Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Ümmet olmak büyük olmaktır!

Ümmet olmak büyük olmaktır!

Ümmet olmak büyük olmaktır. Renk bolluğu demektir. Evet, dertliyiz, dert yığını içinde yaşarız ama biz razıyız derdimizden. Biz kabile değiliz, saksı kadar çiçek alacak küçük bir toprak parçasında değiliz. Biz ümmetiz. Allah’tan korkalım. Ahireti unutmayalım

SEÇME YAZILAR NUREDDİN YILDIZ

 Biz Muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. Kimsenin adı ile anılmayı kabul edemeyiz. Rabbimiz bizi ‘Müslümanlar’ olarak adlandırdı. Müslümanlık yerine kullanılan bütün adlara lanet olsun. Kardeşliğimizi yaralayan hiçbir çalışma bu ümmetin adına yürütülebilen bir çalışma değildir. Bahçemizi bir tek çiçeğin bulunduğu bahçe zannedenler saksı kafalıdırlar. Saksı kafalıdırlar ki, bir tek çiçek düşünebiliyorlar. Hâlbuki biz, ümmetiz. Ümmet olduğumuz için de rengârenk çiçeklerle dolu büyük bir bahçe gibiyiz. Bir tek çiçek bilebilenler, kısır akıllılar, bu büyük ümmetin azametini idrak edemeyenlerdir. Yok kardeşim, bizim imanımızda şu veya bu insan adıyla anılmak yoktur. 

İlim adına, cihat namına önümüzde duranların adını hizmetlerinden ve bizim üzerimizdeki haklarından ötürü yâd ederiz. Onlara nispet edilmeyi kabul etmeyiz.

Hayır! Biz saksı hacimli değiliz. Bir çiçek için açmış baharın ürünleri değiliz. Kar çiçeği de değiliz. İnsanlığın son gemisi bir ümmetiz biz. Bütün renklerimizle, türlerimizle bu bahçenin çiçekleriyiz.

Ümmet olmak büyük olmaktır. Renk bolluğu demektir. Evet, dertliyiz, dert yığını içinde yaşarız ama biz razıyız derdimizden. Biz kabile değiliz, saksı kadar çiçek alacak küçük bir toprak parçasında değiliz. Biz ümmetiz. Allah’tan korkalım. Ahireti unutmayalım. Şeytanın hesaplarını ihmal etmeyelim. Yarın siz, biz, o kardeşlerimiz ve hepimiz Rabbimizin huzuruna dikileceğiz. Bunda şüphemiz yoktur elbette. Şeytan bunu unuttursa da biz unutmayalım sakın. Birbirimizin imanı ile oynamış kimseler olarak nasıl dikiliriz huzura? Eyvah ki, başımızı küfrün cenderesinden kurtardık derken birbirimizin boğazına sarıldık, imanımıza göz diktik, eyvah ki ne eyvah!

Bir mü’min kardeşiniz olarak size yarın, Rabbimizin huzurunda mesuliyetten kurtulmamıza vesile olacak ilkeler tavsiye edeyim. Umarım siz de biz de ve hatta o kardeşlerimiz de hepimiz aklımızı başımıza alırız ve birbirimizle değil küfürle mücadelenin elzem olduğunu idrak ederiz.

‘Allah ve MuhAmmed’ diyen kimse ile uğraşmayın a- Ümmet olduğumuzu unutmayalım. Ümmet olmak, temel iman esaslarında bir olmak, birbirimizi değil küfrü hedef olarak görmek demektir. Sakın ‘Allah ve Muhammed’ diyen kimse ile uğraşmayın. Bu iki ismin etrafında bulunalım. Ayrıntılarla ilgilenme zamanında değiliz. Ümmet olmakla kabile olmak arasındaki fark da buradan gelmektedir.

Kur’an ve Sünnet varken başka cephemiz olamaz

b- Mezhepler haktır yani yerindedir ve gereklidir. İmam Eş’ari rahmetullahi aleyh, dinimize en büyük hizmetleri yapmış büyük imamlarımızdan biridir. Kıymetinin bilinmemesi ona bir eksiklik getirmez. Varsın konuşan konuşsun. Siz savunmayın bile onu. Siz akidenizi sarsmayın yeter. Savunurken daha çok batarsınız. Vehhabiliğin tohumları bile yokken Eş’ari olarak Rabbine yürümüş milyonlarca mü’min vardı. Vehhabilik henüz bir ailenin adı etrafında oluşum olmanın ötesine gidememiştir. Vehhabiliği, mevcut uygulayıcılarına göre değerlendirdiğimizde kanaatimiz budur. Vehhabiliğin müdafaa ettiği ama o ismi kullananların içini doldurmadığı değerlere ise büyük oranda biz de bağlıyız. Ortada Kur’an ve Sünnet varken bizim başka bir cephemiz olamaz. Ama İslam’ın düşmanlarını bir kenara bırakıp, yönetimlerinin İsrail rızası etrafındaki politikalarına çıt çıkaramayıp hıncını mü’min kardeşlerinden almaya yeltenen Vehhabiliği reddetme hakkımız vardır. kazanan şeytan olmasın

c- Mü’minlerin arasındaki hiçbir tartışma, birinin diğerini ikna etmesi ile sonuçlanmamıştır neredeyse. Bugüne kadar tartışan iki mü’min değil, üçüncü kişi olan şeytan kazanmıştır hep. Siz de tartışmayın. Üçüncüyü kazandırırsınız. Onlar size sataşsın. Siz bildiğinizi yapın. Bizzat size sataşanlar kesinlikle sizinle aynı imanı paylaşıyorlar. Kullandıkları kavramların ne anlama geldiğini kendileri de derinlemesine bilmezler. Mü’minle tartışmak ve mü’mini sıfırlamak diye bir ibadet yoktur. Bu bahane ile nefsi tatmin etmek ve şeytanı hoşnut etmek vardır. Siz yapmayın bunu.

d- Oradaki kardeşlerimiz, sizinle bu denli uğraşırken neden küfür diyarında kalıyorlar? Vehhabiliğin en temel ilkelerinden biri şirk diyarında kalmamaktır. Onlar dedim ya kendileri de kullandıkları kavramların içeriğinden bîhaberdirler esasen. hepimiz Rabbimizin affını dileyelim

e-  Bugüne kadar boş tartışmalara girdi iseniz istiğfar edin. Orada imanınızı korumaya, nesil yetiştirmeye bakın.

f-  Şu ümmetimizin durumuna bakın ve biz ne ile meşgulüz, ne ile meşgul olmalı idik onu düşünün. Sonra da hepimiz topluca Rabbimizin affını dileyelim. Basit bir hata değildir içine düştüğümüz hata. İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn.

Lütfen dua edin bize. Biz de size dua ederiz. Birbirimize dualar edelim

Ders içinde ders

Bir derste Mahir İZ Bey yoklama yaptıktan on dakika sonra iki talebe geldi. Onlara; “Geldiniz mi harâmiler?” dedi. Devamla; 

“Ders müddetimiz kırk dakika. Devlet bize dakika üzerinden maaş veriyor. Yoklamaya ne lüzum vardı. Siz geç geldiğiniz için saati yoklamayla doldurdum. Bu talebenin on dakikalık hakkını yediniz. Dağ başında yol kesen harâmî ile sizin ne farkınız var” demişti. 

“Milletin on dakika hakkını yediniz, benim on dakika hakkımı yediniz!” diye geç gelen talebeleri ihtar etti. 
   Din psikolojisi dersinde ibâdet içinde duyulan vecd hâlini anlatıyordu. Kendini vererek ve her şeyi unutarak ibâdet etmenin değerinden bahsediyordu. Öğrencilerden biri dayanamayıp; “Ama Hocam sizin dediğiniz gibi kendinden geçercesine namaz kılarsak, rekâtların sayısını şaşırırız” dedi. 

Mahir İz Hoca da: “Keşke öyle kılabilsen de rekâtları şaşırsan…” diye cevap verdi. Nasıl baktığın, neleri 

görebileceğini belirler Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu: “Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı ? “Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi : “Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”
 Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi. “İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki !” “Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.”
Birinci özellik : Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”

İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.”

Üçüncü özellik : Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.”

Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.”
Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.” 
Bir Torba Toprak

Dürüstlüğü, merhameti ve liyakati ile tanınan Endülüs hükümdarı İkinci Hakem’in (961-976) saray bahçesinin yakınında, bu bahçeye bitişik fakir bir kadının bir tarlası vardı. Hakem, günün birinde buraya bir köşk inşa etmek istedi. Maksadını idare memuruna anlatarak bu tarlayı satın almasını emretti. İdare memuru, kadının evine gitti ve durumu anlattı. Fakat kadın tarlasını satmak istemedi. Memur, kadından aldığı red cevabı üzerine tarlayı istimlak etti, hatta üzerine köşkü de çok kısa sürede bina ettirdi. Biçare kadın, adalet ve kanuna tamamen aykırı olan bu hareket üzerine Kurtuba Kadısına müracaat ederek derdini anlattı. Kadı Beşir, hanımın şikayetlerini dinledikten sonra adaletin en kısa sürede yerini bulacağını ve üzülmemesini söyleyerek kadıncağızı gönderdi. Halife, bir gün yeni köşkünde istirahat etmekte iken Kadı Beşir, bir merkep üzerinde boş bir torba ile halifenin önünden geçti. Beşir, Halife’nin yanına yaklaşarak elindeki torbaya evvela toprak doldurmasını, sonra da merkebe yüklemesini rica etti. Halife Hakem, “Bu işin sonunda herhalde bir şey var” diye düşünerek Kadı’nın bu isteğini yerine getirmek istedi. Torbayı toprakla doldurdu fakat torba gayet dolu olduğu için bir türlü kaldıramadı. Bunun üzerine Kadı Beşir, son derece vakarlı bir eda ile Halife’ye hitaben şu nasihatte bulundu: “Ey mü’minlerin emiri! Bak, bu torba, halkından birinin elinden zorla aldığın tarlanın ancak küçük bir parçasından ibarettir. Sen bugün bu kadarcık bir toprağı kaldıramazsan, yarın ahirette o koca tarlayı nasıl kaldıracaksın?!” Halife bu sözlerden çok etkilendi. Derhal meseleyi araştırdı ve hatasını anladı. İhtiyar kadıncağıza tarlasını iade ettiği gibi üzerinde inşa ettirdiği köşkü de kadına hediye etti.

Hz. Ömer’in ölçüleri Hazreti Ömer’in verdiği şu ölçüleri hatırdan çıkarmamak icâb eder: “Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız; 

*Konuştuğunda doğru söylüyor mu?
*Kendisine bir şey emanet edildiğinde, emanete riayet ediyor mu?
*Dünya ile meşgul olurken helal-haram hassasiyetini gözetiyor mu? İşte bunlara bakınız.”

Velhasıl, kişinin ibadetlerinde, muamelatında, ahlakında ve hayat nizamında şer’i ölçülere riayet hassasiyeti yoksa, o kişinin tasavvufi bir terakki beklemesi manasızdır. Unutmayalım ki, İslam’ın zahiri hükümleri diyebileceğimiz şeriat, adeta bir vücudu ayakta tutan iskelet gibidir. İskeleti olmayan, omurgasız bir beden ayakta kalamaz. Fakat sırf iskeletten ibaret bir dini hayat da kimilerinin kasten göstermek istedikleri gibi ürkütücü, soğuk, itici ve ruhsuz bir İslam anlayışı ortaya koyar. Vahyin Dilinden “Ey îmân edenler! Ne bir alışveriş ne bir dostluk ne de (Allah’ın izni olmadıkça) bir şefaat bulunmayan kıyâmet günü gelip çatmadan önce, rızıklandırdığımız nîmetlerden Allah yolunda cömertçe sarf edin. Küfrân-ı nîmet (nankörlük) içinde olanlar, zâlimlerin tâ kendileridir.” 
(2 Bakara, 254) 

ALLAH RASULÜ’NDEN

Rasûlullah (sav) buyurdular:                             

“Bolluk ve rahat içinde iken Allah’ı tanı ki zorluk ve sıkıntı zamanında O da seni tanısın.” 

(Ahmed bin Hanbel, Müsned)

Günün Sözü ‘İnsan ulaşamadığı  şeyin delisi, ulaştığı şeyin   nankörüdür.’  Pablo Neruda

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi