Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Sümüklü Böcek Kafalı Olmak, Dalkavuk Olmaktan Yeğdir

Sümüklü Böcek Kafalı Olmak, Dalkavuk Olmaktan Yeğdir

Çalıkuşu dizisi başladığında,  bir yazar hanım, “On numara olmuş.” diye övünce, merâkımdan hemen seyrettim. “Hangi aklı başında muhâfazakâr bu diziyi över.” diye hayret ettim. On numara olmuştu ama, yüz üzerinden. Okuyanlar bilir, “Vebalı Çalıkuşu” diye tenkit ettim. Uyanık yapımcının , Albert Camus’nün Veba romanından rol çalıp Kamuran’dan Doktor Rieux çıkarmasını kınayarak. “Bu bir Gezi isyânı çağrısıdır.” dedim.

Bizim mahalledekiler, öteki mahalleye karşı hissettikleri aşağılık duygusu sebebiyle bâzen, böyle saçmalıyorlar. Onların dünyasını, sanatını onlar kadar ya da onlardan daha iyi anladıklarını ispât için gayret ediyorlar. Senfoni dinleyip alkışlayan Süleyman Demirel misâli....

Halbuki, ötekiler, bizimkiler giderken dönüyorlardı. Dâima birkaç adım ilerideler. Bizim mahallenin saftirikleriyle kedinin fare ile oynadıkları gibi oynuyorlar. İktidar ve güç bizim mahalleye doğru kayıp dengeler değişince, tecâvüzcü Coşkun gibi direk konuya girmeden, Nuri Alço gibi meyve suyumuza hap atıyorlar.

Yâni, subliminal anlatımı tercih ediyorlar. Bizimkiler de ”Ne güzel olmuş!” diye el çırparak kendi kazanlarının altına odun taşıyorlar. Tamam, diğerleri Gezi zekâlı. Ya bizimkiler?

Huzur Sokağı başladığında, herkes sevindirik olurken benim canım sıkıldı. Sebebini, senaristlerden biri Gezi parkında çıkınca anladım. Karadayı deseniz, en başından beri aykırı. Doksanlar, fitne fücür doluydu. Her üçü de ATV’de yayınlandı. Üstüne atlayıp “çok kaliteli” mi dedik? Kanal, istediğiniz kadar sizin olsun. Yapım şirketleri, eski solcuların elinde. Oyunun kurallarını çok iyi biliyorlar.

Sembollerle, subliminal mesajlarla işi götürüyorlar. TRT dizisi ”Yedi Güzel Adam”’da bile neler neler var.

Bu girişten sonra, konuya geçeyim. Kertenkele’yi “çok kaliteli” diye öven bir yazarı eleştirdim. Tekrâr ediyorum, sırf paralel karşıtlığı ve hükûmet taraftarlığı adına, saçmalıklar, mantık hatâları ve subliminal mesajlar ile dolu bu diziye “çok kaliteli” demesi tam bir fiyasko. İkinci fiyasko ise meseleye, Necip Fâzıl, Mehmet Âkif gibi büyük dâvâ adamlarını karıştırması. “Necip Fâzıl hayatta olsa bu diziyi beğenenlerin yüzüne tükürürdü.” dedim.

Yok yok... Sözümü geri alıyorum. Tükürmezdi. Mehmet Âkif’in dediği gibi tükürüğünü ziyân etmezdi.
Paralel-savar, kalite-ölçer yazarımız, çok zeki ve entel. Ne yaparsınız, zekâ her zaman adamı kurtarmıyor. Biraz da gönül ehli olmak lâzım. Beyninin değil, yüreğinin sesini dinlemek lâzım.

Nerde.... Şehir içinde, yüz kırk ile gidiyor. Diyâneti bile özür dilemeye dâvet etti. Bi dur yeğenim, bi frene bas. Bu kadar hız iyi değil.

Zeki dedik ya kalite anlayışını eleştirenlere öyle bir şey yazmış ki tutub da “Sen bana mı dedin? “ diye sorsanız, büyük yazar moduna geçip, “Sen kimsin? Ben eften püften yazarları ve siteleri ciddiye almam.  Benim üzerimden şöhret arama.” diyecek bir formatta. Kendisi, bu oyunu iyi bilir. Sürekli “Ertuğrul Beyciğim” diye Ertuğrul Özkök’e laf ata ata helâk oldu. Özkök ise bir kere dönüp ne muhâtap aldı ne dâvâ açtı.

Belli ki “Necip Fâzıl tükürürdü.” demem çok zoruna gitmiş. Aynı silahla vurmaya kalkıyor. İfâdeleri aynen şöyle:

“Sosyal medyada müstear isimlerle fink atan şebelekleri de anlarım, sâdece adı gazete kalmış çöplüklerde 'çemkiren' kifâyetsiz muhterisleri de!

Doğrusunu isterseniz...Bu câhil, idrâksiz, insafsız ve iz'ansız madrabazların, bu cehâlet sarhoşlarının üzerinde durmaya değmez. Üstâd olsaydı 'sümüklü böcek kafalı' der geçerdi.”

Doğrusunu isterseniz çok rahatladım. Üslûb-ı beyân, ayniyle insan...

Kendi mahallesinin insanına, öteki mahallenin üslûbu ile, daha doğrusu, beyaz Türk üslûbu ile “yobaz” demesinin nasıl bir gaf olduğunu anlamış olmalı ki “örümcek kafalı” demiyor. Yine Üstad’ı âlet ederek “sümüklü böcek kafalı” diyor.  

Tamam, ben ve benim gibiler, yobaz olsun; sümüklü böcek kafalı olsun. Hattâ, kafasız olsun. Peki, bu zekâ budalası yazar ve onun gibiler neyin kafasını yaşıyorlar?

Âsûde Kafe’de, Nuray ablaları ile oturup kalkıp sofra adabı öğrenince bu kadar sınıf atlayabildiler demek. Çatalı solda, bıçağı sağda tutmayı öğrenince salon erkeği oldum sanıp, elle yenen tavuk ve balığı bile çatal bıçakla mıncık mıncık eden; pizzayı, filmlerde öyle gördüğü için elle yiyip böreği elle yiyeni hakir gören taşra delikanlısı gibiler. Sırf haklı çıkmak uğruna, kendi insanının hassâsiyetlerini yobazlık ve börtü böceklik olarak damgalıyorlar.

Ma’lûmât gazetesinin sâhibi Baba Tâhir, Terkos sularını işleten şirketten avantası kesilince, “Terkos gölünde domuz leşi” diye bir haber yapmış. Şirketten parayı koparınca da “ Kütükmüş.” diye düzeltmiş.

Köşelerinde, şöhret sarhoşu olan bu yazarların, Baba Tahir’den farkları yok. İddiâ ediyorum, bugün işlerine son verilse -görevden alınan bakanlar gibi- “Terkos Gölü’nde domuz leşi var.” diye avaz avaz bağırırlar. Ahmet Hakan’ın dönüşümü ortada. Taraf gazetesinde, Tayyip Erdoğana’a ağzına geleni sayan ve partisine dâima AKP diyen başörtülü yazarların bu tarafa transfer edildikten sonraki evrimi de ortada. Birisi son yazısında, kertenkele kardeşliğine soyunmuş. Yeni bir şey yok. Arnavut misâli “ben da” diyor, o kadar...Ah para! Sen nelere kâdirsin.

Acaba, Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız, kendilerini bitirmek isteyen gazetecileri savuşturmak için mi daha çok enerji harcıyorlar yoksa yanlarında olan gazetecileri elde tutabilmek için mi?

Bu ağzı bozuk gönül fukarâsının, “çöplük” diye nitelediği gazetelerden biri olan Habervaktim de kifâyetsiz muhterisler diye nitelediği yazarları da herkesin mâlûmu. Şahsen, ne ulusalcılığım ne paralelciliğim ne de parkçılığım var. Kalem nâmusum var. İktidârın yanlışına yanlış deme hürriyetim var. 17 Aralık’da çark etmek zorunda kalıp kraldan fazla kralcı olanlardan değilim. Aynı yerimdeyim. Habervaktim, beni Ahmet Altan’ın elinden kurtarmak için operasyon da yapmadı. Eh, geriye bir tek sümüklü böcek kafam ve cehâletim kalıyor. Çok şükür ki “bukalemun” değilim.

Benim gibilerin hâli ne olacak bilmiyorum. Paralellerin, gezicilerin ve yamukların arasında şamar oğlanına döndük.

Son olarak, bu zekâperest yazara bir çift sözüm var:

Bak yeğenim! Bak aslan parçası!

Tanımadığım insanlara “sen” diye hitâb etmem ama, sen gibi bir adama da nâzik olunmaz.
Zannımca, başımdaki örtüyü görüp beni hafife aldın. Eski hastalığınız ne de olsa, “öteki” olmayan kadını adamdan saymazsınız. Ben öyle, benzetmeye çalıştığın böcek gibi korkunca kabuğuma çekilmem. Benim örtümün altında etten daha fazlası var.(Bu söz, hangi filmden bilirsin)

Ne kadar entel olduğunu göstermek için Cemil Meriç’den örnek vermişsin. Şimdi soruyorum. Cemil Meriç, romanı eleştirmekle, reddetmekle sanat düşmanı ve sümüklü böcek kafalı mı oluyor?

Yine uyanıklık yapıp sinema bilgini ispât için Charles Chaplin ve Brecht gibi afilli isimleri sıralamışsın.

Eh, onların McCartizm’den neler çektiğini de bilirsin. Sizlerin, işinize gelmeyeni hükûmet düşmanı îlân etmeniz misâli, Amerika’da, 50’lerde çok şey oldu. Bu isimler sürgün edildi. Bunları bildiğine göre Elia Kazan’ı da bilirsin. Hani, hükûmete yaranmak için arkadaşlarını satan ve bu yüzden yarım asır sonra ’Onur Oscar’ını protestolar eşliğinde alan yönetmen. Unutanlar, ayakta alkışladı. Ama, Ed Harris ve Nick Nolte gibi unutmayanlar ise yerinden kıpırdamayıp, geçmişini hatırlattı.  

Yazında, “îkâz”dan bahsetmişsin de...Bilmem anlatabildim mi? Satıra gelen, hatıra gelir.

Kendine bir iyilik yap. Sinemadan anlıyorsun ya otur, Osman Sınav’ın “Uzun Hikâyesi”ni tekrâr seyret. Bak, çok entel olduğun için seyretmemiş olmana ihtimâl vermiyorum. Sonra, Fight Club’ı da tekrâr seyret ve şu sözü tefekkür et:

“Sâhip olduğun herşey, birgün sana sâhip olur.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi