Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Biz buyuz

Biz buyuz

Ha­ber­le­ri okur­ken, TRT’­nin “Sen Ol­san Ne Ya­par­dın?” prog­ra­mı­na ait bir vi­de­o dik­ka­ti­mi çek­ti. Ka­sa­da ka­lan an­ne­nin yar­dı­mı­na bir ha­nım ye­tiş­ti ve ek­sik pa­ra­yı öde­di. Hâ­di­se­nin kur­gu ol­du­ğu­nu öğ­re­nin­ce “Ya­yın­la­ma­sa­nız.” de­di. Su­nu­cu Al­tan Er­kek­li, ha­ya­tın için­de­ki gü­zel­lik­le­ri ço­ğalt­mak için ya­yın­la­mak is­te­dik­le­ri­ni söy­le­di. Ce­vap çok gü­zel­di. ”Biz, za­ten bu­yuz.” 

Ma­hal­le­miz­de­ki mar­ket­te, böy­le bir şe­ye şa­hit ol­dum. Bir ak­şam, ka­sa­da kuy­ruk­ta­yız. En ön­de po­şet­le­ri­ni dol­du­ran ha­nım, ka­si­yer “Ba­ki­ye ye­ter­siz.” di­ye­rek kre­di kar­tı­nı ia­de edin­ce, cüz­da­nı­na bak­tı. Ye­ter­li na­kit pa­ra­sı çık­ma­dı. Al­dık­la­rın­dan ba­zı­la­rı­nı ele­me­ye baş­la­mış­tı ki ar­ka­sın­da­ki ha­nım, “Lüt­fen bo­şalt­ma­yın. Ben öde­ye­yim.” de­di. Kar­şı­sın­da­ki “A­ma na­sıl olur? Si­zi ta­nı­mı­yo­rum.” di­ye iti­raz edin­ce, “Da­ha son­ra pa­ra­yı bu­ra­ya bı­ra­kır­sı­nız. So­run de­ğil.” di­ye kar­şı­lık ver­di. Kre­di kar­tıy­la ta­ma­mı­nı öde­di. İs­mi­ni söy­le­di. Ka­si­ye­re de “Ben siz­den alı­rım.” de­di. Di­ğer ha­nım, ha­ra­ret­li te­şek­kür edin­ce de “Mü­him de­ğil. Ay­nı ma­hal­le­nin in­sa­nı­yız.” di­ye­rek  gü­lüm­se­di.

Me­rak bu ya da­ha son­ra ka­si­ye­re ne­ti­ce­yi sor­dum. O ha­nım, er­te­si gün pa­ra­yı bı­rak­mış. Di­ğer ha­nım, bir son­ra­ki gün ge­lip al­mış. Bu ka­dar. Biz, bu­yuz.

Yıl­lar ev­vel, Gür­büz Aza­k’­ın bir ya­zı­sın­da oku­muş­tum. Bir ar­ka­da­şı, sert bir kış ak­şa­mı gör­dü­ğü kes­ta­ne­ci­yi an­lat­mış. “Bir da­ki­ka!” de­miş, Azak. “Kes­ta­ne al­dın mı?” Ar­ka­da­şı “Ne alâ­ka­sı var?” de­yin­ce şöy­le si­tem et­miş: 

“O adam, ak­şam vak­ti, o ha­va­da tit­re­ye­rek na­fa­ka­sı­nı çı­kar­ma­ya ça­lı­şır­ken sen na­sıl, 50 gram kes­ta­ne al­maz­sın?” 

Bu­nu, hiç ama hiç unut­ma­dım.

Ge­çen­ler­de Kı­zı­la­y’­da, bir kö­şe­de çe­tik sa­tan yaş­lı bir tey­ze gör­düm. İyi­lik adı­na, bir çift çe­tik al­dım. “Ne ka­dar iyi bir in­sa­nım.” di­ye bö­bür­le­nir­ken bir adam gel­di ve yer­de­ki çe­tik­le­rin hep­si­ni al­dı git­ti. Be­de­li­ni faz­la­sıy­la öde­di. Zan­ne­de­rim, tey­ze­nin so­ğuk­ta bek­le­me­si­ne gön­lü ra­zı ol­ma­dı. Be­nim bü­tün ha­vam sön­dü. Şa­şa­cak bir şey yok. Biz, za­ten bu­yuz.

An­ka­ra­’nın, kar se­be­biy­le felç ol­du­ğu bir gün. Yaş­lı bir si­mit­çi, so­ğuk­tan tit­re­ye­rek tab­la­da­ki son si­mit­le­ri­ni sat­ma­ya ça­lı­şır­ken ya­nı­na yak­la­şan bir adam, “Hep­si­ni ve­rin.” de­di. Si­mit­çi, tab­la­da­ki son dört si­mi­di he­nüz sar­ma­mış­tı ki baş­ka bir adam ya­na­şıp “İ­ki si­mit ve­rir mi­si­niz?”de­di. Bu ara­da, iki müş­te­ri ta­nış çık­tı. “Sen al.”, “Yok ha­yır, sen al” ıs­ra­rı faz­la uza­yın­ca, ilk müş­te­ri di­ğe­ri­ni ke­na­ra çe­kip “Ben bit­sin di­ye ala­cak­tım. Al ar­tık şu si­mit­le­ri...” di­ye çı­kış­tı. Bu­nun üze­ri­ne, ikin­ci müş­te­ri dör­dü­nü de al­dı ve bi­ri­si­ni ilk müş­te­ri­ye ik­ram et­ti. Çok şü­kür, biz bu­yuz.

So­ka­ğı­mız­da bir ağaç var. So­kak sa­kin­le­ri, ak­şam­la­rı ar­tan ye­mek­le­ri kap­lar­da ora­ya bı­ra­kı­yor. Ya­zın da mu­hak­kak su ko­yu­yor­lar. Ke­di­ler, kö­pek­ler alış­mış; ora­ya uğ­ra­yıp ka­rın­la­rı­nı do­yu­ru­yor­lar. Bu sa­bah, ga­ze­te al­ma­ya gi­der­ken kes­tir­me­den gi­de­yim de­dim. Boş bir ara­zi­den geç­mem ge­rek­ti. Bir ağa­cın di­bin­de, aç ka­lan so­kak hay­van­la­rı için bı­ra­kıl­mış ye­mi gör­düm. Biz, iş­te bu­yuz. 

Bak­kal bor­cu ka­pat­ma ge­le­ne­ği­ni bi­lir mi­si­niz? Es­ki­den Ra­ma­za­n’­da zen­gin­ler, fa­kir­le­rin bak­kal bor­cu­nu si­ler­miş. Ümit Me­ri­ç’­in, “Bir Müs­lü­ma­n’­ın ci­pe ya­tı­ra­cak pa­ra­sı ol­ma­ma­lı. Pa­ra­sı o ka­dar çok­sa, git­sin İs­tan­bu­l’­un fa­kir semt­le­ri­ne, ara so­kak­lar­da do­laş­sın; bak­kal­lar­da­ki o ek­mek borç­la­rı ne­de­niy­le ka­bar­mış olan he­sap­la­rı öde­sin.” söz­le­ri­ni du­yan çok zen­gin bir işa­da­mı­nın ha­nı­mı, ci­pi­ni sat­mış ve bak­kal bak­kal do­la­şıp yok­sul­la­rın he­sap­la­rı­nı ka­pat­mış. Biz, as­lın­da, bu­yuz.

“Ben o ka­dar zen­gin de­ği­lim.” de­me­yin. Rah­met­li Ma­hir İz, her ay öğ­ret­men­lik ma­aşı­nın kırk­da bi­ri­ni ih­ti­ya­cı olan­la­ra ve­rir­miş. “Fa­kir­le­rin, si­zin zen­gin ol­ma­nı­zı bek­le­me­ye ta­ham­mül­le­ri yok­tur.” sö­zü, ona ait.

Kö­tü, çok ses çı­ka­rı­yor. İyi­lik­le­ri, gü­zel­lik­le­ri bas­tı­rı­yor. Biz, as­lın­da, çok iyi­yiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi