Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Tezcan Candan’ın Ma’kul Olmayan Şüphesi

Tezcan Candan’ın Ma’kul Olmayan Şüphesi

On iki jüri üyesi, bir delikanlının suçlu olup olmadığına karar vermek için toplanır. On bir kişi, “suçlu”; bir kişi, “suçsuz” der. Daha doğrusu suçsuz da demez. “Bir insanın hayâtı söz konusu. Konuşalım; delilleri tartışalım. Birbirimizi iknâ edelim.” der. Tartışmalar sonucunda, delikanlı suçsuz bulunur. 

On bir üyeyi iknâ eden kişi, sağlıklı zihin yapısı olan, peşin hükümleri olmayan bir adamdır. Sağduyulu ve soğukkanlıdır. Herkesi dinler ve kendisini dinletir.

Sidney Lumet’nin 1957 yapımı “On İki Öfkeli Adam” filminden bahsediyorum. Sinema târihinin en  iyi filmlerinden birisi. Yargılama, adâlet, ma’kul şüphe üzerine bir başyapıt. (Aslında filmin adı “On Bir Öfkeli Adam” olmalıydı. On iki rakamındaki subliminal mesaj, bu yazının konusu değil.)

Filmin en ilginç taraflarından birisi, ma’kul şüpheden hareket ederek on bir kişiyi iknâ eden adamın mîmâr olması. Acaba senarist, doktor, mühendis, avukat değil de niye bir mîmârı tercih etmiş olabilir?

Önce, “Mîmâr kimdir?” sorusuna Amerika’da verilmiş bazı cevaplara bakalım.

Maryland Üniversitesi’nden Rob Sheehan Jr.’a göre mîmâr, “Ne yapmamız gerektiği konusunda fikirlerim var. Diğer insanların da bakış açılarını göz önünde bulundurarak, kendi görüşümü nasıl etkili bir şekilde paylaşabilirim?” şeklinde düşünen kişiymiş.

Iowa Eyâlet Üniversitesi’nden Kate Schwennsen’e göre mîmârlar, incelikli araçlara, zorlayıcı kanıtlara ve yöneticilik için erişilir bir bilgiye sahip olmalıymış.

Mîmârların lisans eğitimini merak edenler için yazayım. Üniversitede, eleştirel bakış açısını ve statükoyu aşarak anlamlı yeni fikirlere ulaşmayı öğreniyorlarmış. Bu eğitim, onlara, büyük resmi görebilme, sorulara yeni bakış açılarından yaklaşma, problemlere yenilikçi çözümler bulma, detaya inme, yönetme ve farklı eğilimleri bağdaştırma yeteneği veriyormuş.

Kısacası mîmâr, dinleyen, peşin hükmü olmayan, soğukkanlı, lider, zorlayıcı ve ma’kul kanıtlarla iknâ yeteneği olan kişi demek. Zannımca, bir mîmârın yapacağı en büyük hatâ, bir partiye girip politize olmak.

Tezcan Candan, bir mîmâr. TMMO Ankara Şubesi Başkanı. Bugüne kadar Cumhurbaşkanlığı Sarayı hakkında çok şey söyledi. Bir hayli çuvalladı. Bıkmadı, usanmadı, yorulmadı. 

Saray masrafları konusunda ne kadar haklıdır bilemem ama, iftar sofrası eleştirisi tam bir skandala dönüştü ve önceki eleştirilerinde izlediği yol hakkında fikir verdi. Candan, son açıklamasında kısaca, “Karşıdan baktım; söyledim.” dedi:

“Masa örtüsünün altındaki masanın nasıl bir masa olmasını düşünürsünüz?  Bu kadar şaşa içinde ahşap bir masa düşünürsünüz; mâliyeti ona göre açıklarsınız.”

Ma’kul şüphe hukûkî bir kavram. Hayâtın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphe demek. Tezcan Hanım’ın ma’kul şüphesi, sarayın şaşalı olması. Bu şüpheyi duymakta haklı olabilir. Ama, ispat etmeden yargıya ulaşması, fahiş bir hatâ. Hem de ortada, masanın pahalı olmadığına dâir ma’kul bir şüphe varken.

Nasıl mı?

Bahsi geçen masa, ayakları dahi görünmeyecek şekilde örtülü. Sıradan bir ev hanımına bile bunun sebebini sorsanız, “Ayol masa güzel değildir.” der. Fakat bir mîmâr bunu düşünemiyor. Kafa o kadar politize olmuş, zihin o kadar bulanmış ki düşünemiyor. Şimdi de basit şüphesini ma’kulmüş gibi sunup sıyrılmaya çalışıyor. 

Statükoya saplanıp kalmış bir mîmâr, ne kadar ma’kul olabilir ki?

Tezcan Hanım, “On İki Öfkeli Adam” filmini seyretmeli. Seyretti ise tekrar seyretmeli. Oradaki hangi karaktere benzediğini tahlil etmeli.

Perşembe günü devam edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi