Dr. Erbakan Özal

Dr. Erbakan Özal

Koalisyon Çalışmaları ve Türkiye

Koalisyon Çalışmaları ve Türkiye

Türkiye, 2003 yılından beri, uzun yıllardır koalisyon çalışmalarından uzak, bir istikrar ve güven ülkesi olarak, bölgesindeki tüm ülkelere model olmuştu. Bu görüşü sadece içteki muhalif kanat zaman zaman seslendirmekle kalmadı; muhalif kanatla aynı çizgiyi tutturmaya çalışmış olan çeşitli dış güçler de bu düşünceyi dillendirmekten kaçınmamışlardır.

Dolayısıyla, uygulamalardaki bazı aksaklık, yanlışlık, eksiklik, uyuşmazlık ve olumsuzlukları istisna kabul edersek eğer, Türkiye Cumhuriyeti’nin en ümit aşılayan ve gelecek vaadeden dönemi olarak da bu dönemi gösterebiliriz. Pek tabii olarak, henüz gelişmesini tamamlayamamış ve iç sorunlarını yeterince çözememiş Türkiye gibi ‘orta-altı büyüklükteki bir devlet’ söz konusu edilince; bu tarz aksaklık, aksilik, eksiklik, yanlışlık ve isabetsizliklerin normal kabul edilmesi fazla da abartılı bulunmaz ya da bulunmamalı... 

İşte Osmanlı coğrafyasındaki ülkeler için bir toparlanma ümidi aşılayan AK Parti hükümetleri dönemi; eksiği ve aksaklıklarıyla birlikte, sadece içerideki çekirdek ülkede değil, en azından jeokültürel anlamda belirgin bir bağlantı içerisinde olduğu milyonlarca kilometrekarelik coğrafi alan içerisinde yaşamakta olan onlarca ülke ve milyara varan insanda şaşılacak derecede bir heyecana neden olmuştu. Güçle orantılı olmayan açılmaların neticesi, tarihin hiçbir döneminde hayırlı olmadığı gibi, AK Parti hükümetleri döneminde de hayırlı olmamıştır. 

Kolay değil; emperyalizm ve sömürgecilik deneyimleri yaşamış güçlü devletlerin en fazla ilgi duymakta oldukları bir bölgede potansiyel toparlanmalara öncülük ve önderlik yapabilecek bir etki gücüne sahipsiniz; üstelik etkinizi dengeleyip motive edebilecek potansiyel gücün neredeyse beşte birine bile sahip değilsiniz… Böylesi çelişkiler, anlamsızlıklar, zayıflıklar, zafiyetler ve tutarsızlıklar içerisinde ulvi bir hedefe doğru yürümeye çalışıyorsunuz!.. Sonuç ortada: Fitne, fesat, iç hesaplaşma, kumpas, şüphecilik, karalama, öç alma vs vs gibi derin operasyon kokan karışıklıklara mahkûm edilmiş bir ülke…

Böylesi bir sürecin içerisine sürüklenmiş bulunan bir ülkede yeniden koalisyonlar dönemine girilmiş olmasına hiç şaşırılmamalıdır… Ancak bundan sonraki asıl mesele; içeride kaynatılmaya çalışılan katran kazanının altına odun atan “dost” ya da “düşman” yüzlere ne derece itibar edilip edilmeyeceği hususudur. 

Zira sürüklenilmekte olan kötüye gidişe bir noktada en azından dur diyebilmemiz için, tahrik ve teşviklere kapılmadan, çapımızın, gücümüzün, yeteneklerimizin, dostluklarımızın, düşmanlıklarımızın, ittifak ilişkilerimizin, ihtiyaçlarımızın, potansiyelimizin sınırlarını çok iyi bilmeli ve macera mahiyetinde değerlendirilebilecek yollara sapmaktan itinalı bir şekilde kaçınılmalıdır. Aslında “iç bütünlük ve dış ittifak ilişkilerinin tesis ve temin edilmesi noktasında gaza gelmemek” sözü tam da buraya uymaktadır!..

Bu bağlamda, gerek “Türkiye, yeniden koalisyon dönemlerine mi itilmeye çalışılıyor” endişesi, gerek “TBMM’de grup kurmuş bulunan partilerin farklı biçimlerde ayak direyerek Türkiye’yi kutuplaşma ve çatışma ortamına sürüklemek isteyenlerin oyununa mı geliyorlar” kuşkusu özellikle ‘istikrar’ ve ‘güven’ arayışı içerisindeki Türkiye bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Fakat benzer bir biçimde; geçen 13 yılda yapılan bazı ciddi hatalar ile yaşanan önemli sıkıntıların sorgulanmasına bile tahammül edilemiyor gibi bir algının oluşmuş olması, Türkiye için, çok boyutlu bir biçimde değerlendirilmesi gereken başka bir önemli sorundur. Bu anlamda; gerek uygulamalarda, gerek uygulamaların her koşul altında savunulması süreçlerinde ve gerekse Türkiye’nin işleyen sistemine söz söyletilmemesi noktalarında abartılı yönlendirmelerin etkisi altında kalındığı izlenimlerinin oluşması hiçbir şekilde yabana atılmamalıdır.

Bundan dolayıdır ki, 7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo ve şaşırtıcı değerlendirmeler karşısında kimin neyi, neden tercih edip etmeyeceği noktasında ciddi anlamda kafa karışıklıklarına düşülmüştür. Özellikle “‘sistem mi’ yoksa ‘kişiler mi’” anlayışı temelinde kutuplaşmayı teşvik eden ‘ayrışmacı’ anlayışı mı tercih etmeliyiz; yoksa ‘sistemin geliştirilmesi ve dönüştürülmesine uygun köklü devlet geleneğine sadakatle bağlı’ kurumsallaşmayı emreden vasiyetleri mi tercih etmeliyiz noktasında epeyce zihinsel bulanıklıklar yaşanmaktadır.
Bu durumun farkında olmayan ya da farkındalık içerisinde olmasına rağmen inatkârlık nedeniyle huzursuzluklara neden olanların çok kısa vadede olmasa bile, kısa ya da orta vadede hüsrana uğrayacaklarından hiç kuşkum yoktur. Evet, Türkiye’nin şahlanışa kalkışını teşvik edeceklerine, ‘birliktelik’ içerisinde istikbale yürümemizi bile çok görenlerin kurmakta olduklarının oyunun başlarına geçecekleri zamanı çok boyutlu dualarımızla bekleyişimizi sürdüreceğiz.

Bu pencereden bakınca; her şeye rağmen, 7 Haziran 2015 seçimlerinin, Türkiye demokrasisinin olgunlaşması, denetim mekanizmasının kökleşmesi ve müzakere kültürünün gelişmesi için önemli bir vesile olmuş olsa da Türkiye’nin güven, istikrar, kalkınma, ilerleme ve gelişmesi adına negatif bir yeni başlangıç olmuştur denebilir. Bu noktada nasıl bir tercihe yönelmeliyiz?! Elbette böylesine ‘tercihe tabi tutulması zor’ bir süreç ya da durum karşısında sağlıklı ve isabetli bir değerlendirme yapabilmek hiç kolay değildir. Kaldı ki, değerlendirmeyi kimin yapması gerektiği konusu da epeyce karışık bir konu haline getirilmişken; düğümü neyin ya da kimin çözmesini arzu ettiğimiz hususu ise ayrı bir sorun!..

Öyle ise, bu noktada şu hususun da öncelikli olarak altının çizilmesinde çok büyük fayda olabilir: Türkiye’nin büyük kazanımlar elde etmiş olduğu son 12 yıllık ‘tek parti iktidarı’ döneminin bize öğrettiği en önemli şeylerden biri; ‘kurumsal yapısı kökleşmemiş’ devletlerin en güçlü oldukları dönemleri ile en zayıf oldukları dönemlerinin, “içten ve dıştan” gelebilecek çökertme taarruzlarına karşı neredeyse aynı derecede savunmasız oldukları gerçeğidir. O nedenle, bölge ülkelerine göre kıyas kabul etmeyecek derecede ileri aşamalara vardığımız güvenine kapılarak, kuşatılmışlık yaygarası yapanlara gereğinden fazla bir şekilde kulak tıkanması durumuna bir noktada dur denilebilmesi için, 7 Haziran 2015 seçimleri önemli bir ihtar ve fırsat olarak değerlendirilmelidir.

O halde, seçimlerden çok şey bekleme hakkımız olmakla birlikte; seçimlerin yenilenmesi (!) ya da erken bir seçime gidilmesi gibi bir “kifayetsiz araç” yerine, köklü devletlere yakışır düzey ve kapsamda bir ‘kurumsallaşma çalışması’ içerisine girilmesi daha doğru ve isabetli bir tercih olacaktır. Bu noktada sadece mecliste grubu bulunan partiler değil, tüm siyasi partilerin teşvik edici temel bir unsur olarak harekete geçmeleri gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki; devlet kurumları ile devlet geleneklerinin kökleşmediği ülkeler, ne yazık ki, iktidara gelecek kişilere göre bir dil geliştirme risk, tehdit, tehlike, zafiyet ve zorluklarıyla da karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacaklardır. Zaten böylesi bir devletin sürdürülebilir bir yapıya, ilişkilere, işleyişe ve gelişme seyrine sahip olması da mümkün değildir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Erbakan Özal Arşivi