Recep Garip

Recep Garip

Huzur

Huzur

Huzur almak, huzurda kalmak ve huzur bulmak, bütün meselemiz budur. İnsan yaşadıkça fark edebiliyor kelimelerin farklı anlamlara geldiğini. Farklı anlatımlarla farklı yüklemeler yapılarak teşbihlere sebepler hazırlanır. Zaman geçtikçe çözülüyor bütün cümleler, kelimeler ve harfler. Her bir harfin, hecenin, kelimenin ve cümlenin kendi içinde taşıdığı yüklemlerin öznesinde kalmak daha seçkin bir hale çeviriyor. Anlam bütünlüğüyle birlikte, anlamlar ötesinden yeni tanımlamalara neden olabilecek teşhislerin, terkiplerin, tedbirlerin, tahlillerin, tenkitlerin, telmihlerin varlığı kaçınılmaz bir şekilde kelimenin kalbine gelip oturuveriyor. Her kelime, canlı bir unsura işaret eder. Dahası kelimeler de, sözcükler de, harfler de, dil merkezinden bakıldığında canlı olduğunu iddia etme yerine bir vakıanın teşhisinden ibaret olur.

 Haz kelimesiyle, huzur kelimesinin benzeşimi “h” harfine tekabül ettiğinden bir yakınlık kurulabilirse de haz; keyif halidir, mutlu olma, sevinme, hoşlanma, doyuma ulaşma gibi tanımlar yapılabilir. Hoşa giden şey, zevk, herhangi bir şeyden duygusal, maddi ve manevi sevinç hissi, sürdürülmesinde yarar görülen mutluluk veren şey, acının karşıtı gibi anlamlar yüklenebilir. Bireyin hazzından ziyade, toplumsal haz önemlidir. Bireyin hazzı, toplum için zararlı olma ihtimali her daim vardır. Toplumsal hafızaya yerleşebilecek olan hazzın tanımıyla, mutluluk ve sevinç kelimelerini de devreye koyar.

Huzur ise; sekine hali, sükûn durumu, mutlu ve mesrur olma, akıl, gönül ve his dünyasıyla saadete ulaşmış olma anlamını içine alır. Gönül rahatlığı, dirlik, erinç, yücelik katı gibi anlamlar hatırda tutulmalıdır. Orhon Seyfi Orhon’un bir deyişi var; “Madem birsin, birlik olsun / Dilde, dinde, milliyette / Murat et de dirlik olsun / Baştanbaşa cemiyette.” Büyük Cihan Devleti Osmanlı’larda bir hizmete karşılık olmak üzere, bir kimseye devletçe verilen aylık, ya da bir yere bağlı gelir, bir hizmetin, ödevin karşılığı yani “huzur hakkı” denilen şeydir. Huzur, şimdiki zamana işaret eder. Huzurlu olup, mutlu olamamak mümkündür lakin huzurlu olmadan mutlu olunamayacağı bilinmelidir.

Bir de huzur almak zamanı vardır. Huzur, almaya, bulmaya gelir giderler. Kam alıp giderler, kam getirirler. Huzur romanları vardır, dillerde destanlara dönüşen. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u mesela, ya da Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı.. Tanpınar’ın kişiliği, dili, üslubu ve kurgusu, ayrıntıları, işleme tarzı ve kahramanlara yüklediği ödevler açısından edebi bir romanı öncelerken, Şenler’in romanı, daha çok genel okur kitlesini ilgilendiren, döneminin sıkıntılarıyla yoğrulmuş bir inancın, idealistin romanıdır. Edebi yönden ziyade toplumsal bir hadisenin, gerçeğin yansıtılmasıdır. Aslında her iki romanda toplumsaldır.

Ahmet Hamdi’nin “Huzur”da aradığı “huzur”, Cumhuriyet aydınlarının huzursuzluklarının konu edildiği bir arayışın romanıdır. Hayat ölçüsü olmayan, asırlarca sürüp gelen âlemşümul olan nizamın yoksunluğundan kurgulanmıştır. Esin kaynağı burasıdır. Romanın kahramanı olan Mümtaz, iç huzurunu aramaktadır. Bir yanıyla büyük coğrafyanın getirdiği hüzün, diğer yanıyla içten içe yanıp tutuşan Mümtaz’ın Nuran aşkı dillere destan olarak anlatılmasıdır. Romancımız Ahmet Hamdi, roman boyunca hastalık, ölüm, medeniyet meselesi, sosyal hadiseler, ruhi arayışlar ve tedirginliklerle estetik bir fikir işçiliğinin tezahürünü de pekâlâ görmek mümkündür. Asıl meselesi, gerçek aşka ulaşabilme çırpınışlarıdır. Bulduğunda da ebediyen mesrur olmak için hayatın engebeli yollarına dikkat etmek zorundadır. Mücadele, ömür boyu sürdüğünden dolayı dikkatli adım atmak zorundadır insan. Huzurun yakalanılması kadar sürdürülmesi daha da önem arz eder.

Şule Yüksel Şenler’in romanındaysa, roman kurgusu, işlenişi ve dili açısından farklı bir yerde değerlendirilmesi gerekir. Her iki romanın genel seyrinde var olan toplumcu anlayışın, ortak buluşma noktasıyla aşk unsurunun da gözardı edilmediğini ifade edebiliriz. Şenler’in “Huzur Sokağı”nda Cumhuriyetle başlayan din anlayışı ve dinsizlik tavrının romanda kahramanlarca üstlenildiği görülür. Kahraman Bilal, inançlı, dinine son derece bağlı, idealist, yakışıklı bir gençtir. “Huzur Sokağı” oturulan sokağın adıdır. Var olup olmadığından ziyade sokak sakinlerinin birbirine sahip çıktığı, destek verdiği, muhafazakâr ve dini hassasiyetin son derece önde durduğu gerçeğinden yola çıkar. İbadetlerde hassasiyet, mahallelinin mahalle cami cemaatinden olma arzusu, son derece ilgi ve dikkat çekicidir. Üniversiteli olan gençlerin, bir yandan tartışmaları, kavgaları seksen öncesinden haberdar ederken, diğer taraftan insanlık tarihi boyunca sürüp giden aşk, hayatın merkezinde durmayı sürdürmektedir. Her iki romancımız da Cumhuriyet yıllarındaki batılılaşma sürecinin getirdiği problemlerle çatışmayı anlatıyor. Gerçi ikisinde de kahramanların aşkları var. Kitap, düşünce, sanat, şiir ekseni göze çarpıyor. Her iki eserde de “huzur” aranmaktadır. Roman yazmış olmanın ötesinde, dönemin problemlerine karşı okunacak, duyarlılıkları dile getirecek eserler ortaya koyma gayretleri sonucunda doğan eserlerdir bunlar.

Göster bana güzelliğini Aşkla dokun gözlerime Her dokunuşun huzur versin

Nihat Sami Banarlı şöyle söylüyor; “Bazı kelimeler vardır ki, şu veya bu devirde edebiyatın, hatta bütün hayatın diline takılıp, uzun zamanlar bu dilden ayrılmaz olur. Şu son yıllar, edebiyatında bilhassa şiir lisanına kuvvetle yerleşen “huzur” kelimesi, bunlardan biridir. Kelimeyi, yıllardan beri şiirlerini yakından takip ettiğim en genç şairlerin serbest veya muntazam mısralarında defalarca okudum. İçlerinde huzurun ferah verici manasını bilerek ve duyarak kullananlar kadar, bu kelimeyi manasını tanımadan sevip, şiirlerinde, sırf sevdikleri bir kelime olduğu için yerleştirenler de var. Bana öyle geliyor ki, “huzur” kelimesi, nice yıllardan beri milletçe, hatta dünyaca aradığımız uzak bir saadetin tılsımlı ifadesidir. Bütün fikir ve medeniyet hamlelerine rağmen, bir türlü huzura kavuşamayan bir devir ortasında; hele İkinci Dünya Harbi ve harp sonrası huzursuzluğu içinde; hüsranları ve yoksulluklarıyla yaşamış bir topluluk arasında şiir söyleyen gençlerin, bu kelimeye aşka benzer marazi bir hassasiyetle sarılmaları, ne sebepsiz, ne de manasızdır.”

Günlük yaşadığımız her şeyin, bizi götürmesi gereken yerin, mekânın huzurlu olmasından, huzura götürmesinden başka bir şey değildir. İnsanoğlu, yeryüzünde huzura taliptir. Huzuru bulmak, huzur duymak arzusundadır. Aslolan iç huzurla dış huzurun bütünleşmesidir ki her daim huzurda kalınabilsin. Aklın, ruhun, kalbin ve gönlün huzurda olması için gayret edilmelidir. Dışarıda aradığımız esenlik asıl itibariyle insanın içindedir, yüreğinde ve gönlündedir. Huzurun yatağı, merkezi de gönüldür.

İnsan Kuran ve Hadis okuduğunda huzur buluyor. İnsan, babasının, annesinin yanında olduğunda huzur buluyor. Hocasının yanında olduğunda huzur buluyor. Ailesinin, sevdiğinin, sevdiklerinin yanında olduğunda da huzur buluyor. Öyle insanlar vardır ki yanınıza geldiklerinde huzursuz olursunuz. Öyle insanların yanına varırsınız ki ruhunuz sıkılır. Huzur, gönülle, kalple ilgili bir şeydir. Bedenin yapısının ayarı kalple bağlantılıdır. O da ruhun hareketliliği, dolayısıyla bedenin yani gönlün durumundan haberdar etmektedir. Nihat Sami Banarlı Ahmet Hamdi Tanpınar için;  “düşünür ki dünya, bütün evlatlarına nimetlerini esirgemeyen, müşfik ve cömert bir annedir. İnsanlar eğer yalnız bu anne sütünü emmeyi zevk edinmiş, temiz mahlûklar olabilselerdi, hayat böyle zor, kötü ve huzursuz olmayacaktı.” diye düşünmek ister. Tanpınar’ın hem “Huzur”, hem de diğer eserleri daha çok aydınların, edebiyat okurlarının, üniversitelilerin okuduğu eserlerdir. Şule Yüksel Şenler’in “Huzur Sokağı” ve diğer eserleriyse öncelikle lise, üniversite öğrencilerinin ve genel itibariyle her türden insanın okuduğu eserlerdir. Tanpınar’ın “Huzur”unda en belirgin vasıflarından birisi de yüzyıllar boyu bizleri besleyen musikimizin terennüm edilmesidir. Eser baştan sona musikiyi meşk ettirerek, İstanbul’u, Boğaziçi’ni, Kadıköy’ü, Beyoğlu’nu, Emirgan’ı, Kandilli’yi, Üsküdar’ı hem sevdirir hem de gezdirir. Çünkü “Huzur” almaya ihtiyacı vardır ruhumuzun. Ruhun gıdası bir şekilde insana ulaşır, kimi zaman Kuran’la, kimi zaman namazla, kimi zaman zikirle, kimi zaman tefekkürle, kimi zaman şiirle ve kimi zaman da musikiyle. Aslolanın ruhumuzun gıdasını nereden, nasıl bulacağımız ve alacağımızdır.

İmdi, huzur bozucular var bir de. Şeytanın yandaşları var. Şeytan, ilk eylemini Kabil’e yaptırmıştı. Ondan beridir sürüyor bu çift yol. Ya hayrın, hakkın, adaletin yolunda olacaksınız, ya da batılın, şeytanın, uşakların yolunda. Kötülük ekenler kötülük biçerler. İyilik ekenler de iyilik elde ederler. Başkentte 97 vatan evladının ölümü ve 509 yaralımızın bir terör eylemiyle, canlı bombalarla, tuzaklarla, huzuru bozanlarla, çok yönlü yandaşlarla, haçlı zihniyetleriyle gerçekleşmiş olduğunda şüphe yoktur. Umuyorum yoğun bakımdaki ağır hastalarımız şifa bularak hayatlarına devam ederler. Vefat edenlere rahmet ve toplumumuza sabırlar diliyorum. Toplumumuza, huzur temenni ediyorum. Şimdi birlik zamanıdır. Şimdi tevhit ve vahdet zamanıdır. Şimdi ittihadı İslam zamanıdır. Şimdi “bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş, bir insanı dirilten de bütün insanlığı diriltmiştir” emrinin bir kez daha bize haykırdığını görerek, ülkemizin dar boğazdan çıkarılması için aklıselim olanların hakkı, hayrı ve adaleti üstün tutma, insan haklarını üstün tutma adına 1 Kasım seçimlerinde oy kullanılmalıdır. Adalet tesis edilmeli, ülkemizin imarı sürmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Garip Arşivi