İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Kobani ve Sykes-Picot: Bu sefer sınırları kim çizecek?

Kobani ve Sykes-Picot: Bu sefer sınırları kim çizecek?

'Mesele Kobani değil Türkiye' cümlesi aslında her şeyi açığa çıkaracak kadar güçlü. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bu cümleyi üzerine ısrarla vurgulaması ve 'Hala anlamadınız mı' şeklindeki sitemleri, Ortadoğu'da yaşanan amansız hesaplaşmanın Türkiye'de en yetkili ağızdan ilanı niteliğinde.

Evet, biz bunu anladık, biliyoruz..

Birinci Dünya Savaşı'nın yüzüncü yıl dönümünde bölgenin yeniden dizayn edildiğini, dünya savaşının mimarlarının bugün de bölgeyi biçimlendirmeye çalıştığını, eskiyen rejimlerin yerine yeni bir statüko oluşturmayı planladığını, bunu yaparken de bölgesel güçleri denklemin dışına itme çabası içinde olduğunu, buna direnenlere karşı acımasız bir yıpratma ve tüketme savaşı yürüttüğünü, Türkiye'nin son birkaç yılda yaşadığı bütün krizlerin bu amaca yönelik olduğunu biliyoruz.

Yıllardır bu bölgede olan her şeyi 'yüz yıllık hesaplaşma'ya bağlamamızın sebebi de zaten bu. Birtakım aymazların, günübirlik çıkar peşinde koşanların, millet ve coğrafya duygusu yok edilmiş zihinlerin, cemaat ve parti iktidarı için ülkeyi ateşe verenlerin, yeni yüzyıllık tasarımın mimarlarıyla Türkiye karşıtı ittifak içine girenlerin işte bu büyük hesaplaşmada karşı cephede yer aldığını da biliyoruz.

TÜRKİYE NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?

Kobani üzerinden Türkiye'nin elini kolunu bağlama, hareket edemez hale getirme senaryoları uygulanırken IŞİD ve PYD gibi iki Truva Atı üzerinden bir gelecek tasarımı, yeni sınırlar ve güçler denklemi hesabı yapılıyor.

Açık söyleyeyim bu oyunun iki kurbanı var; Türkiye ve Kürtler. Aslında bölgenin geleceğini biçimlendirebilecek iki kesim, Kürt milliyetçiliği alabildiğine istismar edilerek boşa çıkarılıyor. Çözüm Süreci'nin içeriden ve dışarıdan hedef alınmasının tek sebebi de geleceğe yönelik bu güç birliğini şimdiden dinamitlemektir.

ABD ve Avrupa basınında son aylarda yoğunlaşan Türkiye değerlendirmelerine bakıldığında, bazı şeylerin değiştiği, Türkiye'yi ele alma biçiminin farklılaştığı, içerideki sorunların Türkiye ve bölgenin geleceğine yönelik projeksiyonlar için kullanıldığı, dar bir iç politika sorgulaması ya da analizi yerine 'Türkiye ne yapmaya çalışıyor', 'Yeni Türkiye ne demek', 'Türkiye'den coğrafyaya nasıl bir söylem yayılıyor', 'Bu durum bölgenin geleceğini nasıl etkileyecek' şeklinde sorgulamanın ağırlık kazandığı görülecektir.

Batı basını, önceden Türkiye'yi 'sadece Türkiye' olarak tartışırken, şimdi bölgesel ve küresel ölçekteki etkileri üzerine pozisyon alıyor, bu eğilim 'oyun bozan bir çıkış' olarak algılanıyor ve Türkiye karşısında bir cephe inşa edilmeye çalışılıyor.

İçerideki muhalif söylem ise bu cephe oluşumunun siyasetin beceriksizliğinden kaynaklandığı tezini işliyor. Oysa bu tamamen tarih ve coğrafya ile ilgili bir durumdur ve onlara düşen görev ise bu gerçeği değersizleştirmek ve kamufle etmek oluyor.

KORKAKLARIN ANLAMADIĞI ŞEY...

Bir büyük ülke hesabınız varsa karşınızda neredeyse yedi düveli bulursunuz. Birinci Dünya Savaşı ve Çanakkale'de bulduğunuz gibi. Türkiye'nin tam da 1. Dünya Savaşı'nın yüzüncü yılında, yüz yıllık vesayete son verme ve ayağa kalkma mücadelesine tanık oluyor dünya. Biliyorlar ki, Türkiye ayağa kalkarsa coğrafya ayağa kalkacak. Bu yüzden yeniden diz çöktürmeye, hizaya sokmaya, yönetilebilir alana çekmeye, başını kaldırıp sınırlarının ötesine bakmasını önlemeye çalışıyorlar.

Bu büyük bir mücadele. Bir anlamda yeniden varlık mücadelesi. Eğer Türkiye, yerinde dursaydı, Atlantik İttifakı ne derse ona boyun eğseydi, dış politikası ve iç politik dizaynı ısmarlama politikalarla yönetilseydi bu cephe asla oluşmayacaktı. Bir meydan okuma, bir tarihsel kırılma olmayacak, Türkiye küçülerek dar bir alana hapsedilecekti.

Tam tersi bir yükseliş hesapları bozdu. Yüz yıllık statükocular ile onların coğrafyadaki garnizon rejimleri Türkiye'nin bu çıkışından ürktüler. İçerideki zaaf alanları yeniden keşfedildi ve bütün bu alanlara yoğun saldırılar başladı. Demokratik sistemi alaşağı etme, sokak terörünü tercih etme dahil, bu yolda her türlü gayri meşru yöntem kullanılır oldu.

Ancak bu yerli düşünce ve çıkış dalga dalga bütün ülkeye, şehirlere, kasabalara ve köylere yayıldı. Yeni düşünce ve gelecek hesabı milletçe satın alındı, kabullenildi, içselleştirildi. Artık Türkiye toplumunun zihinlerinden bu düşünceyi koparıp almak mümkün olmayacak. Türkiye karşıtı cephe inşa etmeye çalışanlar bunun farkında bile değiller.

Soğuk Savaş dönemi korkaklığını üzerinden atamayan içerideki siyasi kimliklerin ve onların etkisindeki siyasi çevrelerin anlayamadığı şey; bunun tarihsel bir süreç olduğu, küresel ölçekte değişimler ile beslendiği, coğrafyanın dönüşümünün artık engellenemez hale geldiği gerçeğidir.

YENİ SYKES-PİCOT VE YENİ SINIRLAR...

Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde Erdoğan'a sorulan iki soru dikkatimi çekti. Bir Fransız gazeteci Beştepe'deki yeni binayı hatırlatarak, 'neden Çankaya değil de yeni bina' sorusunu soruyor. Burada semboller üzerinden 'bir rejim değişikliği mi var' sorusuna cevap arıyor. Ama daha da önemlisi, böyle bir değişikliğin Yeni Türkiye'nin söyleminin neresinde durduğunu anlamaya çalışıyor.

Fransız siyaset bilimci Gilles Kepel ise, Erdoğan'dan 'Birinci Dünya Savaşı sonrası çizilen yapay sınırların dikişlerinin patladığı' yönündeki ifadelerini açmasını istiyor. Yeni sınırlar mı çiziliyor, Türkiye coğrafyanın yeniden biçimlendirilmesinin neresinde, bu sınırları kim çizecek, Sykes-Picot anlaşmaları tarihe mi karıştı, Türkiye bunun neresinde... Merak ettikleri şeyler aslında bunlar.

Kimse günübirlik siyaseti, gelişmeleri merak etmiyor. Daha büyük ölçekte, bölgesel hatta küresel eğilimlerde Türkiye'nin pozisyonunu öğrenmeye çalışıyor. Batı basını gibi Batı başkentleri de Türkiye'yi artık bunlar üzerinden tartışıyor. Bu, yeni bir durum ve böyle de devam edecek. Ülkeler, güvenlik stratejileri, bölge tasarımları bundan sonra hep bu çerçevede ele alınacak ve Türkiye hep denklemin merkezindeki rolü üzerinden sorgulanacak.

Bu tarihsel eğilim, kırılmayı, yeni durumu, büyük değişimi Batı basını ve siyaseti anladı. Türkiye toplumu anladı. Coğrafyanın sokakları anladı. Ama Türkiye'nin entelektüel zekası, Türk ve Kürt Baasçılar anlamadı. Anlayanlar ise, vatan, millet duygusundan yoksunluktan, cemaat-örgüt düşüncesinden veya dışarıdan aldıkları ihaleler yüzünden Türkiye'nin ayağına kurşun sıkma derdinde.

KOBANİ BİZE NE ÖĞRETTİ?

Kobani'deki örgütler savaşının bize öğrettiği tek şey var: Buradan bile Türkiye karşıtı bir operasyon sahnelenebiliyor. Bu sefer Kürt milliyetçiliği üzerinden bir servis yapıldı. Bundan sonra da böyle olacak. Her fırsat bu şekilde istismar edilecek.

IŞİD de PYD de bölgesel güç mücadelesinin Truva atlarıdır. Ön cepheye sürüldüler ama arkada başka hesaplar yapılıyor. Harita taslakları, ülkelerin bölünmesi ya da birleştirilmesi gibi.

Bütün hesapların çıktığı tek bir yol var: Türkiye'yi bu işlerin dışında tutmak.

Ama inanın bunu yapamayacaklar...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
İbrahim Karagül Arşivi