Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Hayâtın Karşısında, Sevdânın Önemi Var Mı?

Hayâtın Karşısında, Sevdânın Önemi Var Mı?

Keje’yi hatırlıyor musunuz? Susarak isyân eden; susarak sevdâsını haykıran; firkâtten ölmeyen ama, ölmekten beter olan Keje.. Yıllar sonra, kara sevdâsı “Eşkıya” ile karşılaşınca, felç olan birinin ayaklarını sürüyerek zorla yürümeye çalışması misâli konuşmaya çalışan Keje..
 
Çok tesirinde kaldıysak da “Böyle şeyler, masallarda ve filmlerde olur.” deyip geçtik. Bir gün değil, beş gün değil.  Bir insan, ömür boyu susabilir mi?
 
Susarmış. Tek kelime etmeden çilesini tamamlarmış. Film veya masal değilmiş. Ben öğrendim; siz de bilin istedim.
 
Dün, çok kıymetli bir edebiyatçının evine dâvetliydim. İlk defâ gittiğim eve girer girmez bir örtü dikkâtimi çekti. Adını koyamadığım bir çekim. Bildiğiniz, dikdörtgen şeklinde bir sehpa örtüsü. “Bu örtü nedir?” diye sordum gayr-i ihtiyârî. “Onun çok acı bir hikâyesi var.” dedi, ev sâhibi.  Allah Allah! 
Böyle basit bir örtünün nasıl bir hikâyesi olabilirdi ki....
 
Hoş beş faslından sonra sıra, hikâyeye geldi. 
 
Ege tarafında bir köy...1930’lu yıllar... Bir Çanakkale şehidinin kızı olan F, sevdiği gençle nişanlıymış. Teyzesi ölünce geriye, üç yetim yavru kalmış. F’nin annesi, kızkardeşinin emânetlerine sâhip çıkmak, üvey eline bırakmamak adına, F’yi nişanlısından ayırarak eniştesi ile evlendirmiş. F, nişanlısını çok seviyormuş ama, sebep her ne ise annesine karşı gelmemiş. Susmuş ve kaderine râzı olmuş. 
 
Olmuş ama, kara sevdâdan eriyip bitmiş. Üzerine bir hâl gelmiş. Kimselerle konuşmamış. Hayattan kopmuş. Doğumdan sonra çocuğuna bile bakamamış. El kapısına da sığmamış. Kendi eliyle gelin eden anası, kendi eliyle kızını ve torununu, geriye yanına almış. ”Ben ne ettim?” diye çok yanmış. 
 
F hiç düzelmemiş. Bir odaya kapanmış, sâdece yün eğiriyormuş. Sonra da bu yünlerden kumaş dokuyormuş. Bu hâlde, onbeş seneden fazla yaşamış. Oğlu büyümüş, delikanlı olmuş ama onunla da hiç konuşmamış. Ana-oğul muhabbeti olmamış.
 
Anneanne âciz, anne ise meczûp ( belki mecnûn demek daha doğru) olunca, oğlanı koruyan gözeten çıkmamış. Dayısı ve yengesi, evin oğlu gibi değil; beslemesi, çobanı gibi muâmele etmişler.
 
Nihâyet birgün, F ölmüş. Annesi, “Benden geriye, kimsenin eline kalmadı.” diye çok sevinmiş.
 
Ev sâhibinin gözleri dolu, benim gözlerim dolu... “İşte bu örtü, babaannemin dokuduğu örtülerden biri” deyince, beni çeken şeyin ne olduğunu anladım. 
 
“Biz, babaannemin hikâyesini babamdan duymadık. Babam, bu konuda tek kelime etmedi. Bize, çok iyi bir baba oldu. Ne bir kere kızdı ne yüksek sesle konuştu. Okuyalım diye hiçbir fedâkârlıktan kaçınmadı.” dedi, F Hanım. Babası, bir kere saçını okşamayan, konuşmayan çilekeş annesinin adını kızına koymuş.
 
F Hanım, babaannesinin hem adını hem de dokuduğu kumaşını, mukaddes bir hâtıra olarak lâyıkı vechile muhâfaza ediyor. Bu kadar acı olmasa da benzer bir hikâye benim memleketimde de yaşanmış. Ablasından kalan yetimlere, teyzelik değil, öz annelik yapan bir genç kız varmış. Sözlüymüş. Nihâyet düğün zamânı gelip çatmış. Kına yakıldığı akşam, iki yetim, kapının kenârından “Sen gidersen biz ne yapacağız?” diye soran gözlerle teyzelerine bakmışlar. Yeğenlerinin bu hâlini gören geç kız, evlenmekten vazgeçmiş.
 
Hikâyenin ötesi kayıp. Genç kızın hâli nice olmuş, bir türlü öğrenemedim. Yeğenleri büyüdükten sonra evlenmiş olabilir. Tabi el oğlu beklediyse...
 
“Hayâtın, sevdâ karşısında ne önemi var? diye soruyordu “Eşkıya” filmi.  “Hayâtın karşısında, sevdânın önemi yok.” diyen bu hikâyelerden sonra, bir de “Sevdânın karşısında, hayâtın önemi yok.” diyen gerçek bir hikâye daha anlatayım. 
 
Orta Anadolu’da, birbirine sevdâlı iki genci ayırmak için kızın âilesi bir çözüm bulmuş. Genç kızı gizlice, Adana’da yaşayan abisinin yanına götürmüşler.
 
Telefonun olmadığı yıllar. Delikanlının, sevdiği kızdan haber alması mümkün olmamış. Tek bildiği, 
sevdiğinin Adana’da olduğuymuş. Adresini de kimseden öğrenememiş. Kız tarafı, kimselere söylememiş.
 
Delikanlı, yola düşüp Adana’ya gitmiş. Dilenci kılığına girmiş. Günler, haftalar boyunca (belki aylar) tek tek kapıları çalıp dilenmiş. Birgün, çaldığı kapıyı, sevdiği kız açmış. 
“Yürü” demiş. Birlikte yürüyüp gitmişler. Çok mutlu olmuşlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi