Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Vurun Esra Kiğılı’ya

Vurun Esra Kiğılı’ya

Esra Kiğılı, gencecik bir modacı... Tesettürlü. Çok başarılı. Bir tesettür defilesi düzenledi; ortalık toz duman oldu.

Defileyi de defilede yer alan hüsn-i hat sergisini de eleştirenler oldu.

Evvelâ;

İşin sırrı, hüsn-i hat sergisinde gizli. Hüseyin Kutlu Hoca’nın, tezhib yapanlara şöyle bir tavsiyesi vardı: “Yazıyı tezhiblemeden evvel, ’Seni nasıl süsleyeyim, nasıl giydireyim?” diye konuşun. Tefekkür edin. Tezhib, yazının önüne geçmesin.”

Tezhib, hattı süsler. Bir hüsn-i hattı tezhiblemenin kuralları vardır. Aslolan hattır. Tezhib, hattın önüne geçmemelidir.

Ne çâre ki tezhib sanatı, kadınların elinde. Kadına “Süsle!” de; geri dur. Fıtratında var. Bu sanata alâkamdan dolayı iyi biliyorum. O güzelim yazılar öylesine süse boğulur ki görünmez olur. Süs, mânânın önüne geçer. 

Sâniyen;

Önce, öteki mahalledekiler, tesettürlü kadını aşağıladılar. Sonra, bizim mahallenin erkekleri, ötekilere özenip “Bizimkiler şöyle rüküş, böyle rüküş.” diye kendi yanındakileri aşağıladılar.

İlki mühim değil de ikincisi çok fenâ... Bu fenâlığı, kamusal alanda bütün ikiyüzlülüğü ile gözlemledim. Vaktiyle dindar bir psikiyatrist, bir belediye çalışanlarına verdiği seminerde şöyle demiş:

“Kusura bakmayın hanımlar, Mahmutpaşa’dan giyindiğiniz sürece, kendinize güvenemezsiniz.”

Bir hanım şöyle bir soru sormuş: ”Af edersiniz de bu maaşla nereden giyinmemi bekliyorsunuz?” 

Eşi, büyük bir işadamı olan bir müdiremiz vardı. Her kıyafeti, maaşımızı geçerdi. Bahsettiğim psikiyatrist tipinde bir erkek, bir gün, ortaya, dümdük şöyle demişti: “Helâl olsun. Kadın giyinmeyi biliyor. Bir de bizimkilere bak.” Bizimkiler” hem evindeki hem de bizler oluyoruz. Müdiremizin röfleli, mini etekli olduğunu da belirteyim. O günkü mide bulantımı anlatmaktan âcizim. 

“Süslüman” eleştirileri yapan muhafazakâr erkekler, biraz da boy aynasında kendilerine baksınlar lütfen.
Demem o ki tesettürdeki moda patlamasını, sâdece vahşi kapitalizm olarak değil, aşağılanan tesettürlü kadının isyanı, kimlik arayışı olarak da görüyorum ve hak veriyorum. Herkesten, terbiyeli nefis beklemeyin. Çorba değil ki limon ve yumurta çırpıp terbiye edesin.

Sâlisen;

Esra Kiğılı’yı son derece tutarlı buluyorum.(Dikkat! Doğru değil, tutarlı) “Gencim. Nefsim bu kadarına izin veriyor” demiş.  Daha ne desin? Takva ve sufizm fantezisi ile gençliğinde nefsine eziyet edenlerin, ileriki yaşlarda nasıl patladığını çok gördüm. Yerli filmlerdeki şehre gelen esas kızlar misâli evrim geçiren çok tesettürlü hanım gördüm.

Reyhan Gürtuna’yı hatırlayınız.

Esra Kiğılı’nın başı açık olsa sorun yok. Niye? Din, sâdece tesettürlüler için mi var? Başı açık olan, neden modernlik veya süslülük eleştirisine maruz kalmıyor? Başın açık olması, başka yasakları aşmak için bir vize midir? Mesela, başı açık olanın dar giymesi ile kapalı olanın dar giymesi niye farklıdır? Birisi daha az kadın, diğeri daha çok kadın mıdır? Makyaj yapan ya da yolda dondurma yalayan kadın Allah katında, başı açık/örtülü diye farklı mı tartılır? Başı açık kadının nefsi vardır da kapalı olanın yok mudur? Vs. vs…
Son olarak ve en mühimi;

Söz Eylem Platformu sözcüsü Emine Nur Çakır ve Eğitim Bir-Sen Kadınlar Komisyonu Başkanı Habibe Öçal’a seslenmek istiyorum:

Esra Kiğılı’yı ve tesettürün podyumda sergilenmesini protesto etmek çok kolay. Habibe Hanım, Eğitim Bir-Sen olarak marjinal bir eyleme var mısınız?

Ben, tesettürün podyumda sergilenmesinden ziyâde, kamusal alanın tesettür podyumuna çevrilmesinden rahatsızım. Ne dersiniz Habibe Hanım, böyle bir protesto, makamınızı kaybetmeye değer mi değmez mi? Anladınız siz onu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi