Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Şüphe ve Ceza

Şüphe ve Ceza

Lütfen bu yazıyı şuculuk buculuktan, siyâsetten sıyrılarak okuyunuz. 

Bir önceki yazımda, “Azınlık Raporu” diye bir filmden bahsetmiştim. Gelecekte işlenecek cinâyetlerin engellenmesi üzerine bir bilim-kurgu filmi. Yâni, mesele suçun cezâsı değil, muhtemel suçun cezâsı. Son derece ma’kul şüphelerden hareketle, cinâyet işleyecek kişiler cezâlandırılıyor. 

Filmdeki konuşmalar üzerinden gidersek henüz yasaları çiğnemeyen kişiler cezâlandırılıyor. Bu cezâ yöntemini savunan, “Gelecekte işlenecek cinâyetleri durduruyoruz.” diyor. Karşı tezi savunan ise “Durdurursanız gelecek olmaz; bu da mantığa aykırı.” fikrinde ve sorusu şu:

“Neden sâdece cinayetler? Tecâvüzleri, diğer suçları niye engelleyemiyorsunuz?”

Güvenlik, şüphesiz mühim bir konu. İnsanın, toplumun ve devletin olmak üzere ehem mühim derecesi de farklı. Fakat, güvenliği sağlamak uğruna alınan tedbirlerin, güvenliği tehdit eder hâle gelmesi de mümkün. Yâni, güvenliğin tabu olması. Çünkü bütün canlılar, kendisini korumak söz konusu olduğunda tedbiri abartıp saldırgan olabilir. Buna engel olacak tek şey adâlettir ama, uygulayıcısı insan olduğundan o bile güvensiz hâle gelir.

İşlenecek suça verilen cezâ, ”suç ve cezâ”nın değil, “şüphe ve cezâ”nın kapsamına girer. Hâbil ve Kâbil’den beri insanoğlunun kafası karışık. Din adamları, hukukçular, filozoflar, edebiyatçılar.. Hepsi bu konuya beyinleri çatlarcasına kafa yormuş. Şimdi de sinemanın konusu. Adâlet üzerine, yargısız infazlar üzerine müthiş filmler yapılıyor. 

Bugün, devletin güvenliğini tehdit eden bir paralel yapılanma ile karşı karşıya geldik. Bu süreçte, mesela, 17-25 Aralık olayları ve MİT tırlarının durdurulması “suç ve cezâ”nın konusudur. Ama, “Filanca dersaneye gittin veya filancayla oturup kalktın.” diye polis adaylarını bir anda kapı önüne koymak, “şüphe ve cezâ”nın konusudur. 

Demek istediğim, suçları cezâlandırma üzerinden başlayan süreç, şüpheleri cezâlandırmaya döndü. Bu süreçte mâsum insanımızın zarar görmeyeceği sözü, anlamını yitirdi. Gittiği dersaneden dolayı yurdum insanı cezâlandırılıyor ama, oğlu veya damadı cemaatin içinde olan birisi tekrar vekil oluyor. 

Bu meseleyi birinci derecede güvenlik meselesi görenlerin, sıra kendilerine gelince şüpheden münezzeh olmaları tam bir adâletsizlik. Bilmem hatırlar mısınız, bir zamanlar bir subayın âilesinde başörtülü birinin olması bile irtica tehlikesi kabul ediliyordu. 

Geçenlerde bu şüphelerin haklı olduğunu şiddetle savunan birisine çocuklarının nerede okuduğunu hatırlatınca, kripto paralelci olmakla suçlanmama ramak kaldı.  

Daha somut bir örnek vereyim. Bülent Arınç’ı damadından dolayı suçlayan Melih Gökçek, oğlunu cemaat okulunda okutmuş. “En iyi savunma taarruzdur.” düsturunca, bir zamanlar cemaate teslim olanlar, şimdi kendilerini emniyete alma uğruna “Ama..” diyen herkesi yargılıyorlar. Henüz gün yüzüne çıkmamış öyle bir ispiyon furyası yaşıyoruz ki Amerika’daki Mc Cartizm’e rahmet okutur.

Mâdem ortada ma’kul şüpheler var, bu şüpheler, bir vekil için niye geçerli değil? Yoksa atla katır tepişip arada olan eşeğe mi oluyor?

Mühim bir şey daha var. Diyelim ki bu polis adayları, gerçekten suçlu adayı. Peki neden tek bir açıdan suçlu? Hani filmdeki adam diyordu ya “Niçin sâdece cinâyetler?” Bir polisin rüşvet almayacağı veya cinâyet işlemeyeceğinin bir garantisi var mı?

Biliyorum. Çok karışık oldu. Çünkü kafam karışık. Beynim zonkluyor. Bir tarafta, İsrâil’le HDP’yle iş tutacak kadar ileri giden hâinler diğer tarafta “Bizim suçumuz sâdece, devlet büyüklerimiz gibi onlara güvenmek” diyen samimi insanlar… 

Bu günler öyle veya böyle geçecek. Geçip gittiği zaman, hatırlamak istemediğimiz şeyler mutlaka önümüze gelecek. İlâhî adâlet, asla şaşmaz. 

Bunu, her iki taraf için de söylüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi