Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Liberal papağanların nefret dili

Liberal papağanların nefret dili

Hiç sevmem “orantısız” ifadesini. Gezi’nin bize bir armağanı yanlış hatırlamıyorsam... Esasında klişeleşmiş ve meram kolaylığı sağlayan hiçbir ifadeyi sevmem... Kullanmamaya özen gösteririm ama galiba bundan kaçış yok. Kaçamıyorum... Orantısız zekâların, orantısız şiddetlerin, orantısız akıl yürütmelerin dünyasında, meramınızı anlatabileceğiniz en ehven sözcük “orantısız”mış gibi geliyor yine de.

“Nefret dili” ifadesi de aynı şekilde... Çok kullanılmasının ve tüketilmesinin ötesinde, bir durumu anlatmaktan uzak bir tamlamaya dönüştü/dönüşüyor.

Hep nefret saçmış ve “öteki düşmanlığı”nı biricik siyaset yordamı olarak benimsemiş bir köşe yazarı “nefret dili”nden söz ediyor, inanabiliyor musunuz? Ve sonra da “aşk’a kaçtığını” söylüyor... “Aşk’a kaçmak.”

Tek ve gerçek sığınağın kadınlar (aşk) olduğunu söyleyen bu yazarın, lejandında “Türkiye Türklerindir” ibaresi bulunan bir gazetede çalıştığını, haftanın altı günü nefret saçan politik yazılar yazdığını, hafta sonu yazılarını da tek ve gerçek sığınak olan “aşk”a ayırdığını hatırlatalım ki, tam olsun.

Ben bu duygu geçişini hiç anlamadım. Haftanın altı gününde Livius’un “tutkuların kızışması” dediği şeyi yapan, icabında kardeş katline bile cevaz verecek bir duygu ereksiyonuyla önüne gelen her hedef saldıran ve ortalığı kan-revan içinde bırakan bir yazarlık tutumu, kendisini nasıl rehabilite eder? Bir insan, bir gün içinde, bir duygu etrafında kendisini nasıl dönüştürür? Her gün “hırsız, katil, eli kanlı diktatör” diye hançereni yırt, hafta sonu “Aşk’a kaç...” Böyle bir şey ahlaken mümkün değil ama tıbben mümkün mü?

Tam da bu meseleyi yazmak istiyorum işte... Tıbben ve ahlaken mümkün olmayan bu duygu geçişini ve oradan türeyen “orantısız” (hak edilmemiş)“nefret”i anlamaya çalışıyorum.

Niyazi Berkes’in anılarında okumuştum. Halk’ın isyanını sekinetle açıklıyordu. Sekinetin eni konu bir dil olduğunu, en etkili isyan dili olduğunu, Berkes’in resmettiği o karikatür köy gezisinde görmüştüm. “Bize hiç yaklaşmadılar” diyordu Berkes.

Hikâye şöyledir: Bir gün, bir grup aydın, sosyolojik gözlem yapmak üzere bir köye giderler. Öyle Doğu’nun ücra köylerine filan değil. Ankara’nın yakınlarında bir yere, Hasanoğlan denilen beldeye yakın bir köye giderler. Köylüler, gelen aydın heyetine sokulmazlar. Sessiz, tedirgin ve yargılayıcı bakışlarla günlerce “bu garip misafirlerin” davranışlarını izlerler. Heyetten Nusret Bey isimli golf pantolonlu bir şahıs, köy koşullarına ve gübre kokularına daha fazla dayanamaz, gezinin ikinci günü Ankara’nın yolunu tutar. Hayattaki biricik macerası “bir köye gitmek ve köyün ağır koşullarına dayanamayıp hemen dönmek” olan Nusret Bey, bir süre sonra köy sevgisini anlatan “Köymen” isimli bir dergi çıkaracak ve yönetici sınıfın takdirini kazanacaktır. Soyadı kanunu çıkınca da, dergisinin ismini (Köymen’i) soyadı olarak benimseyecektir

Berkes’e, “Bize kötü bakıyorlardı, bizi hiç sevmediler ve galiba hiç sevmeyecekler” dedirten, köylünün dillendirilmemiş nefretidir. Altı yüzyıllık bir geçmişi (haklılığı) vardır. Dolayısıyla, ağır ve soylu bir nefrettir. Bir “duruş”tur. Öğreticidir. Berkes, ziyaretlerinin sonucunda şöyle diyecektir: “Hayattaki en büyük dersi aldık.” 

Modern zamanların “nefret dili” hangi “haklılıktan” sesleniyor? Bizi hangi “haklı talep” etrafında örgütlenmeye ve vaziyet almaya çağırıyor? İrili ufaklı liberal “Köymen”lerin bolca tükettiği “hırsız, katil, eli kanlı diktatör, sonun Menderes gibi olacak” ifadeleriyle oluşturulan siyasi vasat,“Yargılanma hakkın bile bulunmuyor”un ötesinde, bize ne söylüyor?

Hekimler, “Nefret sağaltıcı bir duygudur” der.

Bunu rezervle söylerler ama... İyileşmeyi şarta bağlarlar.

Hem, “Sait Faik ne demiş? Bir insanı sevmekle başlar her şey. Aşktır insanın yegâne sığınağı... Sevmek, sevmek, hep sevmektir...” diyeceksin, hem de kanal kanal dolaşıp, “Kaos, darbe, iç savaş... Kaostan başka kurtuluş yok. No Pasaran!” diye ahlaksızca ortam kızıştıracaksın. 

Demek ki, iyileşme süreci nefretlerinde boğuldukları gün başlayacak ama o zaman da en önemli “hassa”yı, “insanlıklarını” yitirmiş olacaklar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi