D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Geciken Aklıselim...

Geciken Aklıselim...

Bundan 23 yıl önce, Yörünge dergisinin 12-19 Ocak 1992 sayısında yayınlanan bir yazım arşivi karıştırırken dikkatimi çekti. 23 sene önce konuşulan-tartışılan noktadan çok fazla uzaklaşmadığımızı anlaşılıyor. Terörizm 23 sene önce nasıl Türkiye’ye tehdit ediyorsa ve aynı zamanda bölge halkına hayatı yaşanmaz kılıyorsa, bugün de aynı manzara görülebiliyor. Bu yüzden asıl başlığı “Akl-ı selim avdet etmezse” olan yazıyı, “Geciken aklıselim” başlığı ile okuyucularıma sunuyorum:

Türkiye’de bir Kürt ayrımcılığı dalgasının sömürgeci batı tarafından yükseltilmek istendiği artık ayan beyan hissediliyor. Kürt ırkçılığı, Kürt tarih tezi, Kült alfabesi vs. vs. bazı kesimlerin gündemine sokuluyor. Bu bağlamda ortaya atılan fikirler hiçbir tutarlılık ilişkisi taşımıyor (ve galiba taşıması da gerekmiyor). Birbirine zıd unsurlar bir kabda kaynatılıyor, kâzib kıyaslarla olmadık sonuçlar çıkarılıyor. Bu dalganın gerçek müslümanları etkilemesi tabiî ki mümkün değildir, ancak müslümanlığın bu vasatta kullanılması durumu ile karşı karşıya kalınıyor. 

“Gerillalların vurup Kürdistan’ı kuracağı” yolunda sloganların atıldığı söyleniyor. Bazı zihinlerde sanki ayrımcılık hareketlerinin başarıya ulaşmasına ramak kaldığı izlenimi uyandırılıyor. (Tıpkı 1970’lerde ve 1980’lerde bir komünist ihtilale ramak kaldığı izleniminin uyandırılması gibi…)

Türkiye’nin bir bölümü “Kürdistan”a dönüştürülebilir mi? Bu sorunun bugünkü şartlarda olumlu cevabı olamaz. Örnek ortadadır: Irak başından geçen bunca badireye rağmen bütünlüğünü korumuştur. Irak’taki Kürt direnişi, mağlup, ezilmiş, psikolojik üstünlük duygusunu kaybetmiş Irak kuvvetleri karşısında çabucak dağılmıştır. Bu sonuç dışarıdan desteklenmiş Kürt kimliğinin devlet olmaya yeter muhteva taşımaması yanında muhtemelen Kürtçü direnişlerin berrak olmayan geçmişleri ile yakından ilişkilidir. Kâh İngilizlerin, Kâh Rusların ve şimdilerde ABD’nin kucağında yetişen Kürtçü liderler, halklarını gerçek anlamda sevketmeye muktedir değildirler. 

Geriye bir tek ihtimal kalmaktadır: ABD’nin doğrudan destek sağlayarak bir devletçik oluşturması... Bu durumda ise, yeni devletçiğin ABD’nin bir eyaleti gibi himaye edilmesi zorunluluğu vardır. Böyle bir devlet buna rağmen dahi, İsrail benzeri uluslararası kuvvet sahibi olmadan bölgede uzun süre varlığını sürdüremez. 

“Kürt varlığı”nın ne anlama geldiği üzerinde de dikatle durmak gerekmektedir. Kürtçülük dâvası güdenler tarafından binlerce yıllık geçmişi olduğu öne sürülen “Kürt varlığı”nın bugüne kadar kendini devlet olarak ifade edememesi üzerinde durulması gereken bir konudur. Ortadoğu’da gelmiş geçmiş devletler arasında böyle bir kimliği alem yapmış bir devlete rastlanmamaktadır. İslâmiyetin hâkim olduğu devrede ise Arap ve Acem varlıkları, Türk varlığı ile bölgenin tarihini oluşturmuştur. Bazı Kürtçüler Selahaddin Eyyübi’yi ve ona isnad edilen devleti böyle bir varlık olarak öne sürmektedirler. Mehmed Âkif’in “şarkın en sevgili sultanı” olarak tavsif ettiği, Haçlı saldırıları karşısında İslâmı salabetle müdafaa eden Selahaddin’in menşe olarak Arap, Kürt, Türk karışımı olduğu söylenebilir. Bu hususta Selahaddin’in diğer kardeşlerinin adları bize bir fikir verebilir: Turanşah, Tuğtekin, Börü –yani kurt-.

Selahaddin Eyyübi’nin askerlerinin büyük bir çoğunluğunu Oğuzlar teşkil ediyordu. Esasen kavim davası olmayan Selahaddin’in devrinde tarihçiler onun devletini “Türk devleti” olarak nitelendirmişlerdir. Selahaddin’in mezarı halen Şam’da Emeviye camii yakınındadır. Bütün müslümanlarca benimsenen bir şahsiyet olan Selahaddin burada bir Osmanlı kubbesinin altında yatmaktadır. 

Kürk kimliğinin müstakillen bir anlam ifade etmediği ortadadır. Bir bakıma Arap, İran ve Türk kültürel ve siyasî varlıkları arasında bir sınır topluluğu olarak kalmış olan Kürdler, menşeleri İranî, Turanî veya Samî olsun (Almanya’da yayınlanan bazı kürtcü dergiler, Kürtlerin İndo-germen oldukları iddiasını ortaya atarak “üstün Alman ırkı”na yamanmayı da deniyorlar) bu güçlü varlıklar arasında tek bir varlık şeklinde ortaya çıkamamıştır. Bugün de Arap siyasî varlığı altında bulunanlar Arap kimliği ile İran siyasî sahası içinde kalanlar İranlı, Türkiye sınırları içinde kalanlar Türk kimliği ile açıklanabilecek bir yapı kazanmışlardır. Yine de, Araplar ve İranlılara göre, göçebelik dönemi uzun süren Türklerle Kürtlerin birbirlerine daha yakın bir kültürel kimlik taşıdıkları söylenebilir. 

Emperyalist güçler tarafından kullanım kolaylığı olduğu için zaman zaman canlandırılan Kürt meselesinin Türkiye ile ilgili boyutu üzerinde tekrar düşünmekte yarar vardır. Türkler 11. yüzyılda bu bölgeyi fethetikleri zaman, Kürtlerle değil, Bizans’la savaşmışlardır. Anadolu, Bizans’dan İslâma kazanılmıştır. Bölgede siyasî varlık olarak etkili olan Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu vb. devletler döneminde olduğu gibi, sonraki dönemlerde de farklı bir devlet kimliği akıldan geçmemiştir. Yavuz Sultan Selim’in sünnî müslümanlık adına Şah İsmail ile mücadelesinde “Kürd” olarak adlandırılan kabileler Osmanlılarla birlikte Şii Türklerle savaşmışlardır. 

Kürtlerin, Osmanlı sonrası bu ülkeye adını veren Türk adından rahatsız olmaları da makul izahlardan uzaktır. “Türk” nitelemesi, ırkan Türk olanlarla birlikte bütün Müslüman toplulukları içine almaktadır. Bu itibarla “Türk milleti”, “Türkler”, “Türk halkı” vb. deyimler, ırkan Türk olanları değil, bu ülkenin Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Boşnak vs. menşeden gelen bütün insanlarını kapsamaktadır. Bu bütün içinde ifade edilen farklı ırkî menşeye sahip toplulukların üst kimliğe nisbetle alt kimlikleri olması tabiidir, fakat bu ayrılıkçılık iddialarının mesnedi değildir. Bu itibarla ayrılıkçı tavırlar değil, ülke bütününü gözeten mücadeleler gerçekci ve akılcı, kalıcı ve müessirdir. Kendilerini “Kürt” sayanların bu yapı içinde İstanbulsuz, İzmirsiz, Edirnesiz, Bursasız Ankarasız (ve Türksüz) bir devlete razı olmaları hiç bir aklî mesnede sahip değildir. Bunun rağmına tahrik edilen ve yürütülen bölücü, bölgeci bir Kürtçülük davası, Türkiye’nin her tarafına dağılmış işinde gücünde, kârında, rahatı yerinde bazı vatandaşlarının, bir karşı-kimlik dalgası sonucu mevcut konumlarını, yerlerini, imkânlarını kaybetmelerine zemin hazırlayabilir. 

Elbette akl-ı selim avdet etmezse...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
D.Mehmet Doğan Arşivi