Hüsnü Aktaş

Hüsnü Aktaş

İslâm âlimlerine göre hükümetin vazifeleri

İslâm âlimlerine göre hükümetin vazifeleri

Mükerrem bir varlık olan ve mukaddes emâneti yüklenen İnsanoğlu, yeryüzünün halifesidir. Bu hilâfet; Allah’a (cc) imanı, ihlâsla ibadet etmeyi, ma’rufun (iyiliğin) yayılmasını ve münkerin (kötülüğün) önlenmesini beraberinde getiren bir emanettir. Bilindiği gibi emanet kavramı, ilâhi tekliflerin tamamını ifade için kullanılan bir kavramdır. (1) Tarih boyunca bütün peygamberler; Allah (cc) ile insan arasında, adalete ve sevgiye dayalı münasebeti kurmaya gayret etmişlerdir. Toplumu yönetme ilmi, (siyaset) peygamberlerin insanlara öğrettikleri ilimlerin başında gelir. (2) Kur’an-ı Kerim’de, yeryüzünde iktidarla imtihan edilen mü’minlerin, bariz vasıfları haber verilmiştir: “Onlar (o müminler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülüklerden nehyederler” (El-Hacc Sûresi: 41) 

Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir terimdir. Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür. Kısaca siyaset, ülke, devlet ve insan yönetimidir. (3)  İslâm dininin, kendine mahsus olan bir siyaset anlayışı vardır. Bu siyaset anlayışının değişmeyen hedefi, insanların dünyevi ve uhrevi saadetine vesile olmaktır. Nitekim İmam-ı Şâtıbî; “Dini hükümlerin konulmuş olmasının sebebi, insanların dünya ve âhiret hayatıyla ilgili maslahatlarının teminine vesile olmaktır.’ (4) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir.  İslâm âlimlerinin maslahat kavramıyla ifade ettikleri keyfiyetin, günümüzde yaygın olarak kullanılan pragmatizm ideolojisiyle bir ilgisi yoktur. İmam-ı Gazali, ‘El Mustasfa’ isimli usul kitabında, şu tesbitte bulunmuştur: “Bizim maslahattan kasdımız, şeriatın maksadıyla sınırlıdır. İnsanoğlunun can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin muhafaza edilmesi farzdır. Bu beş şeyin korunmasına vesile olan her şey maslahattır. Bunların zâyi olmasına sebeb olan şeyler de mefsedet hükmündedir. Mefsedetin izalesi de maslahattır.’ (5) 

Başta İmam-ı Cüveynî olmak üzere, bazı usûl âlimleri maslahat meselesini, kıyas-ı fukahanın bir unsuru olarak ele almış ve nassa dayanan, gayesi akılla anlaşılabilen, aynı zamanda  insanlık için zaruri olan maslahatları izah etmiştir. Bu maslahatlar; kavmi, rengi, dili ve dini ne olursa olsun, bütün insanlar için zaruridir. Meselâ: “Ey selim akıl sahipleri!.. Kısasta sizin için (umumi) hayat vardır. Ta ki adam öldürmekten sakınasınız” (El Bakara Sûresi: 179) ayetinde belirtilen maslahat, can emniyetiyle ilgilidir. Çünkü kısas cezası, her insan için zarûrî olan canın korunmasıyla ta’lil edilebilir. Dinin, aklın, neslin ve malın korunması, tıpkı canın korunması gibidir. İnsanlar için ihtiyaç derecesinde olan maslahatlar da vardır. Bunlar önem bakımından zarûret derecesine ulaşmazlar. Ancak genel ihtiyaca cevap veren bir keyfiyete haizdirler. Güzelleştirme (tahsiniyat)  ve kolaylaştırma gibi unsurlara haiz olan maslahatlar, insanların içinde bulunduğu hale göre değişebilir. (6) Bütün siyasi ve sosyal organizasyonlar, insanoğlunun maslahatları/ihtiyaçları sebebiyle ortaya çıkmıştır. İslâm Fıkhını uygulayan hükümet, insanların yeryüzündeki hilâfet vazifelerini yerine getirebilmeleri için bir vasıtadan ibarettir. Başta İmam-ı Maverdi (rh.a) olmak üzere birçok âlim, siyasi iktidar ile teb’a arasındaki münasebetleri tahlil ederken, iktidar sahiplerinnin şu altı unsuru dikkate almalarının zaruri olduğunu ifade etmişlerdir. 

1) Adalete Riayet Edilmesi: Halkın iktidar sahiplerine ve amirlere itaati, adeletin sağlanması ile mümkündür. Memleket (ülke) adaletle mamur, millet onun sayesinde müreffeh olur. 

2) Genel Güvenlik: Gönüllerin emniyet bulduğu, zayıfların yakınlık duyduğu, korkunun kalktığı, canın, malın ve ailenin korunduğu genel güvenlik siyaseti, zaruri bir unsurdur. 

3) Güçlü Otorite: Farklı arzular ve görüşler, güçlü otorite sayesinde bir araya toplanır.

4) İnanılan ve Yaşanılan Din: İnsanoğlunun hayatında, inandığı ve yaşadığı dinin müstesnâ bir yeri vardır. Herhangi bir ayırım yapmadan insanların din emniyetini sağlamak, devletin devamı için elzemdir.

5) Düzenli ve Sürekli Olan İktisadi Nizam: Bu nizam, insanların ruhlarına genişlik, çalışmalarına gayret ve tedbirlerine kuvvet verir. Mal emniyetinin sağlanması ve  kıskançlık-hased duygularının ortadan kaldırılması için, düzenli ve sürekli olan iktisadi nizama iehtiyaç vardır.

6) Geniş Emel (emel-i fesih): Bir insanın, ömrünün içine sığmayacak kadar büyük işlere teşebbüs edebilmesi için geniş emel (emel-i fesih) sahibi olması gerekir. Geniş emel (emel-i fesih) ile tûl-û emel arasındaki farkı dikkate almayan bazı mutasavvıfların, ‘hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmanın getireceği felâketler’ üzerinde durdukları malûmdur. Bu anlayışın, ferdi planda tamamen yanlış olduğunu ileri sürmek doğru değildir. Ancak fakirliği teşvik etmenin, mali ibadetlerin edâsı açısından değişik felâketlere sebeb olacağını unutmamak gerekir. Kaldı ki İslâm fıkhı’na göre teşekkül eden devletin istikrarı için, teb’a durumunda olan insanların mal ve hizmet üretitimi artırma noktasında bütün imkanlarını seferber etmelerii gerekir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ‘Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur ve bunu dikmeye gücü yeterse, muhakkak o hurma dalını diksin ,bırakmasın’ (7) buyurduğu malûmdur. Kıyametin mahiyeti dikkate alınırsa, bu tavsiyenin ‘bütün imkânların kullanılması’ anlamına geldiği kolayca kavranabilir. Fakirliğin yaygın olduğu bir toplumda sosyal adaleti ve siyasi anlamda istikrarı sağlamak kolay değildir. Günümüzde sayıları milylarlarla ifade edilen müslümanların ürettiği mal ve hizmetlerin toplamı, Almanya’nın ürettiği mal ve hizmetlerden daha az olduğunu da unutmamak gerekir. 

Hukuk kurumu olan devleti yöneten kimselerin, ahlâki değerlerin muhafazası için bütün imkanlarını seferber etmeleri gerekir. İslâm âlimleri; devlet ve siyaset meselesinde, ahlâki değerlerin korunması üzerinde durmuşlardır. Güzel ahlâkın, sultanın fermanından ve yazılı kanunlardan daha önemli olduğunda ittifak etmişlerdir. İmam-ı Gazali “Et Tıbrû’l Mesbûk Fi Nasihatû’l Mulûk’ isimli eserinde, zamanın sultanlarına, takip etmeleri gereken siyaset konusunda nasihatta bulunmuştur. Ayrıca değişik vesilelerle iktidar sahiplerine, siyasi keyfiyete haiz mektuplar yazdığı ve ‘ne yapmaları gerektiği’ konusunda tavsiyelerde bulunduğu malûmdur. (8)

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Devlet, hükümet ve siyaset ile ilğili ilimler; bazı seküler-lâik aydınların ileri sürdüğü gibi filozofların şahsi kanaatlerine dayanan bir nazariye değil, yeryüzünün halifesi olan insanın, dünya ve ahiret saadetini konu alan bir ilimdir. Hilâfet kavramı;  hem insanın vazifelerini, hem siyasetin temel esasını belirleyen bir kavramdır. Türkiye’de ve diğer halkı müslüman olan ülkelerde; hilâfet rejiminin keyfiyeti “efradına cami, ağyarına mani” bir şekilde anlaşıldığını söylemek kolay değildir. Bunun bir değil, birden fazla sebebi vardır. Kendi nefislerine zulmeden Müslümanlar; devlet ve siyaset meselesinde, şahsi kanaatleri ön plâna çıkarmışlardır. Başkalarının zulmüne (ikraha) uğrayan Müslümanların;, modern-ulus devlet paradigmasına ve lâiklik felsefesine teslim olmaları, itikadi zaafları beraberinde getirmiştir. Modern zamanlarda ‘Hilâfet’ rejimi yerine kullanılan ‘İslâm Devleti’ tabirinin, insanların şahsi kanaatlerine göre değişebilen izafi bir tabir haline geldiğini  gizlemek mümkün değildir.  Meselenin bir diğer boyutu da şudur: Tarih boyunca her ümmetin hayatına yön veren minhac ve şeriat meselesi, fuzuli tartışmaların yaşanmasına vesile kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de ‘her ümmet için bir minhac ve şeriat tayin edildiği’ muhkem nassla haber verilmiştir. ( El Maide Sûresi: 48) Bazı müfessirler minhacın ’iman esasları olduğunu ve Hz. Adem’den (as) beri hiç değişmediğini’ belirtirken, bazıları da ‘peygamberlerin ortak sünneti’  ve takip ettikleri usûl mânasına geldiğini ifade etmişlerdir. (9) Tarih boyunca hiçbir ümmet başı-boş bırakılmamıştır.  Bütün ümmetlerin minhaca ve kendileri için takdir edilen bir şeriata muhatap oldukları,  muhkem nassla sabittir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) Medine’ye hicret etmeden önce, Allahû Teâla’ya (cc) ‘kendisini sulta (iktidar) ile desteklemesi için’ dua ettiği ve hicretten sonra İslâm Fıkhı’nı uygulayan adil iktidarı hayata geçirdiği malûmdur. Bütün kaynaklarda, ‘önce muhacirler ile ensar arasında kardeşlik anlaşmasını yaptığı, daha sonra da Medine’de oturan Yahudi, Hıristiyan ve diğer inançlara mensup olan insanların haklarını tesbit için kendileriyle görüştüğü’ belirtilmektedir. Bazı müellifler; adli, siyasi ve mali konuları da içine alan  bu sosyal sözleşmeye ‘Anayasa’, bazıları da ‘Medine Vesikası’ adını vermişlerdir. Bu farklı isimlendirmelerin yerinde olup-olmadığı tartışılabilir. Ancak tarafların karşılıklı rızasına dayanan ‘Medine Vesikası’nın’,  siyasi tercihlerle ilğili olduğunu unutmamak gerekir.  (Misak -231) 

_____________________________________

(1) İbn-i Kesir-Tefsirû’l Kur’an’il Aziym- Beyrut: 1969 C: 1 Sh: 68 

(2) İmam-ı Beyhaki-Kitâbu’l-Esmâ ve’s-Sıfât- Beyrut: Ty. Sh: 281

  (3)  Prof. Dr. Bülent Daver- Siyaset Bilimine Giriş-Ankara: ty. Sh: 4

 (4) İmam-ı Şâtıbî-El İti’sam- Beyrut: 1986 C: 2 Sh: 4

(5) İmam-ı Gazâlî-El Mustasfâ min İlmi’l Usûl- Beyrut:1937 C: 1 Sh: 286-287 

(6) İmam-ı Cüveynî- El Burhân fi Usûli’l-Fıkh- Beyrut 1997 Sh:79 vd.

(7) Abdi’l Latifi’z Zebidi- Sahih-i Buhari Muhtasarı- Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şehri- Ankara:1974 C: 7 Sh: 124 

(8) Bu mektuplar, Abdül Kayyum tarafından kitap haline getirilmiş ve Inkılâb Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. (Abdül Kayyum- İmam-ı Gazzâli’nin Mektupları- İst:2002) Bu kitapta 26 mektuba yer verilmiştir.  

(9) Geniş bilgi için/ Mecmuatû’t Tefasir- İst: 1979 C: 2 Sh: 296 vd. Ayrıca İbn-i Kesir-A.g.e. C: 2 Sh: 65

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüsnü Aktaş Arşivi