Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Gelelim “Epistemoloji” Konusuna

Gelelim “Epistemoloji” Konusuna

“Epistemeloji” kelimesiyle, doktora yaparken (1984-1985) karşılaştım. Yapılan tezlerde, yazılan makale ve kitaplarda söylenenlerin gerçek bilgi (knowledge) mi, yoksa malumat (information) mı olduğu ve ikisinin arasındaki farkları merak ettim. Okumalar yaparken “epistemeloji”  kelimesiyle karşılaştım.

1985’lerde, Türkiye’de, epistemolojiyi sadece felsefeciler tartışmışlar. Yani, felsefî bir terim olarak, sadece o alanda uğraşanların haberdar oldukları bir kavram.  Kamu oyuna mâl olması da 1990’lar.
Epistemeolojiyle ilgili ilk derli toplu bilgiyi, Encyclopedia Britannica’dan okumuştum. Bu ansiklopedinin 1985 edisyonundaki  epistemoloji maddesi, Türkçe yayınlanan Ana Britannica’da kısaltılmış olarak ve “bilgi felsefesi” başlığıyla yayınlandı. Tercüme ama ne tercüme!... Türkçesini anlayan beri gelsin! Ben İngilizcesinden okuduğumda daha kolay ve iyi anlamıştım. (Bu berbat tercümeyi,  o yıllarda Türk Edebiyatı dergisinde “AnaBritannica’nın Anatomisi”  başlığıyla eleştirmiştim.)

O yıllarda değerli arkadaşım Hüsamettin Arslan, İstanbul’da Ümit Meriç’in nezaretinde doktoraya başlamıştı ve tezinde, Türk üniversitelerindeki epistemik bunalımı ele alıyordu. (Sonra bu tez “Epistemik Cemaat” adıyla yayınlandı.) Epistemoloji (bilgi felsefesi) konusunda sevgili Hüsamettin’in yazdıklarını okuyarak konuya derinlemesine vakıf oldum.  

O yıllarda şunu gördüm ki, üniversitelerde yapılan çalışmaların çoğu, gerçek manada (epistemolojik olarak) bilgi değil, sıradan, kuru malumatlardır ve vaktiyle üretilmiş bilginin niteliksiz tekrarından oluşan  envanter cetvelinden ibarettir.  

Sonra 1996-97 yılları... Ülkeye 28 Şubat  karanlığı çökmüş ve en karanlık alan da üniversiteler. Kemal Gürüz ve ekibi, üniversitelere soluk aldırmıyorlar. Zaten kısıtlı olan özgürlük alanını daha da daraltmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu arada yeni bir üniversite kanunu tasarısı hazırlamışlar ve tartışılmak üzere üniversitelere göndermişlerdi.  Tasarı bizim üniversiteye de gelmişti ve senatoda tartışmıştık.

Öyle bir tasarı hazırlanmış ki, YÖK, üniversitelerde her şeyin hakimi. Çalışmalarınızı, ancak YÖK’ün onayladığı hakemlerden geçirerek ve YÖK’ün onayladığı dergilerde yayınlayabilirsiniz.Her anabilim dalıyla ilgili olarak YÖK’te merkezler kurulacak ve hiçbir akademisyen bu merkezlerden izinsiz kılını kıpırdatamayacak. Hasılı, üniversiteleri cendereye sokacak bir tasarı idi.

Tasarı bizim üniversitede tartılışıldığında senato üyesiydim. Pek çok senatör söz alıp işin aslını kavramadan hurde teferruatla ilgili laflar ediyordu. Bazıları da sırf konuşmuş olmak için konuşuyordu. (Böyle yerlerde, amirlerin gözlerine girmek için boş boş konuşan adam çok olur.) Sıra bana geldiğinde, adem-i merkeziyetçiliğin (yerinden yönetim) revaçta olduğu bir dönemde, bilgi üretmeyi YÖK’te toplayan zihniyetin, yeni bir “epistemik monopol” yaratmak istediğini; şahsen böyle bir zihniyete şiddetle muhalif olduğumu; o yüzden teferruatla uğraşmayıp tasarıyı külliyen reddettiğimi söyledim. (Benim o senato konuşmamdan sonra da “epistemik”in ne demek olduğunu merak eden profesörler olmuş ve hatta kelimeyi “epidemik” olarak soruşturmuşlar. Demek ki o zaman da, şimdi olduğu gibi,  bilinmiyormuş kelime.)

O ceberût ve “epistemik monopol”e çanak tutan YÖK yasa tasarısı kabul edilmedi tabii.
***
Sayın başbakan Davutoğlu bir “epistemolojik” dedi; bakın neleri hatırladım... Taa 30 yıl öncesine gittim.

Evet, yeni Türkiye’de yeni kavramlar olacak ve bunlar hızla toplumsallaşacak. Eski kavramlarla düşünüp eleştirenler, sadra şifa bilgi (ama gerçek bilgi; yani epistemolojik bilgi) üretemeyecekler ve tarih dışı kalacaklar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi