Faruk Köse

Faruk Köse

Papa’nın elini tutmak ve soruşturmayayayın yasağı

Papa’nın elini tutmak ve soruşturmayayayın yasağı

Ülkenin başında o kadar çok “bela” var ki, bunları “çözmek için kafa patlatma”nın “geciktirilemeyecek son nokta”sındayız...

İHH Başkanı Bülent Yıldırım da söyledi, terör örgütü PKK ve şehir yapılanması KCK, Güneydoğu’da “paralel devlet”ini kurmuş da zeminini sağlamlaştırıyor. Sokaklarda Kürt gençlerini dağa çağıran “Apo posterli afişler” boy gösteriyor. Bülent Yıldırım’ın ifadesiyle; “Bölgede oluşan otorite boşluğunu PKK/KCK adeta bir devlet gibi yapılanarak doldurmuştur. Bölgede paralel yönetim, paralel yargı, paralel güvenlik mekanizmaları oluşturulmuştur.”

PKK/KCK paralel devletini zaten kurmuş da “devrimler”e geçmiş. Tıpkı“M.Kemal’in yaptığı gibi, önce kıyafet ve ahlâktan başlamış” işe. Kürt kadınları için “kıyafet devrimi”ni öngören “zincirlenmiş çarşaflı kadınlar”gösterisine şahit olduk. “İslam’a karşıyız” yazılı pankart taşıdılar, namussuzluğu dayatacak şekilde, herkesin göreceği bir yere, “Toplumsal kâbustur namus” yazılı pankart astılar. PKK’nın Kandil’deki bir elebaşısı,“Kürt Özgürlük Hareketi de AKP’nin tutuklamalarına karşı ....askerleri, polisleri, kaymakamı, devlet memurlarını ....tutuklayacak ve kendi hukuku çerçevesinde yargılayacaktır” dedi.

Daha neler, neler... Şimdi bütün bunlar ve daha fazlası görmezden gelinip, tüm basın iki şeye odaklandı:

1- Meclis’te yürütülen yolsuzluklar konulu soruşturmaya yayın yasağı konulması,

2- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Papa tarafından ziyareti...

Madem ki güzide basınımız bu iki hususu “en esaslı memleket meselesi”olarak seçti, ben de konuya dair görüşlerimi kısaca arzedeyim.

Önce birinci meseleye bakalım: Dört eski bakan hakkında kurulan “Meclis Soruşturma Komisyonu” haberlerine, “soruşturmanın bitim tarihi olan 27 Aralık 2014’e kadar” yayın yasağı getirildi.

Bakanlar hakkındaki iddiaların doğru olup olmadığını bilmiyorum, buna yargı karar verecek. Ancak, ortada “ciddi bir iddia var” ve “soruşturma kapsamı”na girmişse, üstelik bu iddialar, onlar “yüksek bir konumdayken”yapılmışsa, buna dair gelişmelerin basına yansımasının engellenmesi “hukuki” de olmaz, “etik” de durmaz. Hatta bazı ard niyetlilerin, “iddialar doğruymuş ki yayın yasağıyla üstünü örtecekler” suçlamasına maruz kalabilir. Bu açıdan, Meclis’in denetim yollarından birinin kullanılması esnasında böyle “sansürvari” bir yola başvurulmasının şık durmadığını teslim etmek lazım.

Konuyla ilgili olarak, TBMM’nin “bilgi edinme ve denetim yolları” arasında bulunan “Meclis soruşturması” hakkında Başbakan’ın, “Yargısal sürecin bir parçasıdır, herhangi bir Meclis faaliyeti şeklinde telakki edilmemesi lazım” demesi, “yasama ve yargı erklerinin ayrılığı” açısından talihsizlik olmadı mı?

Gelelim Papa’nın Cumhurbaşkanı’nı ziyareti meselesine...

Cumhurbaşkanı’nın, uluslararası sistemde devlet olarak tanınan Vatikan’ın başı olan, “tüm dünyada sözü geçer etkinliğe sahip Papa”yla görüşmesini ve elini sıkmasını yanlış bulmak ard niyetliliktir. Tabiî ki görüşecek, karşılarken de elini sıkacak... Ne var ki bunda?

Ancak bu noktada, Fethullah Hoca’nın Papa ile görüşmesini ve elini sıkmasını büyük bir “ihanet”miş gibi sunup da Cumhurbaşkanı’nın Papa’yla görüşüp elini sıkmasına ses etmeyen anlayış üzerinde durmak gerekiyor. Zira, Fethullah Hoca’yı Papa’nın elini sıktı diye eleştirenler, aynı el sıkma olayını Cumhurbaşkanı yaptığında sustular.

Burada mesele, “eleştiri biçimi”nin yanlışlığı. Fethullah Hoca, “Papa’yla el ele” diye eleştirildi. Eleştirinin odak noktası, “Papa ile görüşme ve elini sıkma”ydı. Konuya böyle yaklaşırsan, bugün aynını yapan Cumhurbaşkanı’nı da eleştirmen gerekirdi. Oysa bunda eleştirilecek bir şey yoktu. Demek ki, “el sıkma üzerinden yürütülen eleştiri”, hakperest bir eleştiri değildi.

Önemli olan, Papa ile veya bir başkasıyla “görüşmek ve elini sıkmak”değil; bu “görüşmede ne dediğin, hangi taahhütler altına girdiğin”dir. Eğer bu konuda bir sıkıntı varsa, o eleştirilmeliydi. Yani sorunlu taraf, “özü kaçırıp kabuğa takılmak”tır. Mesela, Gülen’in mektubuna başlarken kullandığı “pek muhterem Papa cenapları” hitabıyla sayın Erdoğan’ın mektubuna başlarken kullandığı “Kutsiyetpenahları Papa Fransuva”hitabına takılmak, özü kaçırmaktır. Yine, mesele “Papa’ya methiye” ise, Fethullah Hoca’nın Papa’ya mektubuyla Cumhurbaşkanı’nın Papa’ya mektubunu yan yana koyun, “methiye açısından” pek bir fark göremezsiniz.

Demem o ki, eleştiri biçimini yanlış veriler üzerine bina etmek hak da değildir, adalet de. Bugün Cumhurbaşkanı’nı “Papa ile görüşüp elini sıktı” diye eleştirmek nasıl yanlışsa, dün Fethullah Hoca’yı aynı eyleminden dolayı eleştirmek de yanlıştı.

Eleştireceksen, ne verdiğini, ne aldığını, ne sunduğunu, ne yaptığını, hangi yola girdiğini örneklendirip, varsa bir yanlış, onu eleştirmelisin.Örneğin, Fethullah Hoca’nın Papa’ya yazdığı mektupta geçen “İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan müslümanlardır” ifadesi bu türdendir. Buna, “gâvurun hiç mi suçu yok, niye müslümanları Papa’ya kötüledin?” türünden esasa dair eleştiri yapılabilirdi.

Ancak esası bırakıp mesele Papa’nın elini sıkmaya hasredilirse, işte böyle gün gelir, Cumhurbaşkanı da -gayet tabiî olarak- Papa’nın elini sıkınca, apışıp kalırsınız.

Birine haram kıldığımızı diğerine helal kılarsak, bu adaletsizlik olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi