Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

İnsanlığımızı yitirdik, arıyoruz!

İnsanlığımızı yitirdik, arıyoruz!

Çocukluğumda Hamdi Mert Beyin kaleme almış olduğu ‘Bizi Yaşatanlar’ kitabını okumuş ve çok etkilenmiştim. Bir iyiliksever üzerinden iyilik damarlarımıza hitap ediyor ve onları yeşertiyordu.  Bir iyiliksever veya yardımsever insanın neler yapabildiğini ve nelere kadir olduğu anlatılıyordu. Antalya’nın muzla veya Rize’nin çayla tanışması böyle müteşebbis insanların gayretiyle olmuştur.  İçimizdeki iyilik damarları giderek kuruyor.  Toplum bir yandan öteki yana savruluyor.  Lakin biz kendimizi makro dengelere, rakamlara veya dijital dünyaya kaptırmışız. İnsanlar üzerinden değil rakamlar üzerinden konuşuyoruz.   ‘El haküm et tekasür’ sırrını yani kemiyetin ve niceliğin esareti altında yaşıyoruz.  Filiz Akın’ın veya Yeşilçam çevrelerinden birisinin bir yargı cümlesini hatırlıyorum.  Bu cümle kötülüğün çok tefennün ettiğini gösteriyor. Diyordu ki, Yeşilçam günlerinde kötülük bile tekil bir vaka ve  belki bir kaza idi. Şimdi ise kötülük organize oldu. Bunu  bir başkasının ağzından şöyle izah etmek mümkün: Gençliğimizde içki içenler hatta esrar kullananlar bizi kendilerine ortak etmek istemezlerdi. Elbette bunu yapmak isteyenler de vardı. Bununla birlikte bugün sizi kötü alışkanlıklarına ortak edenler sizi aynı zamanda kendilerine sermaye etmiş oluyorlar.  Bonzai tipi afetler bunu gösteriyor.  Anadolu’nun genç bakire kızlarının Yeşilçam’a gelerek aktris olma hevesiyle yapımcıların kucağına düşmesi gibi iyi niyetinizin veya kötü arkadaşın kurbanı oluyorsunuz.  Bundan dolayı günümüzde masumiyet karinesi kalmadı.  Kurbanların da kurtulanların da bir biçimde özleri değişiyor, gözleri açılıyor.  Tevfik İleri’nin dediği gibi toplumda kötülük yüzde 10 barajını aşınca yaygınlık kazanır (şuyu bulur) yani önü alınamaz.  Ancak bunun üstesinden iyilik seferberliği ile gelebiliriz.  Bunun için de sağlam referansa ve iyilikte yok olma (tefani) sırrına ihtiyacımız var.

Kötülük yüzeye çıkmış ve iyilik derinlere inmiş durumda.    Bu diplere düşen iyiliği düştüğü yerden çıkaracak kahramanlar aranıyor. Lakin kötülük organize olmuş yani bir başka deyimle ittifaklar zinciri kurmuş durumda. Bugünkü kadar kötülüğün ittifak kurduğu başka bir döneme rastlanamaz.   İyilik derinlere inmiş ve yapayalnız görünüyor. Kötülük ise organize ve ittifaklarla zincirini ve halkalarını genişleterek; muhkem hale gelmiş.  Kötülük çıkar ilişkisine bürünerek şirketleşmiş ve büyümüş.  İyilik hasbi kaldığından dolayı gelişemiyor ve yardımcısı yok.

Bugün bu anlattığım yalnızlığı Suriyeli göçmenler birebir yaşıyorlar. Adeta vebalı gibi muamele görüyorlar.  ‘Altta kalanın canı çıksın‘ anlayışıyla birlikte eziliyorlar.  En alttakileri temsil ediyorlar. Hasbe’l kader 1999 deprem yılı bir siteye zoraki bir biçimde yönetici olmuştuk.  Kötülük her yere sindiğinden ve nüfuz ettiğinden dışarı ile sıkıntı yaşadığımız gibi içimizde de sıkıntı büyüktü.   Derken deprem oldu ve daha sonra sitenin elinden alınan bir bahçe ve yeşil alan kendiliğinden site sakinlerinin ve yakın komşuların geceyi geçirebilecekleri barınma alanı haline geldi. Bizi gören kimi site sakinleri yabancıları koymamamız gerektiğini telkin ediyorlardı. Biz de onlara afet ve felaket günü yaşandığını, sabretmek ve zorlukları sabırla ve tahammülle aşmak gerektiğini telkin ediyorduk. Dinleyen kim!  Daha önce yöneticiler olarak bizim bahçeye çıkmamızı bile tarassut eden kimi site sakinleri kazan kaldırıyor ve site komşularının yeşil sahaya veya yeşil bahçemize girmesini istemiyordu.  O zorlu günleri atlattık ve siteden ayrıldık ve müstakil kendi evimize taşındık. Bir iki yıl sonra o yeşil bahçenin belediye tarafından alındığını ve oraya anaokulu yapıldığını duyduk ve gördük. Daha önce komşu haneleri deprem günleri bahçeye sokmayanlar da bahçeye giremez hale gelmişlerdi.  Etme bulma dünyası! Meğerse inşaat günlerinde siteyi inşa eden kurum burasını belediyeye zimmetlemiş.  Misafir bizmişiz oysa başkalarına ev sahipliği taslıyorduk! Azgınlığın sonu budur.

Şimdi Suriyeli misafirlere çalışmak, ev kiralamak neredeyse yasak.  Bu insanlar adeta deprem günlerindeki gibi parklara mahkum ediliyor. Elbette Suriye meselesinden dolayı bize de sıkıntı isabet etti.  Bu Suriye halkının kabahati değil bütün dünyanın kabahatidir.  Cumartesi günü (30/8/2014) evimizin önünden mutat olmayan gürültüler geliyordu. Çocuklar bir Suriyeli ailenin bir miktar eşyasıyla birlikte kaldırımda oturduğunu ve fahiş fiyatla kiraladıkları kırık dökük iki odalı bir daireye bina sakinleri tarafından sokulmadığını haber verdiler. Uzaktan bu tür haberleri duyuyor ve üzülüyorduk. Urfa’da hamallar kazan kaldırmış, Suriyeli hamal istemiyorlardı.  Gazi Antep’te barınma sıkıntısı baş göstermişti. Bundan dolayı bazı Suriyeliler ülkelerine yani ateş altına geri dönüyorlardı. Bizimkiler de böylece öfkelerini tatmin ediyorlardı.   Sitedeki menhus ruh bizim karşı apartmana da sirayet etmişti.  Kadınlar merdivenleri tutmuşlar, Kürt asıllı Suriyeli aileye geçit vermiyor, içeriye sokmuyorlardı.  Halbuki, aynı yerde daha önce iyi bir kadın ile kötü PKK’lı kocası ve kocasına benzeyen ve sonra dağ zincirine katılan oğluyla birlikte 11 çocuk barınmış ve o sayıyı geçen bir haneye barınma mekanı olmuştu.  Suriyeli Kürt ailenin çocukları ise önceki ailenin üçte biri kadar.   Çocukları görmesinler diye çocukları geride parkta bırakmışlar.  Demek ki onları gece yarısı gizlice sokacaklardı.  Aile kira parasını peşin ödediği gibi emlakçıya da ücretini ödemişlerdi.  ‘Güler misin ağlar mısın’ filminde olduğu gibi tam anlamıyla gök ile yer arasında ortada kalmışlardı. İyilik damarları çatlamış ve kurumuştu.  ‘Suriyeli istemeyiz’ diye histerik bir durum vardı.  Yezidi olsalar belki barınma imkanları daha kolay olabilirdi.  Yezidiler barınmasın diye demiyorum. Ama dünyanın atıfeti onlarla birlikte. Esat kurbanlarına bakan ve acıyan yok.  Apartman sakinlerinin istememe nedeni, Suriyelilerin çok çocuklu ve bir de ‘tecavüzcü’ olmalarını gösteriyorlar.  Halkımız İsrail gibi toplu cezalandırmadan yana!  Duyum ile hareket ediyor ve bir örneği genelleştiriyorlar.  AKP bu hususta tam olarak görevini yapmazken ulusalcılar da AKP’yi sıkıştırmak için Suriyeliler meselesini sürekli kaşıyorlar. Başlarına gelecek var. Azan ya belasını ya mevlasını bulur! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi