Recep Garip

Recep Garip

Değer

Değer

Türk Edebiyatı bir büyük ustayı, Yaşar Kemali de ebedi aleme uğurladı. Milletimizin, edebiyat camiasının ve ailesinin başı sağ olsun. Kuşkum yok eserleri onu yaşatacaktır.

İnsan doğmadan önce bir değer olarak hazırlanır ve öylece yeryüzüne gelir. İnsana verilen değer, diğer varlıkları kullanabilme, çevresini tanzim edebilme, doğanın diline hükmedebilme, ihtiyaçlarını görebilme, diğer insanlara katkıda bulunabilme gibi sayılabilir. Bu katkılarda onu değer olarak farklılaştırmayı sürdürür. İyi bir sanatkârın, iyi bir tornacının ve iyi bir marangozun aldığı vasıf ürettiklerindeki değerle ilgilidir. Bu değer kişinin kendi değeri haline gelir.

İyi ortamlar iyi insanları, olumsuz ortamlar da kötü karakterli insanların oluşmasını sağlar.

Eğer varsa bir değer, bir kıymet, bir hazine mutlaka bir gün fark edilecektir. Mahcubiyetin, masumiyetin, gizlenmişliğin de kendi içindeki sırrı insanidir. Ne var ki insanı olanla, ihsanı olan arasında bocalayıp kalıyoruz. Orhan Pamuk ne tarafından bakılırsa bakılsın, kendi diliyle, tarzı ve üslubuyla, kabul ve retleriyle birlikte biriktirdikleriyle varlığını sürdürüyor. Yaşar Kemal ise aramızdan yeni ayrıldı. Kendisine rahmet diliyorum.  Varlığı Türk ve dünya edebiyatına kazandırdığı romanlarıyla, eserleriyle, İnce Memed’iyle yaşayacaktır. Önceki yıllardaki fark edilişi olmasaydı Orhan Pamuk’un, Hilmi Yavuz jüride bulunmasaydı başka türlü sonuçlar alınırdı. Elbette ki arada başka bilinmeyen denklemler yoksa. Büyük kalemler her zaman büyüktür.  Yaşar Kemal, varlığını Türk Edebiyatına yaptıklarıyla ve güçlü kalemiyle irdelenecek, anılacak ve faydalanılacaktır.

Hilmi Yavuz, Yüzler ve İzler, 53. Sayfada şöyle yazıyor;  “Orhan Pamuk‘un gözü, ne yazık ki, ne bahasına olursa olsun tanınmak, şöhret sahibi olmaktan başka bir şeyi görmez olduğu için, dost uyarılarına kulak asmadı... ‘Cevdet Bey ve Oğulları‘na Milliyet Ödülü veren jürinin üyesiydim ve oyumu elbette ondan yana kullanmıştım. Henüz 20’li yaşlarını sürmekte olan genç Orhan Pamuk’u, akşamları sık sık uğradığım rahmetli Hadi Olca’nın sahibi olduğu Nişantaşı‘ndaki Akademi Kitabevi‘nde tanıdığımı, kitap raflarının arkasına saklanır gibi yapmaya çalıştığı mahcup duruşu ile dikkatimi çektiğini söylemeliyim.  

Yine de edebiyat, özellikle de roman alanında iddialı bir duruşu vardı.”

Aslında bütün insanlar bilinmek ister. Bu durum sadece Orhan Pamuk’a has bir durum değildir. Bu hal Tanrının bilinmek istemesinin bir yansımasıdır aslında “..Küntü kenzen mahviyyen..ben gizli bir hazineydim bilinmek istedim..”sırrından insana düşendir bilinme isteği. Fark edilme isteği. Her yaş kendi içerisinde farklı halleriyle fark edildiğini görmek ya da göstermek istiyor. Bu durum Hilmi Yavuz’da da, Orhan Pamuk’ta da, Necip Fazıl’da da, Nazım Hikmet’te de, Ahmet Hamdi’de de, Atilla İlhan‘da da vardı. Her bir bireyin içinde duran bu duygu kimilerinde daha çok baskın gelirken kimilerinde daha gerilerdedir. 

Ama mutlaka vardır. Çocuğun her yaş ilerleyişinde bu durum olgunluğa hatta yaşlılığa kadar süren bir durumdur da. Edebiyat dünyamız zaman zaman lüzumsuz didişmelere, tartışmalara giriyorsa nefsin galebe çalmasındandır. Nefsin sıçramak istemesindendir. Nefis bir şekilde öne çıkmak ister. Elbette ki burada ilmi tartışmaları, münazaraları çok gündeme almasak da onlarda bile bu gizliden gizliye vardır. 

Beğenilmek isteği, nasıl buldunuz sorusuyla kendisini yuvasından dışarıya çıkarmaktadır. Oturumu bir değerlendirseniz sorusu da aynı çizgide durmaktadır.

Aslında bu durumunu terbiye etmek isteyen mistik bir terbiyeden, dinin edep makinesinden geçmekle giderilmese de uslandırılabilir. Bir ustanın, bir büyüğün, bir dergâh mensubiyetiyle öğreteceği, eğiteceği haller ve bilgilerde bu çerçeve içerisinde ele alınmalıdır. Tasavvufun böyle bir yönü de vardır. Kendi nefsine kardeşinin başarısını, özelliğini, güzelliğini tercih etmeyi öğrenir birey. Var olan bir özellik ki kıskançlık gibi hasetlik gibi özellikler insanı terk etmez, sadece azaltılabilir, ıslah edilebilir, üstü örtülebilir. Kendin için istediğini kardeşin için de ister hale gelmektir arzu edilen. Yeri geldiğinde kendi yerine tercih edebilmektir erdemlilik.

Edebiyatçının ödeviyse, çağındaki şartlar içerisinde, çağın algısına ve diline uygun ürünler ortaya koymaktır. Bulunduğu cemiyetten yola çıkarak bütün bir yeryüzünü kendi cemiyeti gibi görür sanatçı. Bu görüş açısı zamanla geleneklerin, inançların, örflerin sofrasından beslenmeyi gerektirdiği gibi kimi zaman zamanların ötesine uçuşlar yapabilmeyi de dener. Ürünün adının ne olduğu pek önemli değildir. Üretilen malzemenin insana ait ve insanı ilgilendiren, ona ufuklar açan yönlerinin bulunmasıdır. Bilgeliğin başlangıç çizgisi de, felsefecinin yolculuğu da burada başlar. 

Verilen değerlerle, sonradan emekle kazanılan değerlerin varlığını da göz ardı edemeyiz. Edimlerimizin bizi var kılmasıyla yenilenerek, tazelenerek süren kazanımlar da yeni söylemleri, farklı açılımları, değişik kurgu yakalayışlarını yakalatabilir. Demek oluyor ki insanlar sadece çevreden etkilenmezler aynı zamanda çevreyi de etkilerler. Bu karşılıklı çıkar ilişkisine dönüşse de insanlığın ortak mirası diye ifade edebileceğimiz bir değeri yansıtır. 

Meselemiz değerler sistemi içerisinde en iyi, en özel ve özgün değeri yakalamak o değerle değerlenmek ve çevremize değerler katmaktır. Şimdi okuyucusu olduğumuz bilgeler kitabı bizi sahiden büyütürken, güçlendirirken aynı ödevi bize de telkin etmektedir. Gelecek kuşaklara, insanlığa yeni değerler üreterek faydalandırma ödevidir. Bu nedenledir ki şiirin de, sanatın da, edebiyatın da, musikinin de bize söylediği budur. İnsanlık bilgisini yenilemek, tazelemek ve kayıplarda duranları bulmaktır.

Descartes’in, Aristoteles’in, Eflatun’un bize bıraktıkları insan bilgisidir. İnsana verilmiş bilginin etrafındaki çitleri sökmek, sorularla yeni mekânlar oluşturmaktır. Onların çabasından yola çıkarak var olan düşünce sistemleri, sanat kuramları da sonraki bilgelerle beslenerek bu günlere gelinmiştir. Çağımızın önemli şairlerinden olan Heidegger’in zamana yaklaşımı şöyle; “zaman, olayların içinde cereyan ettikleri şeydir. Bu, doğa varlığının var oluşunun temel niteliğidir. Değişim, yer değiştirme, ileriye doğru hareket bağlamında da Aristoteles tarafından şöyle görülmüştür; zamanın kendisi hareket için, herhangi bir biçimde hareketle ilişkide olmak zorundadır”

Anlıyoruz ki zamanın kendisi bir değerdir. Kaydını tutamadığımız bir değerdir. Çevresinde olan ne varsa onların hareketiyle anlam kazanarak kendi varlığını hissettiren zamanın gücü çalışmaları da, çabaları da diğer hususları da görmemizi sağlamaktadır. Bizim hareketliliğimiz ya da doğanın hareketliliği zamanın da belirleyicisi oluyor. 

Değerin ortaya çıkışı ortamına, iklimine, şartlarına bağlıdır. Gencin kendisini rüzgâra vermesiyle, yaşlının vermesi arasındaki farkla şairin rüzgârdan aldığı ilhamla, çobanın aldığı ilham elbette ki farklıdır. Bu nedenle değer, bulunduğu ortamın durumunda değerdir. Değilse bir anlamı olmaz.

Ateş yakıcı, su akıcı, besleyici, bereketlendirici, rüzgâr üşütücü, okşayıcı, temizleyicidir. Bu üç unsurdan yola çıktığımızda ihtiyacın durumuna göre her üçünün de talebi kendi oranındadır. Her üçü de vaz geçilmezdir. 

Vazgeçilmezlik zırhı insanın ihtiyacıyla kıyaslanır. 

Ateş gerekli olduğunda yakıcı, gerekli olduğunda temizleyici, çözücü, eritici yönleri kıymetlidir. Su, yağmurdur, rahmettir, berekettir. Toprağı da, insanı da, doğayı da, varlıkları da susuz bırakamazsınız. Kıymetinin ölçüsü bu anlamda ölçüsüzdür. Rüzgâr, kendi içinde fırtınayı da, ılık esintileri de barındırır. 

Temmuz sıcaklarında harmanın kaldırılmasında ki rüzgâra ihtiyaçla, yağmurla birlikte bizi üşüten rüzgâr aynı değildir. Değişen hava şartları kendi içerisinde değerler sistemini işletirken sonbaharın yapraklarını gitmesi gereken yere taşıyan, toprağı ütüleyen ve çiçeklerin, bitkilerin aşılanmasını sağlayan hava ve rüzgâr değer olarak ölçüsüzdür. Ölçüsüzlük kıymeti belirlenemez anlamındadır burada. Bu bakış açısından başka bir bakış açısına yöneldiğimizde ateşin yakıcılığı şiirde elleri yakmaz, su ıslatmaz ve rüzgâr üşütmez. 

Lakin şiir insanı, toplumu öyle bir etkiler ki ruhun ıslanmasını, arınmasını, yıkanmasını, ısınmasını, terlemesini ya da üşümesini, ferahlamasını, rahatlamasını sağlayabilir. Şiirde ki kalıcı değer insanın ruhundaki, düşüncesinde ki ulaştırdığı noktadır.

 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Garip Arşivi