Faruk Köse

Faruk Köse

Muhalefet hakkı ve adalet

Muhalefet hakkı ve adalet

Müslümanlar birbirlerinin velileridir. Her mü’minin, diğeri üzerinde“iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma hak ve yetkisi”nin bulunduğunu biliyoruz. Bu yetkiye dayanarak yaptığım “iyiliği teşvik, kötülüğü tenkit” amacına yönelik yazılarım niçin yadırganır ve maksadının dışında etiketlenir, anlamıyorum.

Sözünü ettiğim yetkiyi tüm mü’minlere veren, Allahu Teala’dır. Nitekim“müslümanın hayat rehberi Kur’an-ı Kerim”de şöyle buyurulur:“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin velileridirler; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar(lar)... ” (Tevbe/71) Demek ki her mü’minin, diğer bir mü’mine iyilikleri ve doğruları yapması hususunda emir ve teşvik, kötülükleri ve yanlışları yaptığında tenkit ederek yine iyiye teşvik hak ve yetkisi var.

İlahi hakikat böyle olunca, bir mü’mini yanlışlarından dolayı eleştirip doğruyu tavsiye etmek, hatta bu hususta ısrarcı olmak, mü’minlerin yaptığı çalışmalardaki aksaklıklara, hal ve gidişattaki yanlışlara dikkat çekerek doğrulara işaret etmek niçin yanlış olsun? “Mü’min kadroların yönettiği organizasyonlar”ın çalışmalarında, “iş ve gidiş”lerinde görülen hataları söylemek, o “hataların nasıl doğrulara dönüştürüleceği”ni beyan etmek niçin yadırgansın? Böyle bir “Kur’ani tutum” niçin “düşmanlık” ya da “muhalefet” kavramlarıyla tanımlansın?

“Hakkı ve hakikati söyleyeni düşman görmek” sağlıklı bir zihniyetin ürünü olabilir mi? “Bizden” diye yanlışlara göz yummak “Kur’an ahlâkı”na uygun olur mu, böyle bir tutum müslümanın vasfı olabilir mi? Aynı şekilde, rakibimiz (ve hatta düşmanımız) diye başkalarına haksızlık etmek, adaletten ayrılmak, onların doğrularına sövmek (tasdik etmemek) de Kur’an ahlâkına aykırı olmaz mı?

Bizden olan bir organizasyonun, kadronun ya da liderin bir icraatına, çalışmasına, haline, sözüne, vs. “gerekçeli itiraz”da bulunmak, onun gibi düşünmemek, meşru (Şer’i) çizgide kalmak şartıyla “farklı bir bakış açısı”yla yaklaşmak, “bazı hususlarda muhalefet” etmek, “illâ da ona düşman olduğu”nu mu gösterir, düşman olmanı mı gerektirir? Ya da dostluk demek, “dostunun hataları”nı da, yanlışlarını da, bâtılını da kabul etmek, aklamak, hak görmek mi demek? Birini eleştirmek için illâ da “düşman” olman mı gerekir? Biri senin dostun diye illâ da her yanlışını doğru bulman mı lazımdır?

Önemle vurgulayayım; “rakibimin, düşmanımın doğruları”nı yok saymamak da, “dostumun yanlışları”nı tasdik etmemek de “adalet” gereğidir diye düşünüyorum ve eğer adaletin gereğini yapıyorum diye tenkit edileceksem, buna aldırmayacağımı bilmenizi istiyorum. Çünkü amacım “düşmanlık” değil, “muhalefet” değil, “eleştirmiş olmak için eleştirmek” değil; bilâkis amacım, “mü’min kardeşlerimi, Kur’ani yetkimi kullanarak, gördüğüm kadarıyla hatalardan uzaklaştırıp doğrulara yönlendirmek”ten ibaret. Eğer bunu yaparken hata edersem,“dostane ve yapıcı eleştiri”mde yanılırsam, “aslında doğru olan bir şey”i “yanlışmış gibi” eleştirmişsem, bu bana gösterildiğinde elbette tenkidimi geri alırım. Ancak dostumun, mü’min kardeşimin hatalarını eleştirmemeyi ve hatalarından sakındırmamayı “adalet”e aykırı bulduğumu, onları “doğruya teşvik etmeme”yi “dostluğa ve kardeşliğe ihanet” saydığımı da vurgulamalıyım.

Adalet, en önemli haklardan biri olan “muhalefet hakkı”na yol açar ve “muhalefet hakkı”na yol vermeden “adalet”i sağlamak mümkün değildir. Her eleştiriyi “düşmanlık” ve her eleştireni “düşman/rakip” gibi görüp imhaya çalışmak, “adalet”le izah edilemez.

FURKAN İLİM VE HİZMET DERNEĞİ

Derneğin Ankara Sincan Şubesi kapatıldı. Dernek yetkililerinin beyanına göre “Derneğin yaptığı faaliyet, okulların yarıyıl tatilinden istifadeyle çocuklara Kur’an okumayı öğretmek”ti. Ancak kapatılma gerekçesindeki “vahim itham”, “İslami kurum ve kuruluşlara yapılan resmi tanımlama”nın niteliğini, “karalama”nın boyutunu ve“uygulama”nın nereye doğru gittiğini gösterir türden. “Tebliğ ve Tebellüğ Belgesi”ndeki şu ifadeye bakın:

“523 sayılı Dernekler Kanunu’nun 26’ncı maddesi “Derneklerin, tüzüklerinde gösterilen amaçları gerçekleştirmek üzere üyeleri için lokal açmaları ve lokallerinde alkollü içki kullanılması ile bu tesislerin işletilmesi mülki idare amirinden izin almalarına bağlıdır....” hükmü doğrultusunda söz konusu yerin belirtilen hususlara riayet etmediğinden dolayı kapatılması Valilik Makamının 30/01/2015 tarihli olurları ile uygun görülmüştür.”

İşte size, Hükümetin acilen çözmesi gereken önemli bir problem. Lideri zaman zaman Hükümet’i eleştiriyor diye, çocuklara Kur’an okumayı öğreten bir dernek şubesinin, hem de “alkollü içki kullanılan lokal etiketi” yapıştırılarak kapatılmasının hakla, adaletle, insanlıkla bağdaşır bir yanı olabilir mi? Böyle bir manzara bir müslüman olarak içinize siniyor mu? Bunun, yakın vadede müslümanlar için nasıl bir sonuç doğuracağını hesabeden bir Allah kulu çıkmaz mı? “Kur’an kursuna alkollü içki etiketi yapıştırarak kapatan bir zihniyet”e en başta “Ak Parti seçmeni” karşı çıkmalı değil mi?

Eğer “Kur’an kursu izinsiz açılmış” derseniz, sorarım; Kur’an öğretimi niçin izne bağlı olsun? Önce bunu tartışalım. Kur’an öğretmeyi yasaklayan veya kayıt altına alan hiçbir kural olamaz. Buna kesin ve net bir “toplumsal tavır” koymalıyız. Yoksa bir gün, o meşhur “sarı öküz hikayesi”ni hatırlayacağız, ama iş işten geçmiş olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Faruk Köse Arşivi