Latif Erdoğan

Latif Erdoğan

Nefs-i emmare bir topluluk

Nefs-i emmare bir topluluk

“İnsanlığın nefsi emaresi Yahudilerdir” der Bediüzzaman. Gelinen noktada malum topluluğun halini görseydi, herhalde onlara da ümmetin nefsi emaresi derdi. Ümmetin sevindiği her şeye üzülen, ümmetin üzüldüğü her şeye de sevinen halleri bana bu kanaati veriyor.

Evet, bu yapı millet olmanın da, ümmet olmanın da önünde en büyük engellerden biri gibi duruyor. Birlik ve beraberlik gerektiren en hayati konularda bile ayrımcılıktan, ihtilaftan ve tefrikadan yana tavır almaları; milletin hayrına olduğu, olacağı kesin her konuya karşı çıkışları; milletin şerrine olacağı kesin her konuya da yangına körükle gider gibi koşuşları bana bu hükmü verdiriyor.

Joe Biden’in, yaptığı hatayı idrak ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan özür dilemesi bile, bu kraldan fazla kralcıları teskine yetmedi; gerçi önceki sevinçleri gırtlaklarında düğümlendi; fakat özür dilenmesini de bir türlü içlerine sindiremediler. İsrail, Mavi Marmara ile alakalı işlediği suçu itiraf etti; özür de diledi; ne ki içi dışı İsrail olmuş bu güruh önceki teranelerinden bir türlü vazgeçemediler.. Hatta onlardan biri, göz kararmasından sonra vicdan kararmasına da uğradığının bir delili olarak, maviyi kara ile değiştirme gibi bir densizlik irtikabından da geri durmadı. Dedikleri, kara bir leke olarak tarihe kaydı düşüldü.

İçlerinde en akıllı sandığım birisi de değirmene yoğurt öğütmeye gitmiş.. Arafat’ta beddua etmiş, bunu da bizzat kaydettirmiş. Hal, tavır, hareket ve sözlerinin bütünü taklitten oluştuğu belli bu mahut kişi belli ki hocasından öğrendiğini ve yine hocasından aldığı emirle icra etmiş. Fakat, bunu haber yapanları yalanlayacak çok güçlü bir gerekçesi varmış; o bu bedduayı bu sene değil, geçen sene yapmış.. Yani o, öylesi mukaddes bir zaman ve mekanda müminlere beddua edecek kadar şirazeden çıkışını böylesi zavallı bir mazerete sarmalamış. Ne diyeyim, Allah akıl, fikir ve istikamet versin. Onu, onun gibileri taklit insanı olmaktan kurtarsın, kendileri olabilme lütfüne erdirsin..

Senelerdir elime alıp okumadığım bir mevkutenin kültür seviyesi oldukça düşük başındaki de, hükümetin haklı icraatını zulümle nitelemeye yeltenmiş.. Bakanlar Kurulu kararıyla verilen özel bir yetkinin, yazıda söz konusu edilen bir dernekten yine Bakanlar Kurulu kararıyla geri alınması arkadaşın çok zoruna gitmiş. Özel yetkinin bir hak değil imtiyaz olduğunu; geri almanın da yine hak değil, bir imtiyaz olduğunu ve bu durumun da zulümle uzaktan yakından bir alakasının bulunmadığını ve bulunamayacağını nedense düşünememiş.. Gerçi zulüm bunların en iyi bildikleri konudur. Fakat bunlar zulmü mazlum olarak değil, zulmün her türlü serbest oyunlarını nice mazlumlarda deneyerek, yani zalimler olarak öğrenmişlerdir. Şimdi yaşadıkları da zalim paranoyasıdır.

Tezkereye karşı geldiler; şimdi de niçin savaşa girilmediğini sorgular oldular. Türkiye, sınır komşularına karşı hep duyarlı davrandı, öyle davranmaya da devam ediyor. İki milyona yakın mülteciyi himaye etmesi bunun en açık delilidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşiyle birlikte bu mülteci kardeşlerimize bayram ziyaretinde bulunması, en üst seviyede bir konukseverlik örneğidir. Bugüne kadar kendilerine sadece devlet eliyle yapılan yardımın tutarı on milyar liradır. Ve bu yardımların ne kadar süreceği de belli değildir.

Bunca insani yardım, bunca risk alış görmezden gelinerek Kobani bahane edildi ve Türkiye tekrar kaosun en tehlikelisine sürüklenmek istendi. İç-dış dayatmalarla Türkiye bir sıcak savaşın parçası haline getirilmeye zorlandı, zorlanıyor. Türkiye böylesi bir savaşın parçası olursa, otuz senelik PKK belasından sonra, yarım asır da IŞİD belasıyla uğraşmak zorunda kalacağı kesindir. Koalisyon güçleri ise, kimisi seyirci kalmayı tercih edecek, kimisi de hakem rolünü üstlenecek, kaybeden hep Türkiye olacaktır. Halbuki IŞİD, bir Haçlı kurgusudur. Bizi savaş tuzağına düşürmek isteyenler de yine onlardır. Hükümetimiz elbette böylesi bir tuzağa düşmeyecek, oynanmak istenen oyunları boşa çıkarmayı bilecektir.

Eğer müttefiklerimiz samimiyse, Türkiye’nin tekliflerine öncelik vermeleri gerekir; IŞİD’i doğuran sebepler ortadan kaldırılmaya çalışılır. Yani önce bataklık kurutulur, sonra sivrisineklerle mücadele edilir. Suriye’de güvenli bir bölge oluşturulması, buranın uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, IŞİD’le mücadele yanında Esed rejimiyle de mücadele edilmesi söz konusu bataklığı kurutacak çarelerden bazılarıdır.

Bir de, çözüm sürecini engelleme peşindeler. Hangi gerekçeyle olursa olsun, çözüm sürecini engellemek bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Lakin çözüm süreci, artık vatan sathında kabul görmüş, kök salmış bir mefkuredir; bu mefkureyi yaşanır kılmayı engellemeye de hiçbir “nefs-i emmarenin” gücü yetmeyecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Latif Erdoğan Arşivi