D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

“Kendi Kaderini Tayin Etmek” mi Dediniz?

“Kendi Kaderini Tayin Etmek” mi Dediniz?

Malûm şahıs, yani anti-Selahaddin, dokunulmazlıkların kaldırılması ciddiye binince “Biz de kendi kaderimizi tayin ederiz” deyu höykürmüş.

Keşke bunda samimi olsa idi! 

Yani kendi kaderini tayin konusunda güvenilir bir şahsiyet olsa idi. 

Bu toprakların bin yıldır bir arada yaşayan halkı, bunca geçmişe, beraberliğe ve müşterekliğe rağmen mezhep veya etniklik üzerinden ayrışma yönünde bir düşünce zeminine sahip değil. 

Böyle bir hak bu ülkeyi oluşturan bütün etnik topluluklar için sözkonusu olabilir. Birleşmiş Milletler şartının böyle bir unsuru olduğu biliniyor. Türkiye’yi teşkil eden dinî topluluklar böyle bir ayrışma konusunda çok istekli görünmüyor. Buna rağmen Avrupa merkezli veya Amerika merkezli ayrıştırma çabaları hız kesmiyor. 

Sonunda sağduyu hâkim oluyor. 

Aleviliği İslâm’dan ayrıştırmak, ayrı bir din olarak tanımlamak yönünde bir eğilim görülebiliyor. Fakat Aleviliğin son yarım yüzyılda çeşitli radikal sol akımların tesiriyle kendini tanımlayan kesimlerin dışında esas gövde böyle bir ayrımı reddediyor. Arnavutluk’ta dahi Bektaşiler üzerinden sürdürülen İslâm dışında tanımlanma çabaları beklenilen sonucu vermedi. Bektaşiler Müslümanlık dairesinde olduklarını beyan ettiler ve hatta Tiran’da yeni yapılan büyük cemevinde cuma namazı kıldılar!

Türkiye’de de, tekkelerin kapatılmasından sonra temsil imkânlarını kaybeden Bektaşilik-Alevilik, son yıllarda fiili olarak böyle bir sonuca ulaştı. Bunun hukuki zemini de oluşuturulabilir, hatta bu zemin diğer tarikatlara da şâmil kılınabilir. 

Mezhebî-dinî ayrımın yanında etniklik üzerinden ayrımcılığın daha güçlü bir zemini olduğu intibaı uyandırılıyor. Silahlı bir örgüt, Marksist-Leninist ilkeler üzerinden bir Kürdistan projesi için savaşıyor. Bu savaşta Türkiye’nin nizamî güçlerine bir hayli zarar verdi, fakat kendisi en az on katı telefat vererek sonuca ulaşamadı. Türkiye’nin devlet aklı silahlı çatışmayı sonlandırarak olağan siyasetin gündeme girmesi, etnik temsilin yeni bir zeminde değerlendirilmesi yönünde iyi niyetli adımlar attı. 

Kürtler 1. Meclis’ten beri TBMM’de hep temsil edildiler. Tek parti döneminde biraz zaafa uğrasa da, çok partili dönemde çok sayıda etnik menşe olarak Kürt milletvekili ve bakanımız, hatta başbakanımız oldu. Muhtelif partilerden sağlanan bu temsil bu sefer pür etnik temelli bir parti ile genişletilmiş olabilir miydi? 

Böyle bir vehme kapılındı. Fakat sonuç beklentiyi karşılamadı. Etnikçi partinin bütün vekilleri, Kandil tarafından belirlendi, halkın talepleri üzerinden bir temsil asla sözkonusu olmadı. Hazır listeler halk tarafından belli ölçüde tasvip gördü. Fakat, eğer mesele Kürtlerin temsili ise, bunun etnikçi partinin tekelinde olmayacağı da görüldü. 

Türkiye siyaseten kendi kaderini tayin hakkının yolunu açtı, fakat uygulama kendi kaderini tayin değil, terör örgütünün temsili ile neticelendi. Halkın her şeye rağmen verdiği temsil yetkisini bugüne kadar bu parti yöneticileri halkın hiçbir probleminin halli için kullanmadılar. Onları tek harekete geçiren saik terör örgütünün talepleri oldu. 

Şimdi bu sahte temsilin sonuna geliniyor. Bunun tepkisiz kalması mümkün değil. Terör örgütünün siyasi uzantısı canhıraş bir şekilde dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkıyor, vekilleri terörize etmek için elinden geleni yapıyor. 

Evet, bu noktada, kendi kaderini tayin veya “bir başka meclis” lâfları dolaşıma sokuluyor. Zaten bu grup daha önce böyle bir hamle yaptı (Demokratik Toplum Kongresi), hatta özerklik dahi ilan etti. Sonuç ne? 

O yetmediği için “hendekli demokratik özerklik” tantanası çıkarıldı! Bu tantana eninde sonunda bitecek. Halk reyinde hür kalacak. Bu noktada şu önemli: Halk kendi kaderini tayin konusunda PKK’yı mı seçecek, Devlet’i mi? 

Şimdiye kadar olanlar, PKK’nın seçilmediğini apaçık gösterdi. 

Bu noktada kendi kaderini tayin lâfı neden ortaya atılmış olabilir? Bu ABD’ye, İsrail’e veya Rusya’ya mesajdan başka anlam taşımıyor. “Bizim kaderimizi siz tayin edin!”

TBMM bu talepleri dillendirenlerin dokunulmazlıklarını kaldırarak, hukukun kararından sonra vekilliklerinin düşürülmesi sürecini başlatmak zorunda. Bu sürecin sonunda anti-Selahaddin yukarıda zikredilen güçlerin önüne yatarak bir sonuç istihsal edebilecek mi? 

Çünkü halktan umut yok!

Bekleyelim göreceğiz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi