Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Saraysız Başkan

Saraysız Başkan

Uruguay’ın önceki cumhurbaşkanı Jose Mujika, Türkiye’yi ziyârete geldi. Tam da Yıldız Sarayı tartışmalarına tesâdüf edince, bir kısım medya, “saraysız cumhurbaşkanı” diye üzerine atladı.

Cumhuriyet târihinde, saraysız, köşksüz cumhurbaşkanımız olmadığından ellerin sosyalistlerine yapışıyorlar. Saltanatı kaldıran Mustafa Kemal bile saltanatın sembolü Dolmabahçe’de oturdu. Hattâ, Dolmabahçe’de öldü.

Pembe Köşk, Dolmabahçe, Beştepe Külliyesi, Yıldız Sarayı… Hepsi devletin. Kim seçilirse gider, yerleşir. Süresi dolunca, ayrılır. Bu kadar basit bir şeyi, bizim gibi mîras kavgasına dönüştüren başka bir ülke daha var mıdır acaba?

YOK ARTIK!

Ulusalcıların “Aslan yürekli kadın” diye nitelediği  bir gazeteci-yazar var. Kendisini, “devre dışı gazeteci, yeraltı yazarı” olarak tanımlıyor. Devlet imkânları ile Türkiye’yi ve dünyayı, uçakla tatlı tatlı  gezme zevkinden, Ak Parti yüzünden mahrum olan gazetecilerden. Devre dışılığı, buradan geliyor. Başbakanlık muhâbirliği gibi önemli bir kariyeri kaybedince, eşekten değil, âdeta uçaktan düşmüşçesine kindar yazılar yazıyor. Gözü öyle kararmış ki ne yazdığını bilmiyor. Belki de kafalar bulansın diye bile bile yazıyor. Komplo teorisi üretiyor.

Meselâ; bir zamanlar, Tayyip Erdoğan’a şöyle soruyordu:

“Sâhi kimsin sen? Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin? Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun? İlkokul öğretmenin kim? Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?”

Bir başka, komplo teorisi de Ahmet Davutoğlu hakkında. Ariel Şaron’un ölümü üzerine kaleme aldığı 04.08.2013 târihli yazısında, kendisinin de katıldığı, Erdoğan’ın 8 yıl önceki İsrail ziyâretini anlatıyor. Araya da şu ifâdeleri sıkıştırıyor:

“O dönem Başbakan’ın dış politika danışmanları, yabancı dil bilmeyen imam-hatip mezunu Ömer Çelik ile Ahmet Davutoğlu’ydu. İkisi de heyette idi ve de birbirleri ile öne geçme yarışı içindeydiler.”

Ömer Çelik, imam-hatip mezunu değil. Üniversitede, kamu yönetimi okumuş. Ahmet Davutoğlu ise  İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Dil bilip bilmediğini söylemeye gerek yok.

Sibel Yüksek, bunları bilmiyor olamaz. Şâyet bilmiyorsa gazeteciliği sorunlu demektir. 

Yine de iyi düşünelim ve bilmiyor farz edelim. Ama, okuyunca hemen, “Yok artık” diyeceğiniz şu tweetine ne demeli?

Yüksek, twitter hesabında, 7 Kasım günü bir fotoğraf paylaşmış. Kopyaladım; nazar-ı dikkatinize sunuyorum.

Resmin altında şöyle yazıyor:

“Sağdaki, siyâsetin en derin adamlarından birisi olan Yalçın Akdoğan’dan başkası değildir. Biraz zayıftı o yıllarda.”

Vallahi “şaka mı?” diye baktım. Yok değil. Yalçın Akdoğan, 1969 doğumlu. İnönü, 1974’de öldü. 

Yıllar evvel, Melih Âşık, köşesinde, Yüksek hakkında şöyle yazmış:

“Son zamanlarda yalakalıkla gazeteciliğin iyice birbirine karışması üzerine mesleği bıraktı.”

Acaba, yalakalıkla yalancılığı tartsalar, hangisi kaç dirhem ağır gelir?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kerime Yıldız Arşivi