Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Köyümün Çeşmesini Yıkmışlar

Köyümün Çeşmesini Yıkmışlar

İki gözüm iki çeşme Süheyla!..

Asaf Halet’in he’si değil, Namık Açıkgöz’ün iki gözü iki çeşme…

Köyümdeki o çeşmeyi; “Okarkı/Yukarki Çeşme”yi yıkmışlar.

Köyün yollarını düzeltmek için o güzelim çeşmeyi yıkmışlar. Rahmetli babamın, annemin, benim, kardeşlerimin her birinin ayrı ayrı hatırası olan o oluklu çeşmeyi yıkmışlar.

Bileğimin yarısı kadar akardı suyu. Musluk çağı gelip sular zaptedilmeye başlanmamıştı ve o su, yan taraftaki Yakup Ağa’nın bahçe havuzuna giderdi. Fazlası da sıra sıra kavakları sulardı ki o kavaklar, cıvıl cıvıl serçe kaynardı yazları ve güzleri. Köyün 3 çeşmesinden şıkır şıkır sular akar, hem ağaçlar, hem kuşlar sebeplenirdi. 

Önce “Orta Çeşme” yok oldu; sonra “Aşağı Çeşme”… Çocukken, orta çeşmenin yanında uyuyup kaldığımı nasıl unuturum!.. O uyku hala zihnimde ama artık o çeşme yok…

Şimdi de en fazla hatıram olan “Yukarki Çeşme” yıkılarak yok edilmiş!..

Gitti onda hatıram!..

Akşama kadar o dere senin, bu tepe benim oynardık; eve geleceğimiz zaman elimizi yüzümüzü, kolumuzu, bacağımızı yıkardık (Çünkü anacığım rahmetli tozlu tozlu eve sokmazdı.) Yanımızda havlu olmadığından silinemezdik tabii. Çeşmeden eve gelinceye kadar tenimizde kuruyan su damlacıkları, öyle tatlı kaşındırırdı ki…

Bu çeşmenin arkasında, köy ahalisinin çamaşır yıkadığı yunaklık vardı. Önceleri üstü kapalı ve 3 tarafı duvarlı bir yapı idi ama sonra yıkıldı gitti. Örme yunaklık yıkılmış olmasına rağmen, köyün kadınları gene kazanları kurar, çamaşırları orada yıkardı. Mevsim uygun olduğunda, çocuklar da orada taşa oturtulup yıkanırdı. Rahmetli annem bir gün beni o taşa oturttu  ve yıkamak istedi. O kazandan su almaya gittiğinde, ben cıscıbıldak, var gücümle kaçtım oradan. Yaşım 4 veya 5… Kaçarak gidebileceğim en uzak yer, evimiz. Tabii az sonra annem geldi ve kulaklarımı acıtmadan bura bura yunaklığa götürüp yıkadı.

Yaz günleri, ahırında (önünde su biriken yer) serinlemek için az girmedik suya…

Say say bitmez o çeşme ile ilgili hatıralarım.

Hala rüyalarıma girer o çeşme.

Diğer iki çeşme düz yapılardı ama Yukarki Çeşme, çıkıntı alınlığı ve kenarları olan, kemerli bir özellik taşıyordu. Taş ile inşa edilmişti. 

Şimdi o çeşme yok…

Goethe’nin Genç Werther’in Istırapları’nda bir sahne vardır. Delikanlı, ayrılalı yıllar olmuş olan köyünün kilisesindeki çınar ağacının, papaz tarafından kesildiğini duyar ve “Ah ben bir prens olsaydım!.. Sorardım köyün o papazından çınarın hesabını!.. Ah, ah!.. Ben prens olsaydım, o papaza sorardım… Ah ben bir prens olsaydım!.. Ben bir prens olsaydım, neme gerekti köyümün çınarları!..” der.

Hayır!..

Ben o delikanlı gibi, sevdamdan vaz geçmiyorum… 

Daha önce haberim olsaydı, o çeşmenin yıkılmasını engellerdim. Şimdi o çeşmeyi aslına uygun olarak yeniden yaptırmakta.

Köydeki hiç kimsenin hatırası, parke taşlı yol uğruna çatır çatır sökülüp atılamaz. Ne benim köyümde, ne başka köyde, ne başka şehirde, ne İstanbul’da!..

Her yerde hatıralar sökülüp yok edilirken, benim iki gözüm iki çeşme olmaz mı Süheyla?.. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi