Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Türkeş ve Çevresi (2)

Türkeş ve Çevresi (2)

Türkeş ve Çevresi başlıklı yazımda bizimkilerin Metin Ergüç muhalefetini ironik bir tarzda ele almıştım bir yazımda. Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları yani ben de dahil olmak üzere geçen zamana nispetle bizim takımın ideolojik özeleştiri imkanı bulamadığını bugüne ders çıkarmak için yazmıştım. Kimi arkadaşlar güya Türkeş’e sahip çıkma adına ne kadar haklı olduğumu ifade ettiler. Başbuğ’un binecek bir arabası bile yoktu demeye getirdiler. O kadar da değil… Hali vakti yerindeydi elbette Başbuğ’un… Niye yerinde olmasın ki?...

Yazıcıoğlu ve arkadaşları da öteden beri bir muhasebe arayışı içindeydiler…

Ben bilerek kendimin de içinde bulunduğu hareketi bir ironi ile sigaya çektim.

Hakkım yok mu?

Hepinizden fazla var.

Kalemimden kan damlayarak, gece gündüz uykusuz kalarak çıkardığımız dergiler övünç vesilemiz değil elbette. Fakat hasbi olarak bütün benliğimizi harekete adamak ve yolumuzu açacak bir şifreli kelime için bile büyük fikir çileleri çekmek bu hakkı bana verir tabii… En azından benim müthiş ideolojik özeleştirilerim bizzat Başbuğ’a ve Yazıcıoğlu’na açıkça yapılmıştır.

SEKİZ ARKADAŞIN DA VE ONLARI DESTEKLEYEN BÜTÜN OCAKÇILARIN DA ELBETTE MUHASEBE İÇİN FİKİRLERİ, ÖNGÖRÜLERİ VARDI…

Fakat siyasetin cilveleri ile günlük politika uğraşları hiçbir dönem gerçek bir muhasebe yapma fırsatını bize vermedi…

Ben de bu ironiye başvurdum. Metin Ergüç ironisine…

Elbette ki her şey o kadar basit değildi.

İğneyi kendimize çuvaldızını başkalarına idi derdim.

Bugünkü siyasi partiler ve ona kan veren siyasal tabanların ideolojik çözümlemesi ve bir özeleştiri fırsatı yakalayabilmenin fazileti bahsi açılsın istedim.

Hani kimse peşine takıldığı lideri hiç ama hiç eleştiremiyor ya bugün. Bu probleme işaretti amacım.

Muhsin Yazıcıoğlu ile arkadaşlarının ideolojik duruşu ve eleştirisi öyle yabana atılacak ve bir şahıs etrafında kümelenecek sığlıkta değildi.

Sekiz başkandık güya…

Sekiz çelikten yumruk.

İstişare sünnettir deyu her fırsatta istişare ederdik.

Çekirdek ve çatı teorimin çekirdeği hasıl olmuştu…

Öyle ya 12 Eylül tecrübesi de geçirmiş çelikleşmiştik…

Ama öyle değilmiş…

Neredeler şimdi?

Hayat gailesi ile ideolojik muhasebe yapmaya kimin şimdi fırsatı var.

Mazide vardı elbette…

Ben de onun için ironiye başvurdum.

Bugüne ders çıkarmak için…

Sadece bizim için mi?

HAYIR…

Yalandan çelikten dostluk gösterisinde bulunup da masum bir milletin kalbiyle oynayan Sayın Gül ile Erdoğan’a ve bu ikiliden üstün bir kardeşlik umanlara…

Hakverdi Satılmış dostum ülkücü şehitlerin izini sürmeye devam etsin…

Mezarları ihya etsin. Allah ondan razı olsun…

Bence mezarları şehrin ortasına yapmalıyız.

“Haberin var mı öleceğinden” demeliyiz birbirimize…

“Tutup çeksem eteğinden 

Haberin var mı öleceğinden”

Ölümü pek hatırlamıyoruz sürgit hayatımızda…

Her yanımızda oysa ölüm var. Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta, Habeşistan’da, Yemen’de Afganistan’da… Her yerde ve bunların hepsinin İslam ülkesi olması tesadüf mü?

İğne nerede, çuvaldız nerede?
“Bıçak soksak gövdeme 
Sıcacık kanım damlar
Gir de bir bak ülkeme 
Başsız başsız adamlar…”
Maharet canlar, sürekli muhasebededir. Sürekli muhasebede… 
Bir dönem yaptık bitti…
Üstelik bizi de kimse anlamadı.
Anlayanlar da yanlış anladı.
Gelenler hep başka gerekçesi olanlardı…
Ayrı nameler, ayrı teller, apayrı sesler…

Niçin şarkılarımız yavan yanlış geliyor?
Neyin içinde bir şey için için eriyor…
Niçin yeni nesillerin bir adanmışlığı bulunmuyor?
Niçin çocuk şarkılarında ihtiyar tekerlemesi…
Hep öyle tek düze türküler…
Üstelik bize ait olmayan besteleri çalıyor hep. Bize ait olmayan bizden habersiz kişilerle…

Batı Sınavdaymış…

Batı ülkeleri elbette sınavda. 

Mursi’nin idamına ses çıkarmayan hatta zımnen onaylayan Batı ülkeleri sınavda.

Fakat o batı ülkeleri ile al gülüm ver gülüm hesabına yatan gafil Müslümanlar da sınavda.
Diyor ki Sayın Davutoğlu:

“Şimdi sınav vakti. Batı ülkeleri sınavda. Şiddete başvurmamış bir hareketin liderinin idama doğru yürüyüşünde ne yapacaksınız? Türkiye’de acaba ses yükselecek mi?” 

Yahu bir Başbakan böyle kolej çocukları gibi şikâyette bulunur mu?

Bu ağlak dış politikanın iki veçhesi var: Birincisi Türkiye’den emin değil. ‘Türkiye’den ses yükselecek mi’ ne demek?

İkincisi Batı ülkeleri sınavda. Şiddete başvurmamış bir hareket falan filan…

Bu şu demek:  izi her zaman mülahaza etmekte haklı olan bir Batı var ve buna kendimizi ispatla mükellefiz.

Şiddete başvurmamış bir hareketin lideri nasıl olur da idama doğru giderken ses çıkarmazsınız?

Sen ses çıkarıyorsun da ne yapıyorsun?

Şikâyetten başka bir şey yok.

Kime şikâyet ediyorsun?

Mursi’nin idamı sürecini zımnen destekleyen Batı’ya…

Hala anlayamamışlar demek ki…

Batının İslam düşmanı olduğunu…

Batının ne Suriye’de, ne Mısır’da, ne Türkiye’de ne de başka bir dünya coğrafyasında Müslümanların iktidarını istemediğini.

Pekâlâ seni nasıl istedi…

Zira sen Kemal Derviş ekonomik paketinin devamından ibaret görülüyorsun.

Öte yandan çözüm sürecini ve Büyük Ortadoğu Projesini yürütecek taşeron firma…

Batı’nın böyle düşündüğünü ben daha sizler iktidara gelmeden yazdım. O yüzden hem Ortadoğu projesi için kendi projemizi Su Barışı’nı… Hem de David Phillips ile Henri Barkey’in Kürt planının devlete nasıl kabul ettirildiğini ve buna karşı Kürt Sorunu kitabımı…

Öyle yaptın böyle yaptın, olmadı…

Ne zaman ki milli bir politika izlemeye mahkûm ve mecbur hale geldin işte o zaman Batı da senden desteğini çeker, çekecek, çekiyor…

Bunu söylemem bile malumu ilam..

Bir Başbakan, bir Dışişleri Bakanı, bir Cumhurbaşkanı bunları nasıl bilmez.

Üstelik de Erbakan hocanın öğrencileri.

En azından MTTB veya Akıncılara mensup arkadaşlarımız.

Hiç mi seminer çalışması yapmadınız?

Yoksa büyük oyunun farkına hala varmadınız mı?

Mursi idam ediliyor ve bizimkilerin derdi hala Ak Parti’yi hedef tahtasına oturtan uluslararası medyanın nasıl tavır alacağını gözlemekten ibaret…

Böyle bir şey olabilir mi?

Niye iktidar  oldunuz?

Nasıl elinizden bir şey gelmez.

Ben İhsanoğlu’na ve Gül’e ya da başkaca monşer takımından diplomatlarımıza hak veriyorum. Son yıllarda uygulanan dış politikamız üzerine eleştirel yaklaşmalarına hak veriyorum. Her ne kadar İslam Birliği tezimi Akif’ten beri muhafaza ediyor olsam da, ayaklar yorgana göre uzatılmalıdır.

Erken öten horozun başını keserler…

Boyundan büyük işlere kalkışma…

Söz gümüşse sükut altındır ve daha birçok stratejik atasözlerimiz…

Mısır’ı, Suriye’yi, Irak’ı karıştıran Batı bu hedefini gerçekleştirmede acaba bizi kullanmış olabilir mi?

Hiç aklınıza gelmiyor mu?

Bu kadar Müslüman kanının akıtılmasında hiç mi vebalimiz yok?

Ben Mursi ile aynı salonda oturacağım ve köklü bir işbirliğini birlikte sözleşeceğiz. Sonunda onun başına bir felaket gelecek ve ben sadece batıya şikâyet etmekle yetineceğim.

Bu insanlık mı?

Baştan Mursi ile de Esad ile de Irak’taki taraflarla da Libya ile de o övündüğümüz çok yönlü dış politika manevralarımızı ve yeteneklerimizi kullansaydık ve lüzumsuz yere insanlara gaz vermeseydik belki de sorunlar başka türlü çözülebilirdi.

Ama madem bir kaderi paylaşacağız.

Bu, arkadaşlığa ümmet kardeşliğine sığar mı?

Verdiğiniz sözler bizi bağlamaz diyebilir miyiz?

Keşke vermeseydiniz.

İnsanlar size güvendiler…

Ama madem sözleştiniz ölümüne mücadele edeceksiniz.

Avrupa’ya şikâyet ne kadar edilgen, ne kadar sünepe, ne kadar çaresiz bir dış politika anlayışı…

Suudi Arabistan Sisi’nin finansçısı değil mi?

Buna benzer ülkelerle neden hala bir işbirliği içindesiniz?

Türkiye’nin kozları yok mu?

Stratejik Derinlik kitabının yazarına hiç ama hiç yakıştıramadım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi