Fikri Türkel

Fikri Türkel

Kime Yakın Kime Uzak…

Kime Yakın Kime Uzak…

Amin Maalouf, “çağdaşlarımıza atalarımızdan daha yakınız” diyor. Bu sözde bir doğruluk payı olmakla birlikte bütünüyle katılabileceğim bir söz değil.

Elbette sahip olduğumuz imkânlar, kullandığımız teknolojik araçlar, tükettiğimiz ürünler, kullandığımız bilgiler, gösterdiğimiz tepkiler, giyim-kuşam-beslenme açısından bulunduğumuz durumlar açısından bakıldığında çağdaşlarımızla olan ortaklığımızın boyutlarını anlamak mümkün. Lakin bir Müslüman olarak bakıldığında Türkiye’de yaşayan bir insan, batılı değerlerle de tanışmış ise Orta-Doğu’daki veya Arap bir Müslümandan daha fazla olarak bu ortaklıkları batılılarla yaşıyor. Gerçekten de bir Taliban, IŞİD veya başka bir İslamcı örgüt mensubuyla hiç de ortak sayılabilecek niteliklere sahip değildir o. Nasıl sahip olsun ki! Aynı teknolojik imkânları kullanmak, aynı iletişim araçlarıyla donanmış olmak, aynı besinlerle beslenmek, aynı TV kanallarıyla aynı haberler vasıtasıyla dünyadan eşzamanlı haberdar olmak hiç de daha yakın olmak anlamına gelmiyor. Dünyaya ve hayata bakışta yakınlık yoksa diğer ortaklıklar yakınlık sağlamıyor.

İnsanlar, Küreselleşme ile yeni bir dünyaya adım atmaya başlayalı çok zaman geçmedi. SSCB Bloku’nun dağılmasıyla birlikte hızlanan bu süreç, beklenilenin tersine olarak ayrı cinsten topluluklar üretmek konusunda çok mahirdir. Birliklerin parçalanması, yeni ortaklıkların ve dayanışma topluluklarının kurulması anlamına gelir. Bu yüzyıl, unsurları birleştirerek ilerleyen bir yüzyıl değil. Tam tersine, bölüp parçalayarak, özellikle İslam dünyasında cemaatlere, tarikatlara, mezheplere ayırarak ilerleyen bir yüzyıl. İslam dünyası açısından 21. Yüzyılın kiri ve günahı bu ayırma, bölme ve birbirleri arasına asırlarca devam edecek olan ayrılık tohumları ekmesidir. Hatta tarihin bazı olaylarını zaman aşımına uğratamamış olan İslam dünyası, zaman aşımına uğratamayacağı yeni olaylar icat ediyor. Bu nasıl bir yakınlık olabilir? Hatta geleceğin oluşturmasını ümit edebileceğimiz yakınlıklarını bile bugünden yok eden bir tarih yazılıyor.

İslam dünyası tam anlamıyla bir değer bunalımı yaşıyor. Kendi zenginliklerinden faydalanamayan bir değer bunalımı bu.

Manevi bakımdan itaat edebileceği bir otoritenin olmayışı, bu dünyanın ilerlemesinin, gelişmesinin, medenileşmesinin, birlikte aynı değerler uğruna yaşayabilmesinin önündeki en büyük engellerden birisi.

İslam dünyasının en büyük sorunlarından bir başkası da, her ne sebeple olursa olsun, ortaya çıkan bir İslami grubun genellikle İslamiyet ile siyaset arasında bir uygunluk kurması ve devrimci de denilebilecek tarzda dünyayı değiştirmeye kendilerini aday görmeleridir. Bu durum, İslamiyet’in esasıyla hiç de uyumlu değildir diye düşünüyorum. Çünkü İslamiyet, bazı sosyal kurumlar vasıtasıyla kurumsallaşmaya, bu kurumsallaşma ile birlikte bir sınıf ve otorite oluşturmaya müsait değil. Dinin bu durumu, İslamiyet için hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurabilecek durumda. Ama hep olumsuz sonuçlar doğurdu maalesef. İslam dünyasındaki dağınıklığın sebebi, bu olumsuz sonuçtur. Oysa bir otoritenin olmayışı, daha ferdi gelişmelere sebep olabilecekken tam tersine cemaatleşme ve gruplaşmalarla birlikte sapkın da denilebilecek durumların ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sapkınlıkları bertaraf edebilecek bir manevi otoriteye ne kadar da muhtaçmışız oysa.

Etrafımıza bir bakalım: Bize en yakın olması gereken çağdaşlarımıza uzak, bize en uzak olması gereken çağdaşlarımıza da en yakın isek, evet bu tarihin ve bu yüzyılın İslam dünyasına umut vaat ettiğini söylemek zor görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fikri Türkel Arşivi