Halil Mert

Halil Mert

Sayın Cumhurbaşkanım, şikayetimi arz ederim

Sayın Cumhurbaşkanım, şikayetimi arz ederim

Sayın Cumhurbaşkanım.

Fedakâr Büyüğüm.

Siz İstanbul’da Belediye Başkan Adayı idiniz, ben Kırklareli’nde Üsteğmen…

“Tayyib’e, Tayyip gerek!..” denen günlerdi.

Zor günlerdi.

Herkes duaya durmuştu Tayyip Abi için. Adeta işaret fişeği olacaktı seçim sonuçları, surda bir gedik…

Kötü günler birbirini kovalıyor. Ancak hamd olsun, sizinle maddi, manevi bir güç ve ivme yakalandı da düşmanlarımızın baskını etkisiz kalıyor. Tüm Aziz Milletim gibi, ümmet gibi ben de sizleri minnetle anıyorum.

Muhterem Büyüğüm.

Mütevelli Heyet Başkanını görevlendirdiğiniz bir vakıf üniversitesi hastanesi...

Yabancı Doktor, Azerbaycan Vatandaşı ne kadar yabancı ise bize o kadar. Düşünün sizin kimi yabancı gördüğünüzü. Karabağ Savaşı sürecinde, dedesi Çanakkale’de kalmış bir (yabancı!..) doktor.

Uzmanlığını aynı hastanede tamamlıyor. Bölümünde çok sevilen, çalışkan bir doktor. Bölüm Başkanı Hoca, üniversitede kalması ve hastanede çalışması için teklifte bulunuyor. Bu mütevellice önce kabul ediliyor. Doktor, ailesini Türkiye’ye getiriyor, ev tutuyor. Sonrasında ise kendisine “Biz karar aldık, yabancı doktor çalıştırmayacağız.” deniliyor. İlginçtir, hastane ilgili bölüme uzman almak için ilan veriyor.

Sayın Cumhurbaşkanım. İlgili doktor maruzatını arz edebilmek için kendisi bir muhatap bulamadığından bizden ricacı oluyor.

Bir ay kadar önce TBMM Başkanımızın selamı ile Mütevelli Heyet Başkanı’nı arıyorum. Özel kalem diyor ki; “Meclis Başkanı kendisini aramamış.” Akabinde; İstanbul’un etkin milletvekillerinden biri kendisini arıyor. O’na da; “Biz ararız.” diyor. Ama aranmıyorum.

İlgili Genel Müdüre ulaşıyorum bir yakınım vesilesi ile. Kendisi de Mütevelli Heyeti’nde olmasına rağmen, “Onlar beni sevmez, rica etsem tam tersini yaparlar.” diyor.

Sonunda Özel Kalemden rica ediyorum, tam bir ay sonra “Beni telefonla da olsa lütfen görüştürün. İnsanlar mağdur olmasın.” diyorum. Telefonumu alıyorlar, biz size dönelim diye. Dönüş olmayınca ben tekrar arıyorum. Cevap “Başkan çıktı.” Ben de sinirle şunları söyledim ve kendisine iletin dedim. “Birbuçuk aydır kendisine beni doğrudan ilgilendirmeyen çözebilecekleri bir derdi arz etmeye çalışıyorum. İnsan kapıda köpek olsa, çıkın bir bakın neden havlıyor diye sorar. Gelinen noktaya emek veren insan (sizi kast ederek) oyları tavukların yem topladığı gibi tek tek topladı, topluyor. Kim bu insanlar? Bu zulmü biz hak etmiyoruz.” dedim ve telefonu kapattım.

Sayın Cumhurbaşkanım.

Geçmişte halka zulmediliyordu, aşağılanırdık. Köylüydük, işçiydik, alt gelir gurubuna aittik. Aşağılanmamız bitsin diye taraf olduk önce. Tabii bize benzeyenlerden taraf olduk. Ancak gelinen noktada bize benzediğini, aynı köklerden geldiğimizi zannettiğimiz insanlar zulmediyor. Bu nasıl bir iştir?

Devlet içinde devlet, zulmeden devlet, asık yüzlü, kapısı kapalı devlet.. Biz bunu değiştirmek için mücadele etmedik mi, etmiyor muyuz?

Sayın Cumhurbaşkanım, aşağılanmak, hakir görülmek midir kaderimize yazılan, yoksa bizden olduğunu zannettiğimiz insanlar aslında asrın Yezid’leri midir?

Bu insanların istihdamı ve yetkilendirilmesini değerlendirmelerinize arz ediyorum. Hani valilere emir vermiştiniz. “Halkla iç içe olun.” diye.. Ancak şu anda biz ne teşkilat başkanlarına, ne belediye yetkililerine ne de bu tarz atanmışlara ulaşamıyoruz artık. Mağduruz Muhterem Büyüğüm.

AKPARTİ malum.. Bilin ki alınan oyların tamamına yakını şahsınıza. Çoğumuz “Tayyip nerede, biz oradayız.” cümlesini dilimize de yüreğimize de dolamışız. Ancak, yöneticilerden kaynaklanan mağduriyetimizi hüsnüzannımızın sahibi ve devletimizin en başındaki insana arz etmek durumunda kaldık.

Muhterem Büyüğüm.. Derdimizi sizden başka arz edebilecek kimse kalmadı. Düşünün Meclis Başkanımızın selamı ya da İstanbul’un etkin Milletvekilinin telefonu dahi etkilemiyor atadığınız insanları… Daha da kötüsü, mütevelli heyetindeki insanlar dahi birbirine söz dinletemiyor ve birbirini dinlemiyorsa bu koca koca adamlarla halka mı yanmalı, devlete mi bilemiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım..

Halimiz bu dur. Bir zamanlar solcuların söylediği türküleri biz kendi cephemizin insanlarına karşı mırıldanır olduk. Eskiden “Şavata’dan Angara’ya ses gitmir.” idi. Şimdi daha kötü duruma düşmek üzereyiz.

Şunu da ifade etmek istiyorum, hiçbir cemaat, tarikat vs. ile ya da paralel duruşla alakam yoktur. Özellikle 17-25 Aralık Sürecinden sonra sonuna kadar arkanızda olunması gerektiğini katıldığım Tv. Programlarında ve yazılarımda dile getirmişim, katıldığım konferanslarda aleni söylemişim.

Devlet memurluğundan emekliyim. Ama benim sesim kısıksa, sokaktaki insanın vay haline.

Size, Hz. Ömer’in dağdaki kurt ile ilgili söylediğini hatırlatmaktan hayâ ederim. Ancak, halimiz de budur. Arz ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
30 Yorum
Halil Mert Arşivi