Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bakkal’dan AVM’ye, “mahalle”den rezi(l)dansa

Bakkal’dan AVM’ye, “mahalle”den rezi(l)dansa

Pek farkında değiliz, ama kaybedilen bir şeyin arkasından birçok şey kayboluyor!

Yakın tarihimizin toplum hayatından örnek verelim…

Önce “mahalle terzisi”ni (kişiye göre elbise diken esnaf) kaybettik: “Alt tarafı bir terzi, konfeksiyonla idare ederiz” deyip üstünde durmadık…

Arkasından “mahalle berberi” gitti, yerine önce “kuaför” sonra “güzellik merkezi” geldi…

Umursamadık…

“Mahalle kavafı” (ayakkabıcı esnaf), “Mahalle bekçisi”, “Mahalle imamı”, “mahalle delikanlısı” kavramları yok oldu…

Derken, “Mahalle bakkalı” ile “mahalle kahvesi”, AVM’lerin baskısına dayanamayıp hayatımızdan çekildiler…

En nihayet “mahalle”ye veda etmek zorunda kaldık.

Bu gidişlere üzülmek şöyle dursun, “gelişiyoruz” düşüncesiyle sevindik belki de: Kadim kültürümüzün temellerinin çöktüğünü fark edemedik; fark edip feryada duran bir avuç aydını ise “geri kafalılık”la suçladık…

Şimdi AVM’lerde küçük esnafa yer verip gideni geri getirmeye çalışıyoruz.

Geçmiş ola; giden geri gelmez!..

Zaten benim dikkat çekmek istediğim mesele, “küçük esnafı koruma” meselesi değil (o farklı şekillerde yapılabilir), her kayboluşla birlikte kaybolan kültür ve medeniyetimizin parçalarına dikkat çekmek istiyorum…

Çünkü biz, “mahalle” kavramıyla birlikte, varlığı “insan”a dönüştüren mekanizmayı da kaybettik! Savrulmamızın sebeplerinden biri budur.

Dikkat çekmek istediğim yer de, işte tam burasıdır!

Osmanlı’nın “mahalle” dediği küçük yaşama birimleri, sadece “ikamet” yerleri değil, aynı zamanda da “insan üretim merkezleri”ydi. Bu küçük yerleşim birimlerinde, herkes birbirini yakından tanıdığından, gençlerin ve çocukların tanıdık biri tarafından görülmeden yaramazlık yapma ihtimalleri son derece zayıftı. 

Ufak-tefek hatalar, mahalle büyükleri tarafından genelde görmezlikten gelinir, ancak büyücek hataların bedeli ağır olurdu: Hiç bir çocuk (ya da genç) böyle bir bedel ödeyip mahalleye “rezil” olmayı göze alamazdı. Bu yüzden adımlar dikkatle atılır, “mahallenin namusu”na toz kondurulmaz, herkes kendi alanı içinde mutlu olmaya çalışırdı. Bu da zaman içinde karaktere dönüşür ve toplum “cevher insan”lardan beslenirdi.

Bu yapıdan kopan Türkiye, yıllardan beri süre gelen başıboş hayatın eseri olarak, bol miktarda showman, medyum, falcı, kavgacı, şarkıcı, soyguncu, vurguncu, yobaz, fetbaz, şaklaban, yağcı, dalkavuk yetiştiriyor, ama hemen hemen hiç bir alanda “cevher insan” yetiştiremiyor… 

Tamı tamına bir “kaht-ı rical” (adam kıtlığı) yaşıyoruz!

Cumhuriyet nesli olarak, pek tabii “cumhuriyet insanı”yla övünmek isterdik, ne var ki, cumhuriyet eğitimi hâlâ övünebileceğimiz ve çocuklarımıza örnek gösterebileceğimiz özelliklerde insanlar yetiştiremedi (Bu arada hiç kimse o klâsik yaklaşımla “Atatürk, İnönü, Çakmak” diye saymaya başlamasın: Çünkü cumhuriyeti kuran kadronun tamamı Osmanlı aile yapısında yetişmiştir. Cumhuriyetle övünmek isteyenlere Cumhuriyeti bile Osmanlı mahallesine, Osmanlı ailesine ve Osmanlı eğitimine borçlu olduklarını hatırlatabiliriz).

Geçmişinin uzağına düşen, “zamane”nin tuzağına düşer! Biz “çağdaşlık” zannettiğimiz “zamane”nin tuzağına düştük. Ne kendimizi (tabii geçmişimizle birlikte) keşfedebildik, ne başkalarını (Avrupa filan) kavrayabildik.

 Yani ne “biz” kalabildik, ne “Avrupalı” olabildik! 

Hedefsizliğimiz tereddütlerimizi, tereddütlerimiz kuşkularımızı, kuşkularımız korkularımızı, korkularımız güvensizliğimizi besledi. Bir işe yaramayacağımıza inandık. (şu meşhur, “biz adam olmayız” sendromu)… 

O gün bugündür bir “kısır döngü” (eskilerimiz “fasit daire” derlerdi) içinde dönüp duruyoruz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi