”leri olsa bile “normal” insanlardır...
Ama, gelin görün ki;
“Mürit”ler öyle demiyor!..
Şeyhlerini, illâ uçuracaklar!..
Ya da Atatürk’ü “ilah”laştıracaklar!..

BURSA NUTKU DİYE BİR NUTUK YOK!
Ama, olmuyor işte... Bir gün geliyor; “kalıp”lar parçalanıyor, “kaide”ler çöküyor, “gerçek”ler ortaya çıkıyor!..
“Atatürk’ten fazla Atatürkçü kesilenler”in bir kalıba soktukları, bir kaideye oturttukları Atatürk’ün, “aslında hiç de öyle olmadığı” tek tek gün yüzüne çıkıyor!..
Evet, gün yüzüne çıkıyor ki;
Meselâ, “Atatürk’ün böyle bir sözü yok”tur!.. Atatürk’ün; söylediği gibi bir eylemi de yoktur!..
Ama, dedik ya;
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur!”
Bunun “en taze örnek”lerinden ikisi; “Atatürk’ün Bursa Nutku” diye bir nutkunun olmaması ve Anadolu Ajansı hakkında bir sözünün bulunmaması...
“Nutuk” olayını biliyorsunuz...
Atatürk’ün 6 Şubat 1933’te Bursa’da söylediği varsayılan “Bursa Nutku”nun “uydurma” olduğu ortaya çıkmıştı... Gazeteci yazar Mustafa Armağan, koyu bir Atatürkçü olan Falih Rıfkı Atay’ın, 10 Nisan 1967’de savcılığa verdiği ifadede, “Bursa Nutku diye Atatürk’ün söylediği bir nutuk yoktur... Bursa gazetecisinin yazdıkları ve kulak rivayetlerinden ibarettir” dediğini aktarıyor!..
Peki; “Atatürk’ten de Atatürkçü” kesilerek, “Atatürk’e Bursa Nutku söyleten” ve dolayısıyla “Atatürk” adını kullanarak “gençliği anarşizme çağıran” kim?!?..
“Bursalı bir gazeteci!”
Evet, “Atatürk’ü kullanan” Bursalı bir gazetecidir... 
Peki, “Bursalı gazeteciyi kullanan” kim veya kimlerdir?..
Sorunun cevabını Falih Rıfkı Atay veriyor:
“Atatürk, son derece nizamcı ve devlet otoritecisi idi. Memlekette anarşi havası yaratmak kasdı vardır... Atatürk bu kasda alet edilmek istenmiştir.”
Demek oluyor ki;
“Memlekette anarşi havasının estirilmesi”ne ihtiyaç varmış ve bunun için de “Bursalı gazeteci kullanılmış”, onun ağzından “Bursa Nutku” uydurulmuş!..
Yani, birileri “kendi kafalarında” bir “Atatürk şablonu” çizmişler, Atatürk’ü de ona uydurmuşlar!.. Daha doğrusu, “kendi amaçlarına alet etmişler”!..

ATATÜRK’ÜN AA HAKKINDA DA SÖZÜ YOK!
Biliyorsunuz, sadece “Bursa Nutku” değil, AA hakkında “Atatürk’e maledilen” sözün de “uydurma” olduğu ortaya çıktı.
Haberi, dünkü Vakit’ten aktarıyorum:
Yıllarca Atatürk’e ait diye Anadolu Ajansı’nın övünerek kullandığı “Anadolu Ajansı Türkiye’nin sesini dünyaya duyuracaktır” sözü, aslında kurumun 15 yıl boyunca genel müdürlüğünü yapan Atilla Onuk’un yakıştırması. 
Onuk, bu yalanı nasıl uydurduğunu şöyle itiraf etmiş: “Bir 10 Kasım öncesiydi. Zamanın genel müdür yardımcısı Turgay Üçöz, Yönetim Kurulu Başkanı Mithat Perin ve ben oturmuş, konuşuyorduk. 10 Kasım’da bir etkinlik yapma kararı aldık. Giriş kapısının solunda bir Atatürk köşesi yapacak ve 10 Kasım’da açacaktık. 
Derhal çalışmalara başlanıldı. Kısa bir süre sonra çalışmaları görmem için beni aşağı çağırdılar. Güzel bir köşe olmuştu ve güzel de bir büst yerleştirilmişti. Ancak arkadaşlar, Atatürk’ün ajansla ilişkisini ifade edebilecek bir söz veya slogan aradıklarını; fakat bulamadıklarını söylediler. 
O an aklıma birdenbire şimdi kullanılan slogan geldi: ‘Anadolu Ajansı Türkiye’nin sesini dünyaya duyuracaktır/Kemal Atatürk’ yazın ve büstün altına koyun’ dedim. 
Ertesi gün geldiğimde meşhur slogan pirinç harflerle büstün altında gösterişli bir şekilde duruyordu. Ondan sonra da bu yakıştırma gerçekten tuttu ve bugüne kadar geldi.”
Herhalde daha fazla söze hacet yok...
Ne demiştik;
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur!”
Ya da;
“Atatürk söylemez, Atatürkçü söyletir!”
Atatürk’e; “Bursa Nutku”nu söylettirdikleri ve “Anadolu Ajansı’nı övdürdükleri” gibi!..

ERTUĞRUL ÖZKÖK’ÜN BÜYÜK MUTLULUĞU
Bunlar gibi, “daha nice örnekler” var ki; Atatürk bunları ne yapmış, ne de söylemiş!.. Ama, benim asıl konum; “Atatürk’ten fazla Atatürkçü kesilenler”in yediği “halt”lar değil...
Ben, bu iki güncel örnekten yola çıkarak; “Tayyip Erdoğan’ı bir kalıba sokma” veya “Erdoğan’ı olduğundan farklı gösterme” çabalarına değinmek istiyorum.
“Erdoğan’ı kendi önünde diz çöktürme” veya “Erdoğan’a boyun eğdirme” olarak yorumlayabileceğimiz bu “girişim”lerin öncülüğünü, malûm olduğu üzre Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök yürütüyor!.. Özkök’ün, “Erdoğan’ın eline kadeh tutuşturma” konusundaki canhıraş gayretlerini biliyorsunuz... Özkök’e göre; Erdoğan eline “kadeh” alacak, “içkili lokanta”da oturanlara “şerefe” diyecek ve böylece hem “Türkiye’nin Başbakanı” olacak, hem de “Türkiye normalleşecek”ti!..
Bu şekilde “uzlaşma” olmayacağını, daha doğrusu olamayacağını; “insanlık”larını yitirmiş ve adeta “hayvanca” davranan “laikçi zorbalar”ın yol açtıkları olaylarla, dün kanıtladık...
Her neyse... Ertuğrul Özkök, buna rağmen Başbakan’ı “esir” almaya, “teslim” almaya, daha doğrusu “Başbakan da benim çizgime geldi” demeye kararlıydı ki; 22 Ağustos 2008 tarihli ve “Kadeh olayında önemli gelişme” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“13 Ağustos Çarşamba günkü yazımın başlığı şöyleydi:
“Lütfen Bir Kadeh Sayın Başbakan.”
Yazımın amacı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “yeni öteki Türkiye’ye” karışmasının, onlarla aynı masaya oturmasının yaratacağı yumuşamayı anlatmaktı.
Bu yazının çıkışından iki gün sonra ilginç bir olay olmuş.
“Olmuş” diyorum; çünkü olayı, bir okuyucumun telefonuyla öğrendim.
Rumelikavağı’nda “Balıkçı Kahraman” isimli bir restoran var.
Ben hiç gitmedim, ama gidenlerden hep dinledim.
(...)
15 Ağustos Cuma akşamı saat tam 21.00’de işte bu restorana 8 kişilik bir müşteri grubu geliyor.
Şimdi sıkı durun.
Kapıdan giren müşterilerden biri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Yanında, eşi Emine Erdoğan, oğlu Bilal ve gelini Reyyan da bulunuyor.
Başbakan, masaya oturmadan önce restorandaki bütün masaları ziyaret edip herkesin elini sıkmış ve “Afiyet olsun” demiş.
Sonra diyetine uygun bir yemek siparişi vermiş.
(...)
Tabii siz de benim gibi şu sorunun cevabını merakla bekliyorsunuz.
Bu restoranda içki servisi yapılıyor mu?
Evet yapılıyor.
Müşterilerinin çoğu da içki içiyor.”
“Ertuğrul’un ruh hali” yazısından da anlaşılıyor... Gördüğünüz gibi; Ertuğrul’un mutluluğu “orgazm” derecesinde!..
Haklı!.. Niye mutlu olmasın ki?!?..
Başbakan, tam da “Ertuğrul’un istediği gibi” yapmış ve bir “içkili lokanta”da yemek yiyip, “içki” içen müşterilere “afiyet olsun” demiş!.. Yani, hem “Türkiye’nin normalleşmesi”ne katkı sağlamış, hem de “Türkiye’nin Başbakanı” olduğunu kanıtlamış!..
Ama, en çok da;
“Ertuğrul’un sözünü tutmuş!”
Mı acaba?!?..

ERDOĞAN AYNI GECE İÇKİSİZ LOKANTADA!
Efendim, Ertuğrul’un; “Ohh... Başbakan Erdoğan sözümü tutup, içkili lokantaya gitmiş” diyerek mutluluktan uçtuğu günlerde, evet 15 Ağustos Cuma günü, Başbakan Erdoğan, “içkisiz bir mekân”a da uğramış, iyi mi?..
Evet, evet; saat 21.00’de uğradığı “Balıkçı Kahraman”dan sonra, aynı akşam saat 22.00’de de, Sarıyer’deki “Saraylı Lokantası”na gitmiş... Hem de, “eşi ve çocukları”yla birlikte...
Lütfen dikkat;
İsmail Keleş’in sahibi olduğu Saraylı Lokantası, o civardaki “içkisiz tek balıkçı lokantası”dır!.. Lokantanın girişinde de, “müessesemiz içkisizdir” yazmaktadır!..
Erdoğan, işte bu lokantada, saat 22.00’den, saat 24.00’e kadar tam 2 saat kalmış... Hem “kahve”sini içmiş, hem de “lokantanın sahibi, çalışanları ve müşterileri” ile sohbet edip, onların “dert”lerini dinlemiş... Ve tabii, onlarla birlikte, bir de “hatıra fotoğrafı” çektirmiş!..

İNSANLARI OLDUKLARI GİBİ GÖSTERİN!
Şunu söylemeye çalışıyorum:
Tayyip Bey’i, “içkili lokanta”ya gitti diyerek “bir yere oturtmaya” ve onun tavrına “anlam yüklemeye” çalışmak, “Ertuğrul’un kompleksi”ni belki giderir ama, bu “gerçekçi” olmaz!..
Çünkü Tayyip Erdoğan; öyle veya böyle “Türkiye’nin Başbakanı”dır!..
“Zengin-fakir” veya “içkili-içkisiz” her mekâna gitmektedir...
Ne yani; “İçkili Balıkçı Kahraman”a gidilince “Türkiye’nin Başbakanı” olunuyor da, “İçkisiz Saraylı Lokantası”na gidilince olunmuyor mu?!?.. Türkiye’de sadece “içki içen vatandaşlar” mı yaşıyor?..
Son olarak şunu söylemek istiyorum:
İnsanları, “bizden” veya “onlardan” diyerek “kategorize” etmeye çalışmayın!..
İnsanları, “olduğu gibi” kabul edin... Daha doğrusu, “olduğu gibi” gösterin!.. Yani, “uçurmaya” filan çalışmayın!..
İşte gördünüz; “şeyh uçmaz, mürit uçurur” misali; Atatürk’e, “söylemediği sözleri söyletir” iseniz, bir gün gelir, bunların “uydurma” olduğu ortaya çıkar...
“Bursa Nutku” ve “AA olayı” gibi!..
Ertuğrul’a tavsiyem;
“İnsanları, oldukları gibi kabul etmesi ve oldukları gibi göstermesi”dir!..
Çünkü Tayyip Erdoğan;
Dün de “Türkiye’nin Başbakanı”ydı, bugün de!..

O çivili sopa kimin?
“Din ve dindarla mücadele”nin bayraktarlığını bir zamanlar Cumhuriyet gazetesi yürütüyordu... O kadar ki; “keçisi çalınan imam”ın haberini “imam keçi çaldı” başlığıyla verecek derecede!..
Şimdi, aynı fonksiyonu “kartel gazeteleri” üstlenmiş vaziyette... Özellikle de, kendisine “Aydın Doğan’ın tetikçiliğini yapma” görevi verildiği söylenen Vatan gazetesi!..
Vatan, dün şöyle bir haber yapmıştı: “Ankara Keçiören’de içki satan büfeciye saldırı kameraya yakalandı!.. Büfeciyi, çivili sopayla dövdüler!”
Oysa olay, tam da “keçisi çalınan imam”la ilgili haberi, “imam keçi çaldı” diye sunmak gibi!..
Efendim, meğer “olayın aslı” neymiş biliyor musunuz?.. “Belirlenen saatler dışında da içki sattığı” için diken üstünde olan büfeci, büfesinde “çivili sopa” bulunduruyormuş...
Biraz da, “herhangi bir sarhoş saldırısına tedbir” olarak!..
Zabıta gelince, “çivili sopa”sını alıp, saldırıya geçmiş!.. Zabıta da; işte bu “çivili sopa”yı almış büfecinin elinden!.. Fotoğraf da, “çivili sopa zabıtanın elinde” iken çekilmiş!..
Görüyorsunuz ya; “suçlu” birisi, nasıl da “haklı” konuma geçiveriyor!..
Eee, arkasında “kartel” gibi bir “dayı” olunca, böyle oluyor!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi