Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

En Baş Müzakereci Bakan’dan Kıbrıs Mavraları

En Baş Müzakereci Bakan’dan Kıbrıs Mavraları

Turgut Özal’ın böyle bakanları vardı. No tişörtleri ile göbeğini salına salına yürüyen had-bilmez Güneş Taner’ler filan.

Ama Adnan Kahveci gibi bakanları da oldu Özal’ın…

Şimdi bu hükümette bir bakan var ki, Özal’ın bakanları arasında bile böylesi yoktu.

Beyaz Türk’ten öte bir Türk. Pudralı Türk.

Bakara Makara diyen bir başmüzakerecimiz vardı, yeterince çıldırdık.

Artık Bakırköy semtini aratmıyor bütün ülke…

Modern, gelişmiş, fıttırık, her ne olsa kanıksamış ve vurdumduymaz…

Gören de kalıbına bakarak bir şeyler biliyor sanır.

Volkan Bozkır’dan bahsediyorum.

Güya baş-müzakereci imiş…

Ahmet Hoca bu adamın kulağını çekmeli.

Çekmezse stratejik derinlik ile ilgili kuşkularım olacak.

Neden asabımı bozdu bu adam?

Daha yeni yeni Türkiye ve onu idare edenler Sayın Denktaş ile ilgili yaptıklarından pişman olmuşken, Annan Planı’nın koskocaman bir içi boş çuval olduğunu anlamışken ne herzeler yemiş bakın:

“Sayın Denktaş, tabii rahmetli babası KKTC’nin tarihi ismidir. Ama Kıbrıs sorununun çözülememesinin nedeni rahmetli Denktaş’tır. Uzun yıllar hep çözülebilecek noktalara geldiğinde hep çözmemek yönünde bir tavır sergilemiştir. Serdar Denktaş’a babasının oğlu diyebilirim. Her zaman aynı fikirlere sahip olmuştur. İstifasını o kadar zamansız buluyorum ki…” filan filan..

Bir kere bu lafların neresini düzeltelim insan şaşırıyor. Bu bakanın en basit bilgiye bile sahip olmadığı anlaşılıyor.

İnsanın sorası geliyor: “Bu hükümetin başı bakanları nasıl seçiyor acaba” diye…

Dil filan mı biliyor yoksa?…

Hangi dili?...

Teslimiyetin dilini mi?

Sömürge dilini mi?

Ezbercilik dilini mi?

Laf ola beri gele dilini mi? Neresini düzeltelim şimdi bu bakanın söylediklerinin?..

1. Rahmetli Denktaş ile oğlu arasında tam bir fikir birliği yoktur.

2. Serdar Denktaş’ın istifasının baba Denktaş’ın milli direnişçiliği ve Rum tarafının ni mal olduklarını bilme tecrübesi ile bir alakası yoktur.

3. Sayın Erdoğan da rahmetli Denktaş’a hpaksızlık yaptıklarını itiraf etmişken bu bakanın hala eski ezberleri konuşması Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki elini zayıflatmakta değil midir?

4. Bir bakan daha baştan çözüm süreci lakırdısıyla kendi tarafındaki kozları bir bir karşı tarafa gösteriyorsa neyin müzakerecisidir?

5. Rahmetli Denktaş ömrünün son demlerinde KKTC’nin ve Türkiye’nin müzakerelerrde elindeki en büyük koz iken, uyarılarına kulak asılmamış ve zaten devreden çıkarılmamış mıydı? Yani sorun çözülmüşmüş de Denktaş engel olmuş lakırdısı geyik muhabbeti kadar bile değeri olmayan bir savdır.

Kıbrıs’ın tekrar birleşip insanların yeniden bir araya gelmesi gerekmektedir. Dünyada bütün sorunların çözümlendiği, Berlin Duvarının yıkılışının 25. Yıldönümünü sevinçle idrak ettiğimiz bir dönemde Kıbrıs’ın bölünmüş bir ada olduğunu ve bu güzel başkenti bölen bir duvar olduğunu kabul etmek mümkün değildir.”

Bu Sayın Bakan bunu Kıbrıs’taki Rum ile Türk tarafını ayrıştıran Lokmacı sınırında yapıyor.

Bu kadar olaya Fransız olan kim var başka?

Ne Makarios’u biliyor, ne Kıbrıs’ta Türklere soykırım uygulandığını, ne de üzerinden daha birkaç yıl bile geçmeyen Annan yalanını…

Bu kafayla mı müzakere yapılıyor?

Ben AB üyeliği hedeflerinin de neden saptığını şimdi daha iyi anladım.

Bu kafayla Kıbrıs yahut herhangi bir sorunun karşılıklı müzakere edilmesi mümkün değildir.

Madem adanın bütünlüğünü istiyorsun. Ver kurtul kardeşim bunu mu demek istiyorsun?

Sonra Berelin Duvarı ne demek?

İki taraf da Alman ve adadaki hal ile hiçbir ilgisi yok…

Filistin’deki duvarlara bir şey söylesene…

Hem sanki çözüm sürecinin engellenmesi Tük tarafının marifetiymiş gibi nasıl anlatırsın.

Lefkoşa çarşı arkasındaki Adana kebapçısında Adana mavrası mı yaptığını sanıyorsun?

Vatandaşın mavrası kabilinden bu sözlerin ne ciddiyeti var Allah aşkına?

Soruyorum Sayın Başbakan…

Bu şahıslarla mı müzakereler sürdüreceksin?

Bunlara biraz stratejik derinlik öğretsen iyi edersin…

Bence Sare Hanımın tavsiyelerine uy ve meydanlarda fazla konuşup da sesini harcama… 

Biraz da Bakanlar Kurulunu topla, onları boş bırakma…

Kıbrıs sorununun çözümü sırasında rahmetli Denktaş zaten devre dışı bırakılmamış, Türkiye Annan Planını olduğu gibi kabul etmemiş miydi? Sonradan da çözüm çözüm çözüm ezberleri üzerine yeni fikirler teati etmedik mi?

Yazık bu bakan sınıfta kalmış Ahmet Hocam…

 

Çözülemez SorunlarÇözülemez Sorunlar

Hiç kimsenin çözemeyeceği sorunlar: Büyük devletler çözemeyeceği sorunların üstüne gitmezler. Nasılsa çözülemeyeceklerdir. Niçin enerjisini çözümsüz bir sorunu çözüyormuş gibi yaparak hem enerji, hem zaman harcasın…

Mesela ABD istese bile Yahudi sorununu, yahut da ne bileyim, Papalık sorununu çözebilir mi?

Diyelim ki ABD Vatikan’ın saçma olduğunu kavradı, Papa’nın lüzumsuzluğuna inandı yahut ne bileyim Barnabas İncilini okuyup aydınlandılar; Vatikan sorununu çözebilir mi?

İsrail Ortadoğu’da baş belasıdır, ee sonunda Washington da bunu anladı diyelim; çözebilir mi?

Çözemeyeceği sorunların üstüne gitmez aklı başında devletler…

Küçük devletler büyük devletlerin önlerine koyduğu ve çöz diye ısrar ettiği sorunlar etrafında kıçını yırtar.

Çözeceğim diye ortalığa düşer. Zavallı, hem enerjisini boşa harcar, hem zamanını… Ayrıca bir sürü insan gücünü de telef eder bu uğurda…

Mesela Türkiye’de hiçbir hükümet şu üç sorunu çözemez:

1. Ermeni sorunu

2. Kıbrıs sorunu

3. Kürt sorunu

Çözeceğim diyen ya tarih bilmiyordur, ya çözüm diye önüne konan tuzaktır da farkında değildir.

O yüzden AB ile müzakerelerde diyelim ki gıdalardaki şeker katkı oranlarını konuşuyorsunuz, ikide bir bu üç sorunu gıdıklayan bir madde gelir on - on beş adet uyum maddesinden sonra…

Bunu Türk tarafını temsil eden bir müzakereci bakanın bilmemesi affedilir bir şey değildir.

Demek ki Tanzimat kafası devam ediyor.

Hani Tanzimat paşası Avrupalıya demiş ya: “bizim içerden düzelmemiz mümkün değil, bu padişah bu kararları almaz; siz dışardan ve yandan darbeler vurun arada bir; biz de içerden gayret edelim, düzeltelim.”

KÜRT SORUNU son zamanlarda en çözülebilir sorun sanıldı; terör örgütüyle masaya oturuldu. Ne oldu? Çünkü çözüm sürecinin mimarları David Phillips ile Henri Barkey o meş’um 21 maddelik sorun çözme ezberini bizimkilere dayatırken başlangıç bölümünde şöyle yazıyorlardı: Sorunun çözülemez olduğunu bilelim. Bağımsızlık da verilse, iç savaş da çıksa, otonomi de olsa sorun ÇÖ-ZÜ-LE-MEZ. Ama sorunun çözülemezliğini Türkiye’ye anlatmamak lazım.. Ya neyi? Sorun çözülemez de olsa, Devlet sorunun tarafı olmalıdır, soruna sahip çıkmalıdır. 

İşte meselenin cart ettiği yerde burasıdır.

Gelelim Ermeni meselesine…

Geçen asırda Osmanlı paşası Talat Paşa tehcirle bu sorunu ülke içinde çözdü. Zira savaş vardı. Dünya savaşı….

Gayet de makuldü… Bazılarına göre sorun böylece çözülmüş Türkiye’de Ermeni kalmamıştı…

Mustafa Kemal de Rum sorununu çözdü. Ne yaptı: Mübadele…

Öyle ya Türkiye’de azınlıkların böylece sayıları çok çok aza indi ve ulus devlete yakışır bir demografiye eriştik…

Sorun çözüldü mü?

İşte Kıbrıs sorunu ortada, işte Ermeni sorunu ortada…

Bence bu üç sorunun çözülemezliği anlaşılıp Türkiye reel politik zeminini bulmalıdır. Mesela Türkiye’de erozyon sorunu, çevre sorunu, Tarım topraklarının amaç dışı kullanımı sorunu, şehirlerdeki yozlaşma, çarpık kentleşme, hayvancılığın geliştirilmesi gibi somut sorunlar daha önemlidir ve mesafe alınabilir. Enerji de boşa harcanmamış olur.

Yahut kültürel babta eğitim sorunu, dinin araçsallaştırılması sorunu, cemaatlerin devleti ele geçirmesi sorunu, cami mimarisinin iyileştirilmesi sorunu…

Hatta hepsinden vazgeçtim; Şevket Eygi hocamızın uyarıları istikametinde gençliğin yetiştirilmesi meselesi şüphesiz daha kolay çözebileceğimiz ve sonuç alabileceğimiz şeylerdir.

Kolay dediğime hoca kızmasın: şimdilik kolay, böyle giderse onlar da artık çözümsüz hale gelebilir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi