D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

İstanbul’un Fethini Kutlamanın Zamanı mı?

İstanbul’un Fethini Kutlamanın Zamanı mı?

Âlemdeki devam, insanoğlunun bu dünyadaki geçici varlığına süreklilik tesiri katar. O binlerce yıllık insan soyunun devamıdır. Bütün insanlık tasavvurunun dünya zeminine oturtulmadan tam olarak anlaşılması mümkün değildir. Kişiyi aileden topluma/millete, dinî mensubiyete götüren bir kimlik tanımlaması ile sonsuzluk yolculuğunda insanlık basamağına ulaşılır. Önceki basamaklar olmadan insan tanımlaması yapmak mümkün değildir. “İnsan kimdir?” sorusunun cevabı, etnik aidiyet, dil, coğrafya, tarih, inanç gibi temel unsurlar dikkate alınmaksızın verilemez.

Dünya kavrayışımız, düne ait görünen unsurların bugünün idrakine mal edilmesini zorunlu kılar. Bu yüzden kimlik kavrayışının değişmesi ile geçmişe ait muhtevanın yorumlanması yakın ilişki içindedir.  İstanbul’un Fethi, bizim için hangi çağda olursak olalım şöyle veya böyle kimlik tanımlamamızda bir yer işgal edecektir. Osmanlı İstanbul’un fethini tabii bir kimlik unsuru olarak varlık tahayyülüne mal etti. Tabiî kimlikler, milliyetçilik çağında yeniden yorumlanarak aktüelleştirildi. Bu süreç, tabiî kimliklerin yerine “milli” kimliklerin geçmesine yol açtı.  Bizim dünyamızda tarihin bu çerçevede yorumlanması 19. yüzyılın sonunda başlayan bir süreç. Bu sürecin edebiyatçılar ve fikir adamlarının çabaları yanında, bilhassa 2. Abdülhamid’in uygulamaları ile ete kemiğe büründüğü söylenebilir.  2. Abdülhamid Han, Osmanlı kimliğinin İslâm-Türk eksenlerinde modern döneme has şekilde tanımlanmasına yol açacak ugulamaları başlattı. Osmanlı geçmişinin Süleyman Şah’ın kabrinden Söğüt’e Bursa’ya ve İstanbul’a ulaşan kuruluş dönemi ile ilgili unsurlarını millî hafızaya mal etmek onun döneminde başlatılan bir uygulamadır. 

20. yüzyılın başında tanımlanan bu kimlik kendiliğindenliği ve kapsayıcılığı ile tabii kimlikle çatışmayan bir konumda idi. Bu kapsayıcı kimliğin etnik yorumları Cumhuriyet öncesinde görülmeye başladıysa da, Cumhuriyet’ten sonra resmi mahiyet alması ciddi bir deformasyona yol açtı. Cumhuriyet sonrasında Osmanlı ve İslâmî dönem tarihinin inkârı ile kimlik krizi zirveye ulaştı.  Osmanlı olmaktan imtina etmek, müslümanlıkla ilişkimizi yok saymak şeklinde ifade edilecek bu karşı kimlik okuması, sentetik Türk kimliğinin esası olarak ilân edildi. Sentetik milliyetçilik Türkiye’de etkili bir zemin bulamadı.

Yahya Kemal gibi şairliği yanında sağlam bir toplum kavrayışına sahip bir şahsiyet Türk kimliğinin tabii kavranışı konusunda ilgi çekici görüşler ortaya koydu.  Sentetik kimliğin sorgulanması/reddi Türkiye’de demokrasinin gelişimi ile paralel bir seyir takib etti, dense yanlış olmaz. 1950 sonrasında sentetik kimliğe rağmen bir hafıza tazelemesine dönüştürmek yönünde İstanbul’un Fethi’nin 500. yıldönümü kutlamaları önemli bir tesir icra edebilirdi. Demokrat Parti yönetimi, Yunanlılarla ilişkiler ve NATO ittifakına dahil olma yönündeki kararlı tavırlarından ötürü İstanbul’un Fethi’nin 500. yıldönümünü şanına layık bir şekilde kutlama iradesi ortaya koyamadı.  Resmiyet buna yapamazken, İstanbul’un Fethi’ni doğru bir kimlik tanımlaması için gerekli gören sivil talep güçlü idi.

1950’li yıllarda Milliyetçiler Derneği zemininde Nureddin Topçu’nun konferansları bir geleneğin başlatıcısı oldu. Bu anmalar mahiyet değiştirerek 1970’lerden sonra bir siyasi parti ve onun sivil uzantıları tarafından son yıllara kadar sürdürüldü. Necmeddin Erbakan’ın katılımıyla İstanbul’da stadyumlarda yapılan kutlamaların, bugün Cumhurbaşkanı’nın direktifleri ile yapılan gösteri ağırlıklı programlarla sürdürüldüğü söylenebilir.  İstanbul’un Fethi kutlamalarının siyaseten en üst seviyede ele alınması, kimlik tanımlaması yönünde güçlü bir iradenin varlığını gösteriyor. Bu aynı zamanda kimlik konusunda resmi ideolojinin dışlayıcı yaklaşımlarını yok sayma yönünde bir tavır olarak görülmelidir. 

Son yıllarda resmî kimlik tanımlamalarına karşı etnik-ayrılıkçı kimlik ifadeleri güçlenmişti. Bu raddede kapsayıcı bir kimlik tanımlaması ihtiyacı kendini hissettirmektedir. Dünya hükümranlarının coğrafyamızda sürdürdükler kanlı operasyonlarla Irak-Suriye-Filistin bölgelerinin tarihi bağlamından koparılarak yeniden tanımlanması karşısında Türkiye’nin zihin inşasında pasif kalması beklenmemelidir. Ülke için konuşulurken bile, sınır aşan tanımlara başvurulması bu bağlamda bir mecburiyet olarak kendini hissettirmektedir. Bu yaklaşımın zayıf tarafı, gösteri ve gösterişten öteye geçme konusunda yetersiz kalmasıdır. 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi