Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

İbretlik Hayatlar

İbretlik Hayatlar

Vaktiyle bir hanım tanımıştım. Sabah işe gelince, daha yeni geldiği evine telefon ederek hizmetçisine yüksek sesle tâlimat verirdi. Akşam ne yediğine kadar ortaya dümdük anlatırdı. Sevgililer gününde eşine kaç liralık hediye aldığını; nasıl bir törenle verdiğini bilirdik. Her şeyden anlardı(!). Bir iki ay kursa gidince ressam olur; müzisyen olur; yazar olur vs. vs. Muhakkak yüksek sesle konuşurdu. Hep mutluydu. Herkes onu imrenerek dinlerdi. Onun derdi de imrenilmek, kıskanılmak zâten. Bana sorarsanız kafadan çatlak bir teşhir hastası. Kemal Sayar’ın bir kitabında, mutluluğun artık tedâvi edilen bir hastalık olduğunu okumuştum.

Bir psikiyatrist ile yapılan röportajda, böyle kadın tiplerinin normal olmadığını da okumuştum. Meselâ; bir lokantaya girdiklerinde bile sessizce yerlerine oturmaz; yüksek sesle konuşup kendisine bakılmasını sağlarlarmış. 

Bu girişi yapmamın sebebini açıklayayım. 

Lifestyle denen bir akım var, hayatımızı zehirleyen. Kapitalist sistemin gözümüze soktuğu kadın tipleri her yerde. Dergiler, gazeteler, televizyonlar, bu kadınları rol model olarak sunuyor. Özel hayatlarını da didikleyerek. Zâten onlar da bundan hoşlanıyor. 

Yukarıda anlattığım kadın tipini, “İş hayatının Martha Stewartları” olarak adlandırdım. Merak bu ya bu hanımın facebook hesabına bakınca, sevdikleri arasında Martha Stewart’ı gördüm. Allah akıl fikir versin. Martha Stewart gibi bir dolandırıcı, sevilenler listesinde niçin olur ki?

Bir dergide, “İmrenilecek hayat” diye bir yazı okumuştum. Özel sektörde CEO olan bir hanımın hayâtını anlatıyordu. Ne yer, ne içer, evi nasıl, duvarlarında ne asılı… İnsanlığa ve bu topluma kattığı bir kıymet var mı? Yok.

Bu hanım hakkında başka bir yerde okuduklarım, hiç de imrenilecek bir hayatı olmadığı yolundaydı. Martha Stewart kadar olmasa da karışık bir hayatı vardı.

İki haftadır, Cumartesi günleri yeni bir sayfaya başladık. İbretli, hikmetli hayat hikâyelerini yazıyorum. Bâzen, hikâye kahramanının yaşadığı mekânı da anlatıyorum; bâzen, sâdece hayat hikâyesini. Nev’i şahsına münhasır hayatlar. Yenilerin deyimiyle orijinal. Kopya olmayan. Okuyanın ibret alacağı, hikmet bulacağı, içinin titreyeceği hayat hikâyelerinin peşine düştüm. Bilmem hatırlar mısınız ilk yazımı, “tâb ettiğimiz hikmetli ola” diye bitirmiştim.

Tüketen değil, üreten; teşhir eden değil, edebiyle yaşayan insanımızı anlatma niyetindeyim. Özellikle gençlerin buna çok ihtiyacı var. Ego patlaması yaşayan genç bir nesil var maalesef. Sabırsız, tahammülsüz, bencilliği bireysellik sanan, çok kazanıp çok harcamak isteyen. Ne de olsa “Harcadığın kadar insansın.” devrindeyiz.

Aslında köşe yazılarımda zaman zaman bu hayatları anlatıyorum ama, yetmedi. İsteyenin bir yüzü kara sözüne sığınıp bana bir sayfa daha istedim. “Yeter mi?” derseniz o da yetmiyor. Ne yapalım, gönüle sığan göze de sığar. Derdim gönlünüze, kalbinize değmek. Değdiği zaman sayfanın hükmü mü kalır? Gönülden gönüle yol açılır.
Geçen sene yazdığım bir hayat hikâyesinin kahramanı anlattı. Kız kardeşi yazıyı okuyunca, “İnsanın hayat hikâyesini yazan bir arkadaşı olması ne güzel.” demiş. Bence mühim olan, yazılacak bir hayat yaşıyor olmak. Nasılsa yazan birisi çıkar.

Geçen hafta yazdığım İzbeli Çiftliği’ne vaktiyle bir gazeteci gitmiş. Sabiha Hanım, konağın her odasında bir banyo olduğunu söyleyince, “Aaa Amerikan tarzı ebeveyn banyosu” diye şaşırmış.

İnsan kendi kültürünü bilmeyince böyle komik oluyor işte. Yerel olmayan, millî; millî olmayan, beynelmilel olamaz.

Önce, bu toprağı; bu toprağın insanını bilmek zorundayız.

Bu yazıyı, Ankara-İstanbul yolunda yazıyorum. Yeni bir hikâye anlatmak için düştüm yola. Cumartesi görüşmek dileğiyle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi