Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Cuma namazı ile ilgili bir sual ve cevabı

Cuma namazı ile ilgili bir sual ve cevabı

Cuma Hutbesi ahkâmı

1) Fukahanın önemli bir bölümüne göre zaruri denebilecek bir durum dışında hutbe esnasında dinleyenlerin konuşması haramdır. Bu da susup, hutbeyi dinlemenin farz olduğu anlamına gelmektedir.

2) ‘Hutbe’ olarak bilinmesi gereken yani susmanın vacip olduğu zaman dilimi hakkında şu hükmü zikredebiliriz: Hatibin minbere çıktıktan sonra ama hutbeye başlamadan önceki süre ile irat ettiği hutbe bittikten sonra ama henüz namaza başlamadığı zamana kadar olan süre hutbe hükmüne dahil değildir. Hamd ile başlayıp cümlelerini bitirdiği zamana kadar olan süre ise hutbe anıdır. Ebu Yusuf ve Muhammed bu iki zaman diliminin, konuşmanın yasak olduğu zamana dahil olmadığını söylemişlerdir. Bu iki zaman dilimi esnasında dua ve salavat da yasaklar arasında olmamaktadır böylece.

3) Cuma hutbesi esnasında konuşmak, konuşana sus demek cumanın ecrini zayi eder ama ‘cuma namazı kılmamış’ duruma getirmez.

4) Cuma hutbesi esnasında konuşana veya dinleyenleri meşgul edene ‘sus’ deme yerine elle işaret ederek susmasını temin etmek gerekmektedir.

5) Cep telefonu ve benzeri dünyevi meşgalelerin hutbe ile ilgili konularda bir kere daha düşünülmesi ise her mü’min için önemli olmaktadır.

6) Bu hükümler için caminin içinde olmak ya da cemaat kalabalık olduğu için cami dışında beklemek aynıdır. Hatibin sesini duyan herkes bu hükme uymalıdır.

7) Hatibin dilini anlamayanlar da susmak zorundadırlar.

8) Bilhassa Hanefi mezhebi uleması, hutbeye dair bu hükümden yola çıkarak Peygamber aleyhisselama salavat getirmenin bile hutbenin incelikleri ile birleştirilerek sesli olmayan bir şekilde yerine getirilmesini söylemişlerdir. Bunu da salavatı sessiz yapma olarak anlayabiliriz. Bu hüküm İmam Ebu Yusuf’un içtihadına göredir. Mezhep imamı İmam Ebu Hanife ise hutbeyi dinlemeyi, sadece o anda yapılabilir önemli bir ibadet olarak görmüş, salavatı ise her zaman yapılabilirliği bakımından o durumda öne çıkarmayı uygun bulmayan bir içtihat sahibidir. Bu noktada gayet önemli bir hususu öne çıkarmalıyız: Cuma hutbesi üzerinde bu kadar hassas mütalaalar yapılırken hutbe irat edenlerin konuştukları şeyleri sıradan konular olarak seçmekteki pasiflikleri hiç değilse müminlerin üzerlerindeki haklarını yok saymaları demektir. İrat edeceği bir hutbe metnini, düzgün okuma nezaketi bile göstermeyen, önceden hazırlanmadığı bir metni, okumuş olmak için okuyan görevliler ciddi bir nefis muhasebesi yapmak durumundadırlar.

9) Bilhassa ikinci hutbenin sonunda bütün müminlere dua etmek meşrudur. Hatip dua etmelidir. Dinleyenler de içlerinden âmîn demelidirler.

Bilgi Notu

Ebû Hureyre (r.a.)’nin haber verdiğine göre Resûlullah (s.a.); “İmam hutbe okurken (yanındaki arkadaşına) “sus” dedin mi, boş konuşmuş (cumanın sevabını kaçırmış) olursun” buyurmuştur. Cuma namazında camilerimizde imam efendiler Allah’ım İslam’a ve Müslümanlara yardım et diyerek dua etmekte. Cemaatte yüksek sesle amin demektedir. 

1)  Hadiste “İmamın (hutbeye) çıkışı namazı, konuşması da sözü keser” hadisi gereğince acaba  ‘sus’ demenin bile sevaba engel olacağı zamanın başlangıcı nedir?

2) Hutbenin bitişi hangi andır?

Cuma namazı ile bağlantılı olan hutbenin ‘hutbe’ olarak zikredilmesine rağmen ‘namaz’ çaplı bir değeri vardır. Başka bir ifade ile Cuma hutbesi sıradan bir hutbe değildir. Cuma namazının mütemmim bir cüz’ü (parçası) niteliği olan yönü vardır. Bu sebeple hadisi şeriflerde üzerinde durulan Cuma hutbesi meselesi fıkıh kitaplarında önemli bir ayrıntı olarak zikredilmiştir. Hadislerdeki, ‘konuşan arkadaşına sus diyenin bile cumasının boş olacağı’ ikazından yola çıkılarak Cuma Hutbesi ahkâmı çıkarılmıştır. Bu hükümleri muasır bir ifade ile yan taraftaki kutuda şöyle özetleyebiliriz:

Allah dostunun gözyaşları

Abdullah bin Mübarek Hazretleri, kötü huylu bir kimseyle yolculuk yapmıştı. Seyahatleri bitip ayrıldıklarında içli içli ağlamaya başladı. Bu hâle şaşıran dostları:

“Neden ağlıyorsun? Seni böylesine mahzun eden şey nedir?” diye sordular. O kadri yüce Hak dostu, bir iç çekti ve nemli gözlerle:

“O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hallerini düzeltemedim. O biçarenin ahlakını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acaba benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şayet o, benden kaynaklanan bir hatadan dolayı istikamete gelmediyse, yarın halim nice olur!..” dedi ve hıçkırıkları boğazında düğümlenmiş bir vaziyette ağlamasına devam etti.

Hassasiyet sadece Allah için

Peygamber Efendimiz’in (sav) amcasının oğlu, ve damadı olan “ilim beldesinin kapısı”

Hazreti Ali, Allah’ın adını bayraklaştırma adına çıktığı bir savaş esnasında karşısına bir düşman askeri çıktı. Onunla savaşırken bir hamlede yere yıktı ve tam öldürmek üzere iken, düşmanı Hazreti Ali’nin yüzüne tükürdü. Bunun üzerine bu yiğit sahabe, düşmanına indirmek üzere kaldırdığı kılıcını geri çekerek: “Yürü git! Seni öldürmekten vazgeçtim!” dedi. Bu duruma şaşırıp kalan düşman askeri merak edip sordu: “Beni altedip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin? Seni bundan ne alıkoydu?” Hazreti Ali cevap verdi: “Seninle Allah yolunda ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak için savaşıyordum. Sen yüzüme tükürdüğünde ise sana kızıp öfkelendim. Eğer o an seni öldürseydim, Allah rızası için değil, bunu sana olan kızgınlığımdan dolayı yapmış, seni kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. Bu yüzden seni serbest bıraktım.” Hz.Ali’den bu muhteşem açıklamayı duyan adam, onun inancını hayata aksettirme adına gösterdiği hassasiyet karşısında hemen oracıkta iman edip İslam’la şereflenenler safına katıldı.

Kıssadan Hisse  ‘O da testiye düştü’

Dükkânı şehrin çıkış kapısında bulunan bir bakkal varmış. O kapıdan ne zaman bir cenaze çıksa yanında bulundurduğu testiye bir meyve çekirdeği atar ve bir ay sonra da onları sayarak:

“–Bu ay şu kadar kişi testiye düştü!” dermiş.

Ecel tokmağı bir gün onun da kapısını çalmış. Epey bir zaman geçtikten sonra, ölümünden habersiz bir dostu kendisini ziyarete gelmiş. Onu göremeyince de komşularına:

“–Burada oturan bir bakkal vardı; ona ne oldu?” diye sormuş.

Oradakiler de hep bir ağızdan şu cevabı vermişler:

 “–O da testiye düştü!”

Unutmayalım ki her canlı bir gün mutlaka ölümü tadacaktır. Ecel denilen o testiye düşmeyecek bir insan yoktur. Fakat insanoğlu, ekseriyetle çevresindeki insanların birer birer dâr-ı bekaya göç edişlerini seyreder de, yine de gafleti sebebiyle ibret alamaz, kendini daima ölümden uzak görür…

Aslında insan, ömrü boyunca sayısız kere ölümle yüz yüze gelmektedir. Nitekim yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felâketler, hayatta her an mevcut olan, fakat insanın gaflet ve acziyeti sebebiyle çoğu kez habersiz olduğu nice hayatî tehlikeler, ölümle insan arasında çok ince bir perde olduğunun bir göstergesi değil de nedir?

Gafil bir kimse, hayatı nefs gözlüğüyle seyrettiğinden, bir gün mutlaka karşılaşacağı ölüm, diriliş, hesap, sırat gibi zor menzilleri unutur. İlâhî nimetler karşısında nankörlük ederek pervasızca günahlara dalar. Cehalet, şehvet, ihtiras, kibir, gurur, cimrilik ve öfke gibi hamakat manzaraları sergiler.

Kalbi gafletle perdelenen gönül, hakikati idrak edemez hâle gelir. Bu sebeple büyükler, üç sıfatla muttasıf olan insanların asla Hak dostu olamayacaklarını bildirmişlerdir. Derin bir gafletin neticesi olarak kişide hâsıl olan bu üç vasıf; cimrilik, kibir ve ahmaklıktır.

Vahyin Dilinden

• “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (çalıştırdıklarınıza) iyi davranın. Çünkü Allah, her büyüklük tasarlayıp böbürlenenleri sevmez.”

4 Nisâ, 36. Âyet 

Allah Rasulü’nden

 Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki:

“Kimin üzerinde kardeşinin bir hakkı varsa dinarın ve dirhemin olmadığı yerden (Mahşerden) önce helalleşsin. O zaman onun sevaplarından alınıp kardeşine verilecektir. Eğer sevapları yoksa kardeşinin günahlarından alınıp ona yüklenecektir.”

Buhari

Günün Sözü 

 ‘Sahip olduğu nimetleri sayan insan bitiremez. Sahip olmadıklarını sayan da… İkisinin farkı; biri mutlu,  diğeri mutsuzdur.’

İmam GAZALİ

DERS Abdülkadir Geylani Hazretleri’nden dersler 

Vaktiyle adamcağızın biri, veliler sultanı Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne gelerek: “Aman ya Hazret, mübarek hırkanı bana giydir de senin halin ile halleneyim” dedi. Geylani Hazretleri adama şu anlamlı cevabı verdi: “Sen kendin o hali bulmadıkça, hırkamı değil kendimi giydirsem fayda vermez!

Yine bir gün adamın biri, Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin adını ve methini çok duyduğundan olsa gerek merak saikasıyla ziyaretine gitti. Geylani Hazretleri’nin ikamet ettiği yerdeki köpeklere dikkat edince hayvanların boyunlarına takılı altınlar gördü ve ona karşı olan hüsn ü zannı kırıldı. Şeyh Geylani, adamın içinden geçenleri hissederek şöyle dedi: “Biz, insanların kıymet verdiği altını buna layık gördük; köpeklerin boynuna bağladık.”

Gizli kusurları ifşa etmeyen  bir Peygamber Peygamberimizin Hayatından

Enes b. Mâlik’in rivâyetine göre bir adam, Resûl-i Ekrem’e gelerek haddi gerektiren bir günah işlediğini ve dolayısıyla kendisine had cezası vurulmasını istemişti. Resûlullah o kimseye ne günah işlediğini sormadı. Bu esnada namaz vakti girdi. O adam, cemaatle birlikte namaz kıldı. Namaz bittikten sonra o kişi, Resûlullah’a aynı şeyleri tekrar söyledi. Resûlullah ona:

“Sen şimdi bizimle beraber namaz kıldın değil mi?” dedi. O da “Evet” dedi. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:

“Şüphesiz ki, Allah senin günahını mağfiret etmiştir!” buyurdu. 

Böylece Resûlullah, günahını açıkça belirtmeyen bu adama “ne işlediğini” sormayarak o kimsenin günahının bilinmesine mani oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi