Ahmed Gürkan

Ahmed Gürkan

Güneş Yarının Şafaklarından Doğmak İçin Batarmış!

Güneş Yarının Şafaklarından Doğmak İçin Batarmış!

Türk milleti ve İslâm ümmeti olarak 19. ve 20. asırlarda dibi gördük. 21. asır ise Müslüman Türk’ün başkanlığında bütün bir İslâm ümmetinin dirilişine şahit olacağımız mübarek bir asır olacaktır.

2000’li seneler İslâm’ın ihya, inkişafına şahitlik edecektir. Bugünlerde çektiğimiz sıkıntılar bu kutlu doğumun evvelindeki sancılardır.

Şanlı Peygamberimizin (aleyhisselâm) Sahabe-i Kirâm’a (radiyallahu anhüm) emanet ettiği ve Sahabe-i Kiram’dan ise mukaddes ecdadımızın devraldığı İslâm Sancağı bugün hâlâ bu topraklardadır.

İslâm Sancağı kendisine sancaktarlık edecek zahiren ve ma’nen yetişmiş, Allah’ın katında makbul, ecdad-ı izam gibi manevî ve zahirî semere sahibi kudsîlerin elinde yeniden dalgalanacağı ve fethe çıkacağı günleri beklemektedir. 

YESEVÎ’NİN NESLİNDEN HACI BAYRAM’IN NESLİNE

Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî Hazretlerinin elinde irşad olan Oğuz boyları, Yesevî Babadan aldıkları manevî işaretle akın akın Diyâr-ı Rûm’a göç eylediler.

 Yesevî Hazretlerinin Dergâhında yetişen Alp Erenler Doğu Roma ülkesinin topraklarında büyük bir fütuhat hareketine giriştiler. Oğuz’un Yesevîmeşrep Gazileri, Diyâr-ı Rûm’u zahiren ve ma’nen fethederek putperest Doğu Roma İmparatorluğunun küfür karanlığında kirlenen topraklarını İslâm’ın nuru ile yıkayıp Yesevî mayasını çaldılar. Diyâr-ı Rûm’u Anadolu eylediler.

“Duysun İklim-i Rûm, diyar-ı küfür,

Cihan içre büyük umur olacak.

Yoğrulup İslâm’ın ruh teknesinde,

Türk milleti hallihamur olacak…

 

Allah’ın Osman’a verdiği devlet,

Sayesinde, dünya mamur olacak.

Devlet ki, sancağı altında yıllar,         

Saadetle dolu ömür olacak...”

Türkistan’dan Anadolu’ya gelen Oğuz boylarından Kayılar, Doğu Roma hududunda beyliklerini kurarak yüzlerini batıya çevirdiler. En nihayetinde hedefleri İslâm’ın bir kızılelması mahiyetinde olan Konstantiniyye’yi fethederek Resûl-i Zişan (aleyhisselam) Efendimizin mazharına nail olmaktı.

Bu yeni devletin bütün akınları, harekâtları “Konstantiniyye Kızılelması”nın fethine yönelik idi. Hakan’dan Hakan’a, Mürşidden Mürşide nesilden nesile bu mefkûre işleniyordu.

II. Murad Han zamanına gelindiğinde ise fethin emareleri iyice âşikar hâle geliyor ve Anadolu’nun, Ankara’nın “manevî Sultanı” Hacı Bayram-ı Veli, II. Murad Hân’a fethin Genç Şehzade Mehmed ile Ak Şemseddin’e nasip olacağının müjdesini veriyordu.

Hacı Bayram-ı Veli adeta fetih neslini yetiştirme vazifesini icra ediyordu. Ak Şemseddin en sadık ve en ileri sofisi olarak Hacı Bayram Hazretlerinin halifesi olmuş, irşad icazetini almıştı ve aynı zamanda Şehzade Mehmed’in de Mürşidiydi.

II. Murad Han bizzat Devlet Başkanı olarak Hacı Bayram Veli Hazretlerine tâbi oluyor, Ankara merkezli Bayramî tarikatını destekliyor, halkı irşada teşvik ediyordu.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri ise bütün gayretiyle kendisine ittiba edenleri yetiştiriyor, fethin en güzeliyle müyesser olması için canla başla çalışıyordu.

İstanbul’un fethindeki askerlerin otuz bini Bayramî tarikatına mensup dervişlerden müteşekkil iken geri kalanları ise Bektaşî tarikatına mensup Yeniçerilerden meydana geliyordu. Ak Şemseddin Hazretleri ise üç bin has sofisiyle ordunun içinde yer alacaktı.

Hadîs-i Şerifte “… ne güzel asker” mazharına nail olan o ordudaki askerlerin tamamına yakını tasavvuf ehliydi ve güzellikleri, makbukiyetleri de oradan geliyordu. İşte “çağ kapayıp çağ açanlar” bu kudsîlerdi.

FATİH’İN NESLİNDEN ÂSIM’IN NESLİNE

Genç Hakan II. Mehmed Hân, Mürşidi Ak Şemseddin Hazretlerinin manevî desteği, “Şahi” adlı topun kudretli atışları, ehl-i tasavvuf askerlerinin gayretli vuruşları ile İstanbul’u fethediyor ve “Fâtih” unvanını alıyordu.

Fatih’e kadar İslâm’ın Kızılelması Doğu Roma’nın başşehri Konstantiniyye’nin fethiydi. Fatih’ten sonra ise hedef Roma İmparatorluğunun ilk kurulduğu şehir olan Roma’nın fethi hâline geldi.

Fatih dedemizin son seferi İtalya üzerine olup seferden evvel Akıncılar Venedik önlerine kadar Kuzey İtalya topraklarını büyük bir akınla tepelemiş, güneyde ise Donanma-yı Hümayun İtalya’ya çıkarma yaparak Otranto kalesini fethetmişti.

Fatih dedemizin vefatı üzerine bu sefer yarıda kalmış, Vatikan’da ve bütün bir Avrupa’da haftalarca kutlamalar yapılmıştı.

Fatih’in nesli olan Yavuz Selim Han doğuyu güvence altına almadan batıya bir sefer yapmanın tehlikeli olduğunu görerek Asya’nın iki kudretli Türk-İslâm ülkesi olan Safeviler ve Memlükleri ağır yenilgiye uğratmış ve dedesi Fatih gibi Avrupa seferine ömrü yetmeden vefat etmiştir.

Kanunî Sultan Süleyman Han ise babası Yavuz’un doğu sınırlarını muhafazası sayesinde batıya yönelik büyük seferler tertip etmiş, Roma’nın kapısı olan Viyana’ya kadar Orta Avrupa’yı topraklarımıza dâhil etmiştir. Avrupa’nın en büyük devletinin başşehri olan Viyana’yı kuşatarak batıya büyük bir gözdağı vermiştir.

Bunları anlatmamızdaki amaç eziklik hissini üzerimizden atarak zamanında neleri yapmaya muvaffak olduğumuzu, şimdi de ecdadımızın yükseliş prensiplerini milletçe gâye edinirsek Aziz Allah’ın bizlere yeniden fetihler vereceğini sizlerin idraklerine sunmaktır.

Nitekim en hasta zamanında bile bu millet Çanakkale’de yedi düvele karşı mukaddesatını muhafaza etmesini bilmiş, Kut’ul Amare’de ingilizlere tarihlerinin en ağır yenilgisini tattırmış, İstiklâl Harbinde ise âdeta bir destan yazmıştır.

ÂSIM’IN NESLİNDEN MEHDİ’NİN (aleyhimurrudvan) NESLİNE

“Âsım’ın Nesli”nin mukaddesatı muhafazası bizim için son savunma savaşı idi. Bundan sonra ise hamle yapma zamanıdır. En nihai hamlemiz ise Mehdi’nin (aleyhimurrudvan) zuhuru ile olacaktır.

Türk milletinin evlatları ahir zamanda zuhur edecek bir kudsî olan sahih hadîslerde ve eslaf-ı izam eserlerinde ismi geçen Mehdi (aleyhimurrudvan) Hazretlerine askerlik yapacaktır. Bu askerlik hizmeti yalnızca harp sahasında değil, ilimde, teknikte ve bütün alanlarda gerçekleşecek topyekûn bir mücadeledeki vazifelerden meydana gelecektir.   

Türk milletinin evlatlarının yapması gereken bu kutlu hizmeti en lâyıkiyle yerine getirmek için zahiren ve ma’nen hazırlanmak ve İstikbalimizi bu ulvî gaye üzerine inşa etmektir.

Mütefekkir İsmet Akçal Beyefendinin ifade ettiği gibi “Güneş, yarının şafaklarında doğmak için batarmış! İstiklalimizin bahtını, talihini; çağ kapayıp çağ açanlar gibi, garbı-batıyı uyandırıp aydınlatanlar gibi, muhkem, parlak, aydınlık, ümitler dolu olarak hazırlamak mecburiyetindeyiz.”

lâ tahzen innallâhe meanâ.

Korkma, Allah bizimle beraberdir! (Tevbe / 40)

Bu azim mefkûreye gönül vermenin ilk şartı korkularımızdan kurtulmaktır. Aziz Allah’ın kudret elinin bu dâvânın üzerinde olduğunu bildiğimiz sürece korkuya mahal yoktur!

Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mü’minîn.

“Gevşemeyiniz, üzülmeyiniz; eğer hakiki mü’min iseniz üstün olacak sizsiniz!” (Âl-i İmrân/139)

İkinci şart ise hakiki mânâda iman etmiş mü’minlerden olmamızdır. Bu iman Hucurat / 14’de geçen “kalbe inmiş iman”dır. Elbette ki böylesi bir imanın şartları vardır. Bu hakiki imana sahip mü’minlerin önünde düşman duramaz!

Kâle ve men yaknetu min rahmeti rabbihî illâd dâllûn.

“Dalâlete düşmüşlerden başka kim Rabbi’nin rahmetinden ümidi keser?” (Hicr / 56)

Üçüncü şart ise katiyen ye’se, ümitsizliğe kapılmamaktır. Ye’s mü’minliğin şiarı asla olamaz!

Ves sâffati saffâ, Fez zâcirâti zecrâ, Fet tâliyâti zikrâ.

“Saf bağlayıp duranlara, sevk ve idare edenlere, zikir tilavet edenlere and olsun ki…”(Es-Saffat / 1-3)

İnnallâhe yuhıbbullezîne yukâtilûne fî sebîlihî saffen ke ennehum bunyânun mersûs.

“Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda, birbirine kenetlenmiş bir bina gibi, saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff / 4)

Dördüncü şart ise en ufak bir tefrikaya yer vermeden bir, beraber, bütün halinde, evvela Türk milleti sonra İslâm ümmeti olarak aynı istikamete yönelerek, aynı dâvâya gönül vermemizdir.

Bütün bu saydığımız hususların esası “lâyık olmak”tır. Aziz Allah’a lâyık bir kul, Kitabullah’a, Şanlı Peygamberimize (aleyhisselam) lâyık bir ümmet, muhterem ecdadımıza lâyık bir millet olduğumuz zaman yeni fetihlerin gelmesi elbet ve mutlak çok yakındır.   

Nasrun minallâhi ve fethun karîb ve beşşiril mû'minîn.

“Allah’tan gelecek nusrat (yardım) ile yakın bir fetih vardır, mü’minleri müjdeleyiniz.” (Saff / 13)

 

İstiklâl Marşımızda Hazret-i Âkif dedemizin ifade ettiği gibi:           

 

Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın,

Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Ahmed Gürkan Arşivi