Recep Garip

Recep Garip

Düşünce – II

Düşünce – II

İçini düzeltmelisin ey Karınca!

Yürüyüşünü düzelt ey kutlu Tavşan!

Ağzını bozmasan olmaz mı Tilki kardeş?

Neden küfrediyorsun ki, sana hiç yakıştıramadım sevgili Çakal?

Şu Filin yürüyüşü yok mu, dikkatim bu yürüyüşe odaklı. Onun gibi bir güven içinde yürümeliyim.

Ya şu Aslan kral, hiçbir şeyi dert etmiyor. Ne zaman sınırları ihlal edilse, ne zaman sıkıntıyı çağrıştıran bir hal yansısa ona bir küçük müdahale ile her şey aslına uygun hale dönüşüyor.

Her şey aslına rücu ediyor.

Sen de bir gün unutma ki aslına döndürüleceksin ey insan! Aslına bir bak küçücük bir meniden ibaretsin. Bir topraksın aslında. Neyine güveniyorsun ki bu böbürlenme, gururlanma da neyin nesi? Bu güzellik denilen şey sana bir emanet değil mi sanıyorsun? Sağlığına bir bakıver, burnunu çekip duruyorsun ikide birde. İçim gidiyor.

“Ve ileyna türceun – Oraya döndürüleceksiniz”

Küçücük meselelerin, insanı nasılda kaldırıp yerden yere vurduğunu düşündükçe, daha dikkatli adımlar atmam gerektiğine karar veriyorum. Eften püften şeylerle insanların birbirilerini nasıl da kırıp geçirdiklerini, birbirlerine sövüp saydıklarını düşündükçe tüylerim ürperiyor. İnsanoğlu bir düşünüverse kendisi için istemediğini kardeşine nasıl da uygun görüyor öyle. Kendisine birisi küfretmiş olsa celallenir,  kızgın bir demir gibi dağlamak ister, lakin karşıdakine ağza alınmayacak ifadeler kullanırken hiç bunu akledemiyor. Oysa akletmek gerekiyor. Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri bir başkasına yapmamamız gerekiyor.

Düşünme en kıymetli ibadetlerden sayılıyor. Beynin yani aklın kullanılması öylesine değerli, kıymetli ki bilim adamları bir beyin yapacak olsalardı eğer bunun için üç yüz trilyon dolara ihtiyaçları olacaktı. Demek oluyor kişinin beynini kullanması çok kıymetli ve değerlidir. Konuya tam da uyan bir hikâye var. 

Rahmetli büyük Veli Nasrettin Hoca Akşehir pazarında bir adamın başına toplanmış olan kalabalığa yaklaşır. Satıcı elindeki kuşu satmaya çalışmaktadır. Kuşun fiyatı ise tam 50 akçe’dir. Yan tarafta bulunan tavukların fiyatı ise 5 akçe.

Nasrettin Hoca, iki fiyat arasındaki farkın fazlalığından rahatsız olur ve sorar;

- Hemşerim bu nasıl kuş ki 50 akçe istersin?

- Hocam, bu bildiğin kuşlardan değildir; bunun bir özelliği var.

- Neymiş özelliği?

- Hocam bu kuşun adı papağan, bu kuş konuşur.

- Bunun üzerine Nasrettin Hoca, hemen eve döner ve kümesten hindisini kaptığı gibi pazara gelir. Papağan satmakta olan adamın yanında durur ve yüksek sesle:

- Bu gördüğünüz kuş, sadece 100 akçeye! Gel vatandaş gel diye bağırmaya başlar.

Papağan satan adam bu durumdan şaşırarak Hocamıza sorar:

- Hocam 100 akçe çok değil mi bir hindi için?

- Sen 50’ye satıyorsun ama…

- Hocam ben size söyledim ya benim kuşum farklı bir kuş, benim kuşum konuşur.

- Nasrettin Hocanın beklediği budur ve cevabı yapıştırır; senin kuş konuşuyorsa, benim ki de düşünür!

Bu hikayeyi Kıymetli şair, yazar ve yayıncı Adem Özbay naklediyor ve ardından şunları ekliyor;

“Biz Nasreddin Hoca’nın bu bilgelik dolu hikâyelerine fıkra niyetine gülüp geçiyoruz ama bunlar, fıkralardan çok öte, engin bilgelik kültürünün birer fenerleri. Nasrettin Hoca, beynin, düşünmenin ne kadar değerli olduğunu anlatmak için o kadar basit ve güzel bir örnek veriyor ki, üstüne söylenecek hiçbir şey yok.

Bilginin değeri ölçülemez. Bir bilgi insanlık tarihini değiştirir. Dün, ağaçtan kafasına elma düşen Newton, “yerçekimi” diyerek ezelden ebede var olan bir bilgiyi keşfetmişti. Bu gün sosyal ağların evimizde, cebimizde, bilgisayarımızda olması ile her yerden dünyanın bilgisine ulaşabiliyoruz, paylaşabiliyoruz. Artık bilgiler kütüphanelerde tozlu sayfalarda değil, kullanılması için insanoğluna her köşe başından göz kırpıyor.

Gelin beynimizi bedava olmaktan kurtaralım. Ona gerçek, hak ettiği değeri verelim. Bize ihsan edildiği haliyle değil, dopdolu, pırıl pırıl bir beyin haline getirelim onu. Bilginin ruhunu hissedelim. Beynimizin her kıvrımının farkına varalım. Bu nasıl olur? Tabi ki beynin yapmayı en çok sevdiği işi yaparak olur: Düşünerek! Düşünmek beynin hakkını vermektir. Düşünerek, sorular sorarak, sorularımızın cevaplarını arayarak, gerçekten beyne sahip olmanın hazzını yaşayabiliriz. Yoksa böyle gelmiş böyle gider diyenlerden olursak, sürüden ayrılanı kurt kapar diyerek sürünün içinde bir koyun olursak vay halimize! Bu beyin, günü gelince bize öyle bir hesap sorar ki, işin içinden çıkamayız.”

Birden bire göğün katlarından gelen gümbürtü, şimşekler, yağmur, dolu, fırtına ortalığı karıştırıverdi. Önlemini alsan diyorum. Gücün mü yetmiyor?

Ne kadar zayıfsın oysa kırılıveren, darılıveren, alınıveren taraflarınla. Gökkuşağını ne zaman görmüştün en son? Halicin kıvrımlarına kıvrılmış gibi gözükse de eleğimsağmanın altından geçemedin değil mi? Ne kadar güçsüz ve zayıfsın insanoğlu. Aklını başına mı almak istiyorsun? Bunu mu diyorsun şimdi? Kendine bir bak, seni var eden, her şeyi var eden, biri var ve bir gün verdiklerini teker teker alıverecek ellerimizden. Almadan mı kapanmalıydık secdeye? Öyle mi söylemişti Resul?

Öyle yapalım mı?

Ellerimizi, kollarımızı, yüzümüzü ağzımızı ve burnumuzu da, başımızı ve ayalarımızı da yıkamalıyız o zaman. Ben bütün bunları yaptım. Sen de, sen de, ileride bakıp duran sen de yap. Acele etmelisin. Ölüm arka kapıda, iç cebinde, koynunun içinde bir yerde gizlenmiş bakıyor unutma. Hepsi üç günlük misafirlikte değil miyiz?

Hep birlikte ellerimizi, kulaklarımıza kadar kaldıralım. Sonra eğilelim, sonra tekrar dimdik duralım. Vücudumuz yerli yerinde olsun. Sonra bütün bir teslimiyet içerisinde secdedeyiz. Huşu, huzur ve dua etmelisin içinden en uzun duaların mekânıdır orası. Otur artık yoruldun say. Sonra selamla önce sağdakileri sonra solundakileri. Bir şölen bitti. Şimdi şölenin taç mahallinde ellerini kaldır ve isteyebildiğin en içli haykırışınla, yalvar, dualar et. İste isteyebildiklerini. Annenden, babandan, sevdiklerinden isteyemediklerini, onların veremeyeceklerini de iste. Orası çok cömert, isteyenin isteklerine cevap verilen bir makamdır. “Namaz, müminin miracıdır.”, “Namaz dinin direğidir, kim kılarsa dininin direğini dikmiş olur, kim kılmaz ise dinin direğini yıkmış olur.” “Gözümün nuru Namaz” buyurmuş âlemlerin sevgilisi Peygamberimiz, Efendimiz.

Birden bire koptu bir vaveyla. Ağıtlar, çırpınışlar duyulmaya başlayınca anladım ki öldü biri. Ölecek birileri zaten. Ben, sen, o, sırası gelen ölecek. Yani her birimiz için bir gerçek. Bir çığlık atılacak ardından.

Ne çok cenaze namazı kıldık, bir gün bizim de musallada olacağımızı düşleyerek.

Götürüp gömecekler seni ve ayrılacaklar. Bil ki üç gün sonra unutacaklar. Unutulacaksın, unutulmak istemiyorsan kutlu bir eylemin olsun geride. Seni hatırlatsın her ele alındığında, her bakıldığında, her tutulduğunda, her irtibat kurulduğunda, her zaman okunduğunda.

Ardında bıraktığın bir eserin var mı?

Hayırlı (salih) evlatlar yetiştirdin mi?

Namazından, ibadetlerinden, hayırlarından başka seninle kalacak neyin var? Bir de kötülükler, günahlar, kusurlar, haklar ve hukuklar mı dedin?

Bu gece vakti bir sevinç çığlığına benziyor yandaki komşulardan gelen ses. Bebekleri mi olmuş dediler? Olacak elbette. Birilerinin yerini birileri dolduracak.

Bir tilki, bir horoz, bir keklik, bir kırlangıç, bir çocuk, bir ihtiyar, bir kedi, bir oğlak, bir erik ağacı, bir taze fidan, bir gül tomurcuğu gibi yeniden yenilenmelisin.

Şu kırmızı gül

Bu sümbül

Şuradakiyse menekşe

Az ileride duran nergis

Siz hepiniz ne de güzelsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Garip Arşivi