Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

İkbâl Arsızlığı

İkbâl Arsızlığı

Epeydir, Ak Parti iktidârına muhâlefetin psikolojisini inceliyorum. Bu yazının konusu, kişisel sebeplerle iktidâra muhâlif olan, ama bunu, vatan millet aşkına yapıyormuş gibi sunanlar. Bunları görünce,“On İki Kızgın Adam” filmini seyreder gibi oluyorum.

Mâlûmunuz, bu dönemin en câzip muhâlefet şekli, “Vatan satılıyor” yaygarası. Bir zamanlar, vatanseverliği faşizm olarak görenlerin hepsi vatansever oldu. Faşist damgasını yiyenlerin bir kısmı da onlarla birlikte maalesef.

İktidâr değişince ikbâlden düşenlerin muhâlif olması, gayet insânî bir şey. İnsânî olmayan, umduğunu bulamayanın “Vatan satılıyor.” korosuna dâhil olması. Bana göre, vatan millet meselelerini kişisel hırslarına âlet etmek de bir çeşit vatan hâinliğidir. Zâten böylesinin, vatan falan umûrunda olmaz. Tek derdi, mürüvvetdir.

İşin kötü tarafı, bölsen içinden üç parti çıkacak kadar büyüyen AK Parti, kendi içinde de aynı sorunu yaşıyor. Kramer Kramer’e karşı filmi gibi. Üç seçim kazanınca, her seçimde kendi içinde kadro değişiyor ve mezkûr koroya katılım artıyor. Üçüncü kuma gelince ilk ikisinin işbirliği yapması misâli, bir zamanlar düşman olanlar birbirine yakınlaşıyor. Kastım, ulusalcılarla aynı dili konuşmaya başlayan AK Partililer. Ben, buna, ikbâl arsızlığı diyorum.

İkbâl arsızlarının özgeçmişine dikkatli bakın. Ya Ak Parti döneminde makam elden gitmiştir ya da bir süre sonra. Hele devlet parasıyla tatlı tatlı dünyâyı gezeni yok mu? İkbâlden değil, uçaktan düşmüşe dönüyor. Eğer, “Ben belli bir süre AK Parti’yi destekledim ama, şu târihten itibâren…” diyorsa, bilin ki o târih, gözden düştüğü, çaldığı kapıların boş çıktığı ve herhangi bir ikbâl ümidinin kalmadığı tarihtir. 

Böyle bir bürokrat tanımıştım. Hırsını alamamış, vatanın nasıl satıldığına dâir kitap yazmıştı. Kitabı şöyle bir açtım. Bismillah ilk cümle: “Bu dönemde Çanakkale şehitleri niye anılmıyor?” Halbuki, Çanakkale şehitlerinin en çok bu iktidâr döneminde anıldığı gün gibi ortada. İkbâl arsızı herif, utanmadan, kitabını şehitlere ithâf etmişti. Biraz sıkıştırınca, görevden alındığı târih ile kitaba başladığı târih çakıştı. “Niye en başından itirâz etmediniz?”soruma ise saçma sapan bir cevap verdi. 

Târihten de bir misal vereyim. Abdülhamid Han, bu gibi ikbâl arsızlarını, ellerin maskarası olmasınlar diye tâkip ettirir; nafakalarını temin ederdi. Bâzen de “sus payı” makam verirdi. Bunlardan birisi olan Ali Suâvi, 20 Mayıs 1878’de, “memleketi kurtarmak” için 250 Filibeli muhâcir ile Çırağan Sarayı’nı bastı. Tesâdüfe bakın ki yedi ay önce, Galatasaray Sultânîsi Müdürlüğü’nden alınmıştı. Lâyık olmadığı hâlde, fitne fücür yapmasın diye tâyin edildiği bu makam elinden gidince, memleket sevdâsı depreşti. Arsız yeniçeriler gibi saray basıp darbe yapmaya kalktı. Bir odun darbesiyle can verdi. İbret ki ne ibret…

İkbâl arsızlığının izleri sâdece bürokraside değil, basında da çok belirgin. Dikkatli okumak, yazılardaki ipuçlarını yakalamak lâzım. Yazı vardır; iyilik adına, vatan millet adına yazılmıştır. Hatâ yapanı sarsmak içindir. Âileyi korumak için kardeşini dövmek gibidir. Gözünüzü, gönlünüzü açar. Gafletten uyandırır. 

Yazı vardır; ele geçirilemeyen veya elden kaçırılan ikbâl adına yazılmıştır. Harfler, kelimeler, cümleler ifrâzât gibidir. İkbâl adına dalkavukluk yapanla aynı işi görür. Bulantı hissi verir.   

Not: Gerçekten vatanın milletin iyiliği için eleştiri yapan; eleştiri nâmusu olan insanları, bu yazıdan tenzih ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi