Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Abdullah Ataman

Abdullah Ataman

Bugün koalisyon yazısı yazmak istemiyorum Süheyla. Çünkü kurulacak olan bin koalisyon, bir Abdullah Ataman’ı geri getirmeyecek.

Onu ilk tanıdığımda (1985 falandı galiba), Eğinli olduğunu söyleyince çok heyecanlanmıştım. “Kemaliyeliyim” demiyor, “Eğinliyim” diyordu. Türküsü bol olan Eğin’dendi yani. O meşhur “Eğin dedikleri bir küçük şehir/Ana ben cahilem çekemem kahır” türküsünün yakılıp yankılandığı şehirdendi.

Türküleri vasıtasıyla tanıdığım ve uzaktan sevdiğim bir şehirdendi Abdullah Ataman. Onu Elazığ valiliğinde çalıştığı esnada; Foto Şedele’de, Feridun Şedele’nin fotoğrafçı dükkanında tanımıştım. Orada, Feridun, Abdullah Ataman, Muhtar Kutlu, Recep Yıldırım bir araya gelir, kültür ve fotoğraf sohbetleri yapardık. Başka fotoğraf meraklıları da gelirdi o dükkana ve “Tek karede yakaladım abi!...” muhabbeti çok olurdu.

Kazandığı ilk para ile hemen bir fotoğraf makinası alan ben, fotoğrafın inceliklerini o dükkanda ve en çok da Abdullah ağabeyden öğrenmiştim.

Eğin’i çok anlatırdı Abdullah ağabey. Fırsat bulduğumuz ilk anda arkadaşlarla Eğin’e gittik. Anlatılmayacak gibi değildi Eğin. Fırat’ın kenarındaydı ve yükseklerdeki çıplak kayalıklara inat, nehre yaklaştıkça suyun  hayat vermesi tabiatı coşturuyordu. Anadolu’nun ücra bir köşesinde, saklı cennet gibiydi Eğin. Çok toprağı olmadığı için çok göç vermiş bir yerdi. O yüzden gurbet türküleri dendi miydi, hemen akla Eğin gelirdi. 

Ve tarihi bir kent dokusu!.. Bozulmamış… Ahşap işçiliği nakış nakış… Özgünlüğünü koruyan ve bunun bilincinde bir “küçük şehir”…

Ve  kırk gözeler… Yamaçtan fışkıran bereket…

Ne  yana dönsen bir fotoğraf karesi… 

Sonradan öğreniyoruz ki fotoğraflarına hayran olduğum Sıtkı Fırat, Lütfi Özgünaydın ve Yusuf  Ziya Ademhan da Eğinliymiş ve Abdullah ağabeyin arkadaşlarıymış hepsi.

Siyasi görüş farklılığımızı hiç ortaya sermeyecek kadar gönül ve kültür birlikteliğimiz vardı Abdullah ağabeyle. Daha doğrusu sohbet sofrasına kültür kondu muydu, siyasete yer kalmazdı aramızda.

5 metrekarelik dükkanda zaten 4 tane tabure olurdu ve beşinci biri geldiği zaman, sanki ona gönlünde yer açıyormuş gibi taburede şöööyle bir kımıldanırdı Abdullah ağabey. Konuşması hızlı değildi ama insanı bayacak kadar yavaş da değildi. Adeta kelimelerin tadına vara vara konuşurdu. O konuşurken, ağzında akide şekeri varmış da tadını ağzının tamamıyla alıyormuş gibi konuştuğunu hissederdiniz.

Ben onu fotoğrafçı kimliği ile tanımıştım ama o ziraat eğitimi almış biri olarak “kültür”ün temeli de olan “agriculture” veya Ziya Gökalp’in adlandırmasıyla tam bir “hars” adamı idi ama bir süre sonra “agricultur”nin sadece “culture” kısmıyla ilgilenir olmuştu. Fotoğraflarda, katkıda bulunduğu belgesellerde (Mesela Ertuğrul Karslıoğlu’nun Fırat’ın Türküsü’nde) aşık olduğu kültürün görselliğini yansıtmıştı hep. 

Abdullah ağabey, ben doğmadan 12 sene önce, 1944 yılında Eğin’in Toybelen köyünde doğmuş ve emekli olunca da oraya dönmüş.

Resmi veya gayr-ı resmi pek çok işte çalışmış ama asıl yaptığı iş fotoğraf sanatçılığı ve gazetecilik olmuş hep Ataman’ın. Ama bizim için onun önemi, iyi bir sohbet insanı olması idi.

Ve Abdullah Ataman 15 Temmuz günü ebedi aleme irtihal etmiş… Yani benim doğum günüm, onun vefat günü olmuş.

Mekanın cennet olsun Abdullah ağabey!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi