Halil Mert

Halil Mert

İhanet ve Gizli Örgütler

İhanet ve Gizli Örgütler

Eskiden Gizli Örgütler deyince hemen aklımıza Masonik Yapılar ve onların yönettiği tetikçiler, medya gurupları, siyasiler, bürokratlar, sözde aydınlar, iş adamları hâsılı toplumdaki etkin kişiler gelirdi. Bunlara ek olarak ise, yönettikleri terör gurupları da akla gelirdi.

Şimdi bunların niteliklerine bakalım; Öncelikle hepsinin tamamen gizli yalnızca kendilerinin bilebildiği örgüt şemaları var. Çoğunlukla hücre sistemi çalışırlar. Yani tepe yöneticiler, ara yöneticiler, mahalli yöneticiler, iş görenler sadece kendileri bilirler. Hücre sistemi deyince ne anlayacağız? Çalışma gurupları birbirini tanımaz. Kod isim kullanırlar. Sadece örgüt içinde en aşağıdan tepeye doğru kurulan her ağdaki kişi yâda kişiler sıralı olarak birbirini tanırlar. Karşılıklı güvensizlik vardır. Kardeşlik ve bağ, ortak idealden çok, ortak menfaat, hırs ve şahsi menfaate dayalıdır. En büyük güç kaynakları Uluslar arası Güçleri ve bağlantılarıdır. Manevi tatminden çok maddi tatmin vardır. Tabii yanına korkuyu da ekleyiniz. Yani “Farklı davranırsam bana neler ne düşmanlıklar yaparlar?” korkusu bağımlılığı sürekli kılan en baş faktördür.

Bu gizli örgütlerin ortak özellikleri ise, kendi toplumlarını istismar ederler. Sosyal değerlerini, inançlarını kullanırlar, kullanacakları şekle getirmek için yozlaştırıp bozarlar. Kendilerinin ve dış bağlantılarının toplumu kolay güdeceği hale getirirler. İnançları ile oynayarak ve yıkarak içlerinde çatışma alanları oluştururlar. Irkçılık, Mezhepçilik ve her türlü unsuriyetçilik bunlar eliyle toplumlarda maya tutmuş, derin ayrışma ve çatışma alanları oluşmuştur.

Osmanlı Medeniyet Devleti’nin zayıflama sürecine sonuçlarını görerek bakınız. O cihangir toplumdan, o gazi ordudan, kılı kırk yaran adil yöneticilerden geriye ne kaldı? Nerede o ferasetli ve ahlaklı toplum? Hani diyor ya N. Fazıl;

“Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!”

Toplumumuz yukarıdaki mısralardan geldi bu güne. Nasıl peki? Yukarıda sözünü ettiğimiz ağalarının ve patronlarının dışarıda olduğu örgütler ve yapılar eliyle. Son üçyüz yılımızı gözden geçiriniz. Göreceğiniz başta İngiltere olmak üzere Ezeli ve ebedi düşmanlarımızın ülkemize ve topraklarımıza uzanmış yerli işbirlikçileri ve ihanet şebekeleridir. Tabii bu ihanet kadrolarının başındakiler neyi, ne ve kim için yaptıklarını biliyorlardı. Peki ya onlara bilmeden maşa olanlar? 2. Abdulhamid Han’ın karşısındaki cepheyi ve O’na husumet besleyenleri Kızıl Sultan diyenleri hatırlayınız. Mehmet Akif’ten, Elmalılı’ya, Bediuzzaman’dan Rıza Tevfik’e… Ne kadar üzücü değil mi?

Ulu Hakan Abdülhamit Han diyor ki: “Bana en çok dokunan, bu Mason taslağı Yahudi'nin hâl (tahttan indirme) kararını tebliğ edişi olmuştur. Yıldıza gelen mebus heyetinde Emanuel Karaso'yu hiç unutamıyorum. Bu sûretle Makam-ı Hilafete hakaret edilmiştir. Yahudilerin Hz. Peygamber zamanından beri Sadr-ı İslama ve Makam-ı Hilafet’e karşı duydukları kin ve nefret cümlenin malûmudur. Ben Osmanlı tahtında iken Siyonistlik davası için bir gün huzuruma, beynelminel Yahudi teşkilatının kurucusu Teodor Hertzel ile hahambaşı gelmişlerdi. Bunları Yıldız Sarayı’nda kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim. Her ikisi, Yahudiler için bir yurt dileğindeydiler. Bunun için de Kudüs'ü gösteriyorlardı. Hattâ utanmadan Teodor Hertzel: “-Zat-ı Haşmetpenahilerine arzederim ki, Kudüs için bir kaç milyon altın tensip buyurursanız, derhâl takdime amadeyiz” demez mi? Kan beynime çıkmıştı. Düşün ki, Makam-ı Saltanatımız’a bu iki Yahudi rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı. Kendilerine; “-Terkedin burayı, vatan parayla satılmaz” diye bağırmıştım. İşte bundan sonra Yahudiler, bana düşman olmuşlardı. Şimdi burada, Selanik’te çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır.

II. Abdülhamid dönemin ulemasından Ali Haydar Efendi Hazretleri der ki: "O zamanlar, bu iş birlikçiler öyle propaganda yaptılar ki biz bile Hakan hakkında söylenenlere inandık. Fakat sonra gördük ki; Sultan büyük bir haksızlığa ve zûlme uğramıştır."

Rıza Tevfik II. Abdülhamid’in muhaliflerinden biri ve devrilmesinde önemli rol oynayanlardan biriydi. Sonraları durumun vahametini görmüş ve ne büyük bir gaflet ve hıyanet içinde bulunduklarını şiirleştirmişti.

“Nerdesin Şevketlim Sultan Hamit Han

Feryâdım varır mı barigâhına!

Ölüm uykusundan bir lâhza uyan

Şu nankör milletin bak günahına

Tarihler ismini andığı zaman

Sana hak verecek Ey Koca Sultan

Bizdik utanmadan iftira atan

Asrın en siyasi padişahına

Divane sen değil, meğer bizmişiz..

Bir çürük ipliğe hûlya dizmişiz.

Sade deli değil, Edepsizmişiz….

Tükürdük Atalar kıblegâhına...”

Maalesef özetlediğimiz bu sonu geleneksel şekliyle bildiğimiz masonik yapı sağlamıştı. Peki, günümüzde olaylar nasıl gelişiyor?

Milletimiz için vazgeçilmez değerler var. Bunların başında dinimiz geliyor. Akabinde de Milli ve İnsani değerlerimiz. Değerlerimizi mihenk alan her duruşu sorgulamadan seviyoruz. Bunun birinci nedeni gördüğümüz baskı ve zulümler ile sayısal azlığımız, devlet kurumlarında olmayışımızdı. Ancak son yıllarda yapılan reformlar ile bu zayıflıkların giderilmesi için ciddi mücadele edildi. Hepimiz sorgulamadan destek olduk. İçinde “Allah” lafzı olan her söze ve sahibine itibar ediyorduk.

Şimdi gelinen noktaya bakın:

Birileri Allah lafzını dilden düşürmeyerek bizleri kandırırken, yabancı güç odaklarına itaat edip, dinimizi ve değerlerimizi bozuyor. Nesillerimizin itikadını bozuyor.

Allah, Peygamber diyerek gençliğimizi eğitme adına, Müslümanları Hıristiyanlık başta olmak üzere Barbar batıyla diyalog içinde ve onlara uyumlu hale getiriyor.

İslam İçinde kendi değerleri ile olacak, dikkat buyurun kendi değerleri ile sırf ahlaki mülahazalarla olacak Hıristiyan ruhanilerden söz ediliyor. Kendi değerleri ile nasıl Müslümanların içinde olacaklar? Bu basit ve anlaşılabilir soruyu kimse toplumu koyun yerine koyup güdenlere sormuyor. Tabii kendisine de sormuyor.

Müslümanlar, mezhep, cemaat, itikat ve cihad guruplarına ayrıştırılarak kamplaştırılıyor. Bu gün MİT tırlarına yapılan operasyon da, DAİŞ de, PKK, YPG de aynı dış mihrakların kontrolünde. Aynı mihrakları inancımızı bozan Vehhabilik’ten Mısır’daki sözde Selefi Nur Partisine, Pakistan’daki diyalogcu Pakistan Halk Hareketi (PAT)’nde “ki başında uzun yıllardır Kanada'da yaşayan bir vaiz olan Muhammed Tahir Ül-Kadiri var.” bulabilirsiniz.

Bu gün bir seçim geçirdik. Bence çok acı iki sonucu var. Birincisi; Dindar Kürtleri kaybettik. İkincisi, otuz yıldır bölücü terörle mücadele ettiğimiz bölgeler ve illerde bile görev yapan subayların, polislerin dahi %70 seviyesinde bölücülükten beslenen ve temeli PKK terör örgütü olan bir siyasi partiye oy vermeleri. Peki, bunun somut sonucu ne? Demek ki şu anda Ordumuzda artık birbirine tetik çekmekten kaçınmayacak kadar birilerine itaat etmeye hazır subaylar var. Her iki sonuçta yani Dindar Kürtler ve Bölücülüğe oy veren subaylar gelinen noktanın vahametini anlatmaya yetmez mi?

Yıllarca Dinimiz ve Milli değerlerimiz özellikle 28 Şubat Sürecinde aşağılandı diye hepimiz Allah diyen tüm cemaat yapılarına sorgulamadan destek verdik, itaat ettik, mücadele ve hizmet gayretlerinin parçası olduk. Sonuç? Sonuç Bölücülüğe dahi Allah Rızası için ve secde eden birilerine düşmanlık yapmak için verilen en az %70 oy. Yetmedi, tüm gayrimilli, bölücü, Millet düşmanları ile işbirliği ve bunların tamamını koordinasyon…

Masonluk ve gizli yapıları ile mücadele edebildik mi? Hayır! Peki ülkenin geldiği kaos sürecini yönetenlere karşı mücadele? O da yok.. Her şey sözde kalıyor. Çünkü meseleleri tüm yönleri ile kavramış adamlarınız az. Mücadele şuuru olabilecek insanları siyaset dışına bir şekilde itmişsiniz. Kolay güdeceğiniz adamlara öncelik vermişsiniz. Teşkilat yapılarında önceliği sizi putlaştıran adamlara vermişsiniz. Peki, bu adamlar yarın menfaatlerine uygun düştüğünde sizin düşmanlarınızı da putlaştırmaz mı?

Dün Gizli Örgütler eliyle koca Devletimizi ellerimizle ve ihanetle yıktık. Bu gün ihanet artık her yerde. En başta dinimizin içine sızmış ihanet. Nasıl ayıklanacak peki? Bu soruya ihanete yol verenler cevap bulmalı.

Medeniyet Coğrafyamız, dinimizi çok iyi bilen düşmanlarımızın kurduğu örgüt, cemaat ve terör gurupları eliyle bölünüp çatıştırılıyor. Mücadelemiz sözde dini oluşumlar ve devlet içindeki uzanımları ile akamete uğratılıyor. Düşünün Türkiye’de hukuk var mı? Düşünün, MİT tırlarına yapılan operasyonu? Düşünün ülkenin Başbakanı birileri adına polis tarafından dinleniyor. Düşünün Halk Bankası Operasyonu ile finans sırlarımız deşifre ediliyor. Düşünün asılsız bir suikast ihbarı ile kozmik odalarınıza giriliyor sonucunda da Irak’ta sizin devlet menfaatleriniz için gözünü kırpmadan mücadele etmiş insanların isimleri düşman istihbarat örgütlerine veriliyor ve bu insanlar hunharca şehid ediliyor.

Ha laik ve dindışı örgütlenen masonik yapılar, ha milletimizin itikat ve inanç değerlerini kullanıp, tahrip eden, dindar görünen diğer işbirlikçi kadro ve yapılar. Yöntemleri de gizli ritüelleri de ihanetleri de en önemlisi onları kullanan başımıza bela eden dış güçleri de aynı.

Artık mücadele geleneksel mihverlerimiz ve düşünce dünyamız eksenine çekilmelidir. Osman Gazi gibi inanmaktan, Sultan Fatih gibi düşünmekten, Abdulhamid Han gibi çağın kuralları ile mücadele etmekten başka çaremiz yoktur. Yerli ve Milli bir duruş geliştirmek, bu duruşa inanan mücadeleci adamları örgütlemeden, kamuda ve devlette oluşmuş satılmış adam ve yapıları tasfiye etmeden hareket etmek zordur. Kim dost ve Milletimizin yanında sorusunun cevabını sadece dindar insanların içinde aramak yerine diğer hakperest ve vatansever adamları da yapılandırmak daha doğrudur. Unutmayınız; Uhud Meydanı’na bizimle çıkıp Mekke’li müşriklerle savaşan gayrimüslimler bizdendi. Unutmayın, fitneciler her dönemde Yüce Dinimizi kullanarak Müslümanları parçaladı, kullandı, sömürdü, zayıf düşürdü ve sattı.

Geleceğimizi yeniden planlarken, “BİZDEN” kavramını da yeniden tanımlamak zorundayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Halil Mert Arşivi